17
Yorum
29
Beğeni
5,0
Puan
1144
Okunma
Şiir, hissiyatın en yoğun ve en derin şekilde vücut bulduğu,
yani ’’duyguların ete kemiğe büründüğü bir sanat dalıdır.’’
Her bir şiir, yazan kişinin iç dünyasının birer yansımasıdır.
Bu bir tür ’’ruhsal harita ’’ gibidir.’
Ancak bazen, bir başka şairin kelimeleriyle, dizeleriyle tanışırken duygularımıza dokunan bir şeyler buluruz.
Bu gayet normaldir. Buna ’’edebiyatın ’’sihirli gücü’’ diyebiliriz. Bir kelime, bir dize, bir imge, başkalarının yaşadığı bir duygu bizim kendi içsel dünyamızda daha farklı kapılar aralayabilir.
Ancak, şiirden ’’duygu çalmak" veya ’’başkalarının duygularını alıp kendi şiirimize yerleştirmek’’ sınırları zorlayan, tartışmalı bir meseledir.
Çalıntı yapmak, şiir sanatının ruhuna aykırıdır.
Her şair, kendi sesini bulmak için zaman ve emek harcar.
Başkasının eserini almak, bu süreci hiçe saymaktır.
Şiir yazarken başkalarının eserlerinden esinlenmek, yaratıcı sürecin doğal bir parçasıdır.
Çünkü insan beyni, algıladığı her şeyden etkilenir, şekillenir. Bu, elbette bir şairin diğer şairlerden ilham almasını, geçmişten veya çağdaşlarından beslenmesini engellemez.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken, ’’ilham’’ ile "kopya" arasındaki ince çizgidir.
Bu çizgiye çok dikkat edilmesi gerekir.!
Bir şairin dilinden duygu almak, bazen bilinçli bir yaratım sürecinin parçası olabilir, fakat bu duygu, şairin kendine ait bir iç yolculuğa dönüştürülmelidir. Aksi takdirde, başkalarının duygularını basitçe almak ve kendi şiirimizde bir "yenilik" olarak sunmak, yalnızca taklitçilikten öteye geçemez.
Edebiyat, çoğu zaman, özgünlük ve kendine ait bir ses yaratma çabasıdır.
Duyguları, imgelem gücünü ve kelimeleri "çalmadan" onları içselleştirmek ve yeniden inşa etmek, bir şairin sanatını derinleştirir.
Başka bir şairin dilinden, onun yarattığı dünyadan duygu almak, bazen kendiliğinden bir şekilde ve farkında olmadan gerçekleşebilir. Ancak bu, bir etik sorunu gündeme getirir. Bir başkasının duygularını, fikirlerini ve kelimelerini, onların yazılı biçimiyle birlikte almak, "çalmak" olarak görülebilir. Bu tür bir eylem, sadece yazının ahlaki yönüyle değil, aynı zamanda şairin kendi kimliğini ve özgünlüğünü sorgulamasıyla da ilgilidir.
Bir şairin iç dünyasını yansıtan bir şiir, onun kişisel bir ifadesidir. Buna şairin ’’Duygu patentidir’’ diyebiliriz.
Bu yüzden, başkalarının duygularını, yazılı ifadelerini alıp kendi şiirimize "katmak", başka birinin yaşamının, deneyimlerinin ve düşüncelerinin sahiplenilmesi anlamına gelir.
Bu, birçok edebi geleneğe aykırıdır ve bir tür ’’entelektüel hırsızlık’’ olarak kabul edilebilir.
Edebiyat, bir şairin "sesinin" özgünlüğüyle değer kazanır; bir şair, ancak kendi dilinde, kendi iç dünyasında yarattığı bir şiirle anlam kazanır(Kendi kimliğini kazanır)
Başkalarından alınan duygularla yazılan bir şiir, bir anlamda, şairin kendisini (kendi kimliğini)kaybetmesinin bir yoludur.
Bir şairin başka bir şairin şiirindeki duyguyu "çaldığını" söylemek yerine, aslında o duyguya ulaşmak, o duyguyu kendine ait bir şekilde yeniden inşa etmek daha doğrudur.
Başkalarının yazdığı şiirler, bir tür içsel ayna işlevi görebilir.
O şiirlerdeki duygu, bir okurda, bir başka şairde yankı bulduğunda, bu duygu gerçek anlamda "çalan" değil, "bulunan" bir duygu olmuş olur.
Başka birinin kelimeleri, bireyde bir duygusal rezonans yaratmışsa, bu rezonans şairin kendi diline, kendi dünyasına dönüştürülmelidir. Burada, edebiyatın özü olan kişisel ifade, özdeki dürüstlük korunmalıdır.
Sonuç olarak, başkalarının şiirlerinden duygu almak, yaratıcı sürecin bir parçası olabilir, ancak bu duygu mutlaka şairin kendi özgün biçimine, kelimelerine ve iç dünyasına dönüştürülmelidir.
Başkalarının duygularını "çalmaktan" ziyade, onları bir tür içsel zenginlik olarak almak ve onlardan yola çıkarak kendi duygusal ifadesini bulmak daha değerli ve etik bir yol olacaktır.
Şiir, sadece bir dil oyunundan ibaret değildir; o, insan ruhunun derinliklerinden çıkan ve kendini ifade etme arayışında bir araçtır.
Taklitçilik, her şeyden önce bir özgünlük sorununu da beraberinde getirir.
Çünkü şiir, bir yandan bireysel bir oluşum süreciyken, diğer yandan edebiyatın bir geleneği, birikimi içinde var olur.
Bir şair, elbette ki başka şairlerin eserlerinden beslenir, onlardan ilham alır. Ancak bu ilham almanın sınırları nedir?
Ne zaman ilham almak yaratıcı bir sürecin parçası haline gelir, ne zaman taklitçilikten öteye geçemez?
İşte bu edebiyatın en dikkatle incelenmesi gereken meselelerinden biridir.
Şairin kendi dilini, kendi sesini bulması önemlidir.
Şiir, başkalarının dilinden birebir ilham almakla değil, bu dilin içinde kendi sesini bulmakla var olur.
Şiirde fark uyandırmak, başkalarının dilini tekrar etmek değildir.
Şiirde fark uyandırmak, herkese birebir benzemek değil, herkesin içinde şimşek gibi parlayarak kendisini fark ettirmektir.
Aksi takdirde edebiyat bir noktada duraklar ve özgün düşüncelerin ve seslerin doğmasına fırsat vermez.
Taklitçiliğin kalıcı hale gelmesi demek,
şairin kendi sesini bulamaması anlamına gelir ve bu da ’’özgünlüğün ölümü’’ demektir.
10.0
100% (5)
5.0
100% (2)