- 340 Okunma
- 6 Yorum
- 10 Beğeni
Gökyüzü Kadar Yakın
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yusuf, günün ilk ışıkları henüz şehirdeki yüksek binaların üzerine düşmemişken uyandı. Evinin camından dışarı bakarken şehirdeki hareketliliğin başladığını hissetti; araba sesleri, koşuşturan insanlar, bir yerlere yetişme telaşıyla uyanan milyonlarca ruh. Yine de o, yatağında bir süre daha kaldı, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Bugün farklı bir gün olacaktı; bugün, uzun zamandır içinde büyüttüğü fikri gerçeğe dönüştürmenin vaktiydi.
Şehir hayatının kendisini ne kadar yorduğunu, ruhunu ne denli körelttiğini düşündü. Her gün aynı saatlerde kalkmak, aynı yüzleri görmek, aynı telaşlarla koşmak, birbirine benzeyen cümlelerle geçen sayısız diyalog… "Yoksa yaşamak bu mu gerçekten?" diye sordu kendine. Bir an zihninde, çocukluğunda dedesiyle gittiği o uzak köy canlandı. Dedesi, onu sabah ezanıyla uyandırır, bahçede birlikte çalışırlardı. Ağaçları sulamak, toprağı elleriyle hissetmek, her seferinde huzur dolmasına yetiyordu. Ne zamandır bu hissi yaşamamıştı?
Artık kararını vermişti. Küçük bir köye gitme, orada kendine yeni bir hayat kurma fikri, zihninde parıldayan bir yıldız gibi duruyordu. Her şeyin daha basit, daha anlamlı ve huzurlu olduğu bir dünya istiyordu. Şehrin gürültüsünden, telaşından uzak; küçük bir bahçesi, sıcak dostlukları olan bir hayat.
Yusuf, işten ayrılma kararını düşündü. Son birkaç yıldır istemeyerek yaptığı işi bırakmak, ona büyük bir özgürlük hissi verecekti. Küçük bir köyde, belki küçük bir tarla satın alacak, belki bir ev inşa edecek, toprakla iç içe yaşayıp geçimini buradan sağlayacaktı. Kendi sebzelerini yetiştirecek, sabah kahvaltısında o sebzelerden yapılan yemekleri yiyecekti. Bu düşünceyle yüzüne bir gülümseme yayıldı.
Birkaç hafta içinde şehirdeki işini, evini, sahip olduğu fazla eşyaları geride bırakarak yola koyuldu. İlk durağı, çocukken dedesiyle gittiği o köy oldu. Zaman geçse de köyün sokakları, evlerin dokusu, bahçeler aynıydı. Ancak Yusuf, bu kez buraya geçici bir misafir olarak değil, yeni hayatının ilk adımını atmak üzere geldiğini hissediyordu.
Köydeki birkaç kişiyle tanıştı, sohbet etti. Herkes, Yusuf’un hikayesini duyunca ona sıcak bir ilgi gösterdi. Şehir hayatından kaçarak huzuru arayan birini görmek, köy halkının dikkatini çekmişti. Birkaç hafta köyde kaldıktan sonra, tam da hayal ettiği gibi bir yer buldu: küçük, mütevazı bir ev ve hemen önünde küçük bir bahçe.
Evi ve bahçeyi düzenlemek için kolları sıvadı. Bahçeye meyve fidanları dikti, boş kalan yerlere domates, biber fideleri ekti. Her gün bu işlerle uğraşmak, onun için bir terapi gibiydi. Sabahları güneş doğarken uyanıyor, kahvesini alıp bahçeye çıkıyordu. Kuş cıvıltıları, rüzgarın yapraklarla oynaşması, toprağın kokusu… Artık zamanı hissetmiyordu. Şehirdeki gibi koşuşturmak, bir yerlere yetişmeye çalışmak yoktu burada. Gün, kendi ritminde, sakin ve huzurlu akıyordu.
Bir sabah, bahçede çalışırken komşusu Halime teyze yanına geldi. “Hoş geldin evladım,” dedi, elindeki poşeti uzatarak. “ Birkaç yumurta ve taze süt getirdim. Yeni hayatına hoş geldin demek istedim.” Yusuf şaşkın ama mutlu bir şekilde teşekkür etti. Şehirde hiç tanımadığı insanların içinde kaybolmuşken, burada hiç tanımadığı birinin sıcak dostluğunu hissetmek ona tarifsiz bir mutluluk verdi.
Günler geçtikçe, köy halkıyla bağları kuvvetlendi. Komşularıyla akşam çayları içiyor, sohbet ediyor, kucak dolusu kahkaha paylaşıyorlardı. Şehirdeyken konuşacak zamanı olmayan, dertleşecek kimseyi bulamayan Yusuf, burada sadece konuşmak değil, dinlemek de istiyordu. Her insanın anlattığı hikayeden kendine dersler çıkarıyor, herkesin hayatındaki küçük mutlulukları keşfediyordu.
Bahar gelince, bahçedeki ağaçlar çiçek açtı. Her sabah bahçeye çıkıp ağaçları seyretmek, çiçeklerin mis kokusunu içine çekmek, Yusuf için hayatın yeni anlamı olmuştu. Bir sabah, bir dostuyla konuşurken şunu fark etti: Şehirdeyken hep bir şeylerin peşinden koşuyordu, ama burada hiçbir şeyin peşinde değildi. O, sadece anı yaşıyordu. Her anın tadını çıkarıyor, her şeyin farkına vararak, sakinlikle yaşıyordu.
Küçük şeylerin ne kadar büyük mutluluklar getirdiğini keşfetmişti. Bir sabah çiy düşmüş biberleri toplamak, akşam üzeri rüzgarla gelen çiçek kokusunu hissetmek, gökyüzünde yıldızları seyretmek… Bu, onun aradığı huzurdu. Eskiden çok önemli görünen iş, para, unvan gibi şeylerin aslında ne kadar önemsiz olduğunu fark etti.
Ancak bu yeni hayatın da kendince zorlukları vardı. Bir sabah uyandığında, bahçedeki domates fidelerinin yapraklarında beyaz lekeler gördü. Geceden yağmur yağmış, dolu fideleri hırpalamıştı. İlk başta üzüldü, endişelendi. Ama sonra bunun hayatın bir parçası olduğunu anladı. Tıpkı insanlar gibi, doğa da kendi zorluklarıyla mücadele ediyordu. Fidelerin bir kısmı kurtuldu, bir kısmı ise yok oldu. Yusuf, bu durumu kabul etti; çünkü buradaki hayat ona, doğanın ritmini kabullenmeyi, değişimlerin doğal olduğunu öğretiyordu.
Zamanla, eski hayatındaki tüm stresi ve endişeyi geride bırakmıştı. Şehirdeki yaşamı düşündüğünde, bir çeşit hapishanede gibi hissettiğini fark etti. Her şey aynı, her gün aynı döngünün içine sıkışmıştı. Ama burada, her gün farklı bir güzellik, her gün farklı bir öğrenme vardı.
Birkaç yıl sonra Yusuf, köyde iyice tanınır, sevilir hale geldi. Köydeki diğer gençler, onun bu hayata nasıl adapte olduğunu merak ediyorlardı. Zaman zaman Yusuf, gençlerle sohbet eder, şehirdeki hayatını ve burada bulduğu huzuru anlatırdı. Her birine, doğanın, sadeliğin ve huzurun önemini vurgulardı. “Şehirdeyken hep bir şeylerden kaçıyordum, ama burada hiçbir yere kaçmama gerek yok,” derdi gülümseyerek.
Yusuf, burada geçirdiği yıllar boyunca sadece kendine değil, etrafındaki herkese de bir şeyler katmıştı. Doğanın ritmini öğrenmiş, hayata daha sade ve anlam dolu bir bakış açısı geliştirmişti. Artık onun tek derdi, yumurtlamayan tavuk ya da dolu vurmuş kirazdı. Ama bu dertlerin bile ona kattığı bir huzur vardı; çünkü biliyordu ki bu dertler, aslında yaşamın ta kendisiydi.
Sonunda, Yusuf şehirden ayrılalı yıllar olmuştu. Geçmişine baktığında, şehir hayatının tüm yükünü, telaşını, gereksiz kaygılarını ardında bıraktığını fark etti. Artık tek istediği, bu huzurlu köyde, doğanın kollarında, toprağın, suyun ve güneşin döngüsüne kendini bırakmaktı. Gözlerini kapattığında, şehirdeki o yorucu hayat değil, bu köyde bulduğu huzur, dostluk ve sadelik dolu anılarla doluyordu.
Bahadır Hataylı/Kasım-2024/Sancaktepe/İST
YORUMLAR
TİLHABEŞLİ FİLOZOF
TİLHABEŞLİ FİLOZOF
Efendim artık Yusuflar köyden şiire kaçıyor kendilerini robotlaştırıp betona gömüyorlar imkanı geniş olana bir şey diyemem ama köy hayatını da sıkıntıda köyden malı maşada satıp şihirde kapıcılık yaparım diyorlar en azından bir sigortam olur düşüncesi ile koşa koşa şiihire gidiyorlar bireysel yaşıyorsa tamam köy yeri güzel eğitim devreye girince çoluk çocuk mecbur göç gözüküyor bazı köylerde çocuk sesi duyamazsın hepten emekliler kalmış yaşlılar kalmış başka yerlerde emekli olmuş köy huzuru arıyor köy ekmeği gibi Tebrikler
TİLHABEŞLİ FİLOZOF
Huzur, çokluktan değil azlıktan peydah olur. Betonlar, arabalar, insanlar... Yoruyor artık, kalabalık sözcükler de öyle.
Tebrikler
TİLHABEŞLİ FİLOZOF
insan ruhunu yavaş yavaş saran huzur, başkalarının kalbine de ulaşır. sade bir yaşamın şarkısını dinlerken, küçük şeylerin büyük mutluluklar olduğunu anlar. çünkü asıl mesele, her günün farklı bir öğrenme getirdiği, her anın bir mucizeye dönüştüğü bu sonsuz handa insan olabilmektir.
şehirler beton ormanlar olarak kalırken, insan kendini doğanın ellerini bırakır. gözlerini kapattığında artık yıldızları görebilir. evrenin ritmiyle dans eden bu küçük köy hayatın asıl anlamının yattığı yerdir. çünkü insanın gerçek yolculuğu doğayla yeniden buluştuğu oyerdedir toprağın suyun ve güneşin sessizcee döndüğü özlemle aradığı huzuru kucakladığı yerde.
sarhoş sarhoş okudum ve yazdım…
tebrikkler..