- 121 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
EŞİT YURTTAŞLIK MI? YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ Mİ?
Yukarıdaki tabirler, birbirine benzer görülse de aslında çok büyük anlam farklılıkları taşır. Özellikle son günlerde tartışılan siyasi gelişmeler çerçevesinde bu tabirlerin anlamlarını ele alalım.
Dünyada çok çeşitli yönetim biçimleri, bir o kadar da değişik anayasalar oluşmuştur. Ülkelerin yönetim değişiklikleri ve özellikle de demokrasinin tarihi süreç içinde gelişmesi bu tür farklılıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
1789 Fransız İhtilalından sonra dünyada milliyetçilik fikirleri gelişmiş ve ulus devletlerin doğmasına neden olmuştur. Doğal olarak bu ulus devletler, tek milletin adını almış ve ona göre de anayasaları olmuştur. Genellikle de laik yapıları vardır. Bu devletlerde her ne kadar vatandaşlar arasında eşitlik olduğu vurgulansa da bizim gibi imparatorluk bakiyesinde kurulmuş ulus devletlerde buna itirazlar da yükselmiştir. Ülkemizdeki kimi topluluklar ayrı dilleri olduğu gerekçesiyle, kimi topluluklar da farklı inançlarını öne sürerek ulus devlet yapılanmasına itiraz etmişlerdir.
Ulus devlet yapılanmaları, Fransa örneğinde olduğu gibi “yurttaşların eşitliği” prensibine dayanır. Demokrasiden taviz verilmemesi ve yurttaşların özellikle hukuk önünde mutlak eşitliğinin sağlanması bu prensibin temel özelliğidir. Ulus devletlerde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olması “üniter devlet” olması demektir. Türkiye Devleti, kuruluşu itibariyle üniter bir devlettir; yani kendi bünyesinde farklı kanunların geçerli olduğu farklı yönetim bölgeleri yoktur. Federal değildir.
Bir başka yönetim yapılanması genellikle federal devletlerde görülen İngiltere, Belçika, ABD ve Rusya gibi ülkelerin uyguladıkları “eşit yurttaşlık” prensibine dayanan yönetimlerdir. Bu yönetimlerde farklı etnik ve dinsel gruplar farklı hukuki uygulamalar isteyebilmekte ve bu istekleri de anayasalarında güvence altına alınabilmektedir.
Bunların arasında ne fark var denilebilir. Çok fark vardır. Örneğin Fransa’da hiçbir yurttaş, farklı etnik özelliklerini dile getirmez. Devletle ilişkilerde ister Afrika kökenli olsun ister farklı kökenli sadece demokrasinin uygulanması konusundaki taleplerinde farklılık olabilir. Herkes inancında eşit muamele görür, ancak Fransa hukuku önünde mutlak eşitlikleri vardır. Kendilerini dünyanın herhangi bir yöresinde Fransız olarak tanıtırlar. “Fransız” olmaları onlar için bir üst kimlik şeklindedir.
Diğer grup böyle değildir. İngiltere’de İskoçya, Galler veya İrlanda gibi yerdeki halklar kendilerini İngiliz olarak tanıtmayabilirler. Bu gruptaki İngiltere, ABD, Belçika ve diğer federal ülkelerin parçalanmaması sömürgeci özelliklerinden kaynaklanır. Dünya sömürüsünden aldıkları pay, ekonomik refahlarını sağlamakta ve onları şimdilik bir arada tutabilmektedir.
Peki, ülkemizde “Türk” kimliği bir üst kimlik midir? Ya da bir etnik grubu mu ifade eder?
Bu kimlik, toplumumuzda herkese göre farklı anlamlar taşımaktadır; Kimisi sadece Türk etnisitesine sahip insanları, kimisi sadece Türk etnisitesinden olan Sünni Müslümanları, kimisi Türk etnisitesinden olan Alevileri, kimisi de Türkiye’de yaşayan yurttaşların tümünü Türk olarak anlamaktadır. Dolayısıyla da bu farklı anlayışlar, birbirleriyle anlaşamamaktadır. Siyasal tartışmaların ve çok farklı siyasal oluşumların sebebi budur.
Sosyolojik ve tarihsel açıdan bakıldığında Türk Milleti denilince ne anlaşılmalıdır?
Tarihi boyunca çeşitli topluluklar, değişik boyutlarda devlet örgütlenmesi içinde olmuşlar, bu yapılanmalarda bazen etnik özellikleri, bazen dini inançları, bazen de sosyal ve ekonomik ilişkileri ön plana çıkmıştır. Bütün bu yapılanmalarda adına halk dediğimiz topluluklarda her zaman bir “kimlik” bilinci oluşmuş, bu bilinç giderek milletleşme sürecine dönüşmüştür.
Ait olduğu milletin varlığını sürdürmesi ve yüceltmesi için diğer bireylerle birlikte çalışmaya, bu çalışmayı ve bilinci diğer kuşaklara yansıtmaya “milliyetçilik” denir. Milliyetçiliğin en önemli öğesi “millet” olmaktır.
Bir topluluğa millet diyebilmek için bazı özelliklerin o toplumda olması gerekir.
Bir anlayış biçimine göre, bir topluluğun millet sayılabilmesi için soy birliği yeterlidir. Ancak bu eksik bir görüştür. Aynı soydan olmadıkları halde İsviçreliler ve Amerikalılar gibi millet olma nitelikleri tartışılmayan topluluklar vardır.
Bir başka anlayışa göre ortak dil millet olmak için yeterlidir. Bu da her zaman doğru sayılamayacak bir görüştür. Aynı dili konuşan pek çok Arap ülkesinde “ulus” bilinci gelişmemiştir. Dünyada iki binden fazla konuşulan dil vardır ama bu sayıda millet yoktur.
Kimileri de millet olmanın baş şartı olarak din birliğini kabul eder. Kuşkusuz bu da savunulamayacak bir görüştür. Bugün dünyanın en büyük milletlerinden sayılan Japonların içinde çok çeşitli dinler vardır. Yine aynı dinden oldukları halde Müslümanlar hiçbir zaman tek millet sayılmamışlardır.
Yukarıda sayılan bütün koşullar, tek tek bir insan topluluğunun millet olmasına yetmemektedir. O halde milletin tanımı nedir? En akılcı görüş, aynı toprak parçası üzerinde yaşayan insanların millet olması için ortak bir geçmişe, kader birliğine, ortak bir gelecek hedefine ve ortak yaşama isteğine sahip olmalarıdır. Bunların gerçekleşmesi için de o toplum içindeki bireylerin iletişimini ve kültürel değerlerinin devamını sağlayacak ortak bir dil birliğine gereksinim vardır. Bireyleri düşünce, ruh ve kültür açısından birbirine bağlayan ana dilin, pek çok millette tek olduğunu unutmamak gerekir.
Günümüzde kendilerine borçlu olduğumuz “Kurtuluş Savaşçılarımız” büyük çoğunluğu ile Türk soyluydu. Ancak bu topraklarda yaşayan, ataları Türk soylu olmayan insanlar da hiçbir soy davası düşünmeksizin, topraklarını vatan bilip vatanın kurtuluşundan başka bir şey düşünmeyerek bu savaşta, “İstiklal Harbi”nde yer aldılar. O günün koşullarında, kalkışılan şey aslında tam bir çılgınlıktı. Ama onlar Mustafa Kemal‟in önderliğinde bu çılgınlığı el ele, omuz omuza göze aldılar ve hep birlikte başardılar. “Türküm!” sözünün anlamını bir kez daha perçinlediler; “Türküm!” demenin mutluluğunu yaşadılar ve yaşattılar… “Türk” olarak birleştiler, bütünleştiler. Millet olmanın bilincine eriştiler. Yeni kurulan devlet, bu kimliği bir türlü kabullenemeyen kimselerin söylediği gibi devlet eliyle millet yaratmamıştır. Tam tersine millet eliyle devlet kurulmuştur. Nitekim yeni devletin kurucusu Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti‟ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” demekle bu durumu pekiştirmiştir. Daha devletin bile adı verilmeden Kurtuluş Savaşı yapılırken bu savaşta çarpışan orduya “Türk Ordusu” deniliyordu. Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti‟nin yıkılmasının kaçınılmazlığını ve gerekliliğini “Türk Devleti” olmaktan çıkmasına bağlamıştır.
Atatürk‟e göre Türk Milletini oluşturan “tarihi ve sosyal vakıalar” şunlardır: Siyasi varlıkta birlik, dil birliği, ırk ve menşe birliği, yurt birliği, tarihi yakınlık ve ahlaki yakınlık. Atatürk, Türk Milletinin tanımını ve millet olma sürecinde oluşturduğu farklı düzeyde birliktelikleri açık ve kısa bir şekilde böyle özetler. Ardından da her milletin bu altı vasfı birden taşıyamayacağını, fakat yine de milli birlik kurabileceğini, ama Türk Milleti‟nin tarih boyunca bu altı özelliği çoğunlukla hep taşıdığını da belirtir. Yine Atatürk‟e göre, önce tarihi ve kadim bir millet gerçeği vardır. Bu millet, medeniyetle kendini ortaya koyar. Milletin dil, kültür ve soy damarlarıyla sürekliliği bakidir. Millet, tarih boyunca farklı coğrafyalarda medeniyetini inşa ederken, bir değil, birden çok devlet kurar. Devletler gelip geçici, millet ise kalıcıdır. Ancak devletini yitiren millet, yok olma tehlikesiyle karşılaşır. Bundan dolayı Türk Milleti devlet kurucu bir geleneğe sahiptir ve hiç devletsiz kalmamıştır. Yeni devletin de tek ve değişmez kurucusu Türk Milletidir. Zaten devlet için farklı bir kimlik arayışı, Türk Milleti nezdinde devletin yıkılmaya çalışılmasından başka bir şey değildir. Çünkü ulus, tarihi bir gerçek olarak yerinde kalacaktır. Devlet, ulusal temelden koparılırsa ulus yeniden örgütlenip “devlet ve hükümet teşkilatı” kurma işine koyulacaktır. Burada milletin tarihi devamlılığı tezi devreye girer: “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!.”
Objektif olarak tarihi yorumlamak, araştırma ve inceleme yapanların namus borcu olmalıdır. İnandırıcılık o zaman mümkündür.
Türk kimliği bu devletin yaşaması için yeterli midir? Evet yeterlidir. Bunu en güzel açıklayan bu ülkenin kurucu lideridir. Mustafa Kemal Atatürk, yukarıda belirtildiği gibi “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” diyerek, kendisine tıpkı Fransa örneğindeki “Yurttaşların eşitliği” prensibini örnek almış ve imparatorluk bakiyesinde kurulan ülkemizin tutkalını gelecek nesillere de göstermiştir.
Türk kimliği, bir ırka dayanmaz, sosyolojik bir olgudur. Çok geniş coğrafyalarda yaşayan bir üst kimliktir. Yaklaşık onbeş bin yıllık geçmişi olan bir etnisitedir.
Ülkemizin sorunu, bütün kurallarıyla uygulanan eksiksiz bir demokrasimizin olmayışıdır. Demokrasi, her sorunun çözülmesindeki en etkili ilaçtır.
(Bu konuda ayrıntılı bilgi, Bkz. mithatbas.com Tarih Araştırmaları adlı internet sitemdeki “Irk, etnisite ve Türklük” adlı makalemde bulunmaktadır.)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.