- 220 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
İçimdeki Çığlık-Sessizlikte Kaybolan Bir Ruhun Öyküsü
Bir toplumun adaletsizlikle yok oluşuna tanıklık eden bir insanın, dağın tepesinde içsel huzuru arayışı...
Yaşamın Sırtıma Yüklediği Yorgunluk
Hayat beni öylesine yordu ki artık bu toplumun bir parçası olmak bile ağır geliyor. Neden bu kadar yoruldum? Çünkü adaletsizlik, haksızlık ve zulüm karşısında sessiz kalan bir toplumda, haykıran olmak yıpratıcıdır. Yıllar boyu bu toplumda adalet için, doğru için, insanlık için bir şeyler söylemeye çalıştım. Ancak zamanla anladım ki sesim yankılanmıyordu; koca bir boşlukta kayboluyordu.
Toplumun sessizliği içimde bir yangına dönüştü. Suskunluk, teslimiyet, kabulleniş... Bunlar bana her gün biraz daha ağır geldi. Kendimi yalnız hissetmeye başladım. Çünkü bu adaletsiz düzende, başkaldıranların yalnız olduğunu öğrendim. Ne zaman ki sustum, o zaman anladım: İnsan, bu dünyanın içinde kaybolduğunda, sesini kaybettiğinde, ancak kendi içindeki sessizlikle yüzleşebilir.
Artık bu toplumda nefes almak bile zor geliyordu. Herkes haksızlığa boyun eğiyordu; ben başkaldırmaya çalıştıkça, daha da yorgun düştüm. İnsanların yüzlerinde adaletsizliğe karşı bir umursamazlık, bir boş vermişlik vardı. Bu sessizlik beni her geçen gün daha fazla içine çekiyordu. Ve bir gün, bu dünyadan uzaklaşmak gerektiğine karar verdim.
Zulme Başkaldıran Bir Hayat
Hayatım boyunca hep inandığım doğruların arkasında durdum. Adaletsizlik karşısında susmak, insanlık onuruna yapılan en büyük ihanetlerden biridir diye düşündüm. Öyle ki, sesimi yükselttiğim her an, içimdeki bu inanç daha da güçlendi. Ama bu toplumun suskunluğu, benim çığlığımı boğdu. Zalimin karşısında eğilenlerin içinde, yalnız bir adam olmak zordur.
Her geçen gün, insanlar daha fazla susuyor, daha fazla kabulleniyordu. Zalimin yanında saf tutmak, bu toplumun geleneği olmuştu. İnsanlar, adaletsizlik karşısında eğilmekten utanmıyorlardı. Ama ben her başımı kaldırdığımda, bir başka tokatla yere çakılıyordum. Zulümden kaçan değil, zulme direnen bir insan olmanın bedeli ağırdır. Yalnızlık, dışlanma, acı...
Zamanla, çevremdeki insanlar da değişti. Artık kimse, adaletten bahsetmez olmuştu. Adalet yoksa, insanlık da yoktur. Ama insanlar, bu gerçeği görmektense gözlerini kapamayı tercih etti. Zalimlerin karşısında ezildikçe, onlar daha fazla susmayı seçtiler. Zulümle yaşamaya alışmak, insan ruhunun çöküşüdür. Ve ben, bu çöküşün ortasında durdum.
Amipsel Bir Hayatın İçindeki Sessizlik
Toplum, artık sadece bir kalabalık hâlinde sürükleniyordu. Hayat, onlar için bir varoluş mücadelesi değil, sadece nefes almak için sürdürülen bir amipsel varlıktan ibaretti. Herkes kendi küçük hayatına çekilmiş, sadece hayatta kalmak için yaşıyordu. Ama bu hayat mıydı? Hayatta kalmak, var olmakla eşdeğer midir?
Bu soruları her gün kendime sordum. Neden insanlar bu kadar suskun? Haksızlık, zulüm, adaletsizlik her yerdeyken, neden kimse karşı çıkmıyor? Cevap basitti: Çünkü bu toplum, sessizliği öğrenmişti. Sessizlik, bir yaşam tarzı olmuştu. Adaletsizlik karşısında susmak, onların hayatta kalma stratejisi haline gelmişti.
Amipsel bir hayat, yaşamak değil sürüklenmektir. İnsanlar, zulme boyun eğdikçe kendi insanlıklarından bir parça daha kaybediyorlardı. Bu hayat, bana göre değildi. Ben başkaldırmak istedim, adaletsizlik karşısında durmak istedim. Ama gördüm ki, bu toplumun çoğu, haksızlık karşısında boyun eğmeyi öğrenmiş.
Onların suskunluğu, benim içimde bir boşluğa dönüştü. Bu boşluk, her gün biraz daha büyüdü. Bir gün geldi ki, onların arasında var olmanın bana yük olduğunu fark ettim. Artık bu toplumun içinde olmak istemiyordum. İnsanlar, adaletsizlikle yaşamayı kabullenmişlerdi. Ben ise bu kabullenişin bir parçası olamayacaktım.
Dağın Sessizliğinde Kendi Ruhumla Baş Başa
Toplumun boğucu havasından, adaletsizliğin susturduğu kalabalıklardan kaçmak zorunda hissettim. Bir dağın tepesine çekildim. Doğanın sessizliğinde, sadece kendi iç sesimi duymak için kaçtım. Artık yalnız kalmak istiyordum. Çünkü insanlar, benim ruhumda derin yaralar açmıştı. Doğanın içinde, sessizliğin ortasında, sadece kendimle kalmak istedim.
Dağın tepesindeki mağarama sığındım. Burada, sadece doğanın sesini duyabiliyorum. Rüzgârın, kuşların, suyun sesi... Hepsi, bana içimde unuttuğum bir huzuru hatırlattı. İnsanlardan kaçışım, aslında kendime dönüşümdü. Doğa, bana gerçek huzuru sundu.
Mağaramda, her sabah doğan güneşi izlemek bile bir mucize gibi geliyor artık. Çünkü bu dünyada sadece doğa saf ve temizdir. İnsanların bozulmuş dünyasından uzakta, sadece doğanın içinde var olmayı seçtim. Bu sessizlik, bana yıllardır aradığım huzuru verdi. İnsanlardan uzaklaştıkça, kendi içimde daha derinlere indim. Artık, insanların dünyasında yaşamanın bana göre olmadığını biliyorum.
Yedi Uyurlar Gibi Hissetmek
Bazen kendimi Yedi Uyurlar gibi hissediyorum. Toplumdan tamamen kopmuş, bir uykunun içindeymişim gibi... Onlar, dışarıda kendi hayatlarını sürdürürken, ben bu mağarada, kendi iç dünyamda kaybolmuşum. Onların dünyasına ait değilim artık. Benim yerim burası, bu dağın tepesinde, sessizliğin içinde.
Yedi Uyurlar gibi, belki de bir gün uyanacağım. Ama o gün geldiğinde, bu dünya nasıl bir yer olacak? İnsanlar, hâlâ adaletsizlikle yaşamayı kabullenmiş mi olacak? Yoksa, bir değişim mi yaşanacak? Bu soruların cevabını bilmeden yaşıyorum. Ama artık bu sorulara bir cevap aramıyorum. Çünkü kendi iç sesimi buldum.
Toplumdan uzaklaştıkça, bu soruların anlamını yitirdiğini fark ettim. Onlar, kendi dünyalarında yaşasınlar. Ben, burada, doğanın içinde, sessizlikle barışık bir hayat süreceğim. Belki bir gün, bu sessizlik bana hayatın gerçek anlamını fısıldar.
Sessizlikteki Huzur ve Toplumun Çöküşü
Zamanla, sessizlik içimde bir huzura dönüştü. Artık insanların dünyasındaki kaosun, adaletsizliğin, zulmün bana ulaşmadığını hissediyorum. Doğa, bana kaybettiğim insanlığı geri verdi. Sessizliğin içinde kendi varlığımı buldum.
Toplum ise, her geçen gün daha fazla çöküyor. Adaletsizlik büyüyor, zulüm artıyor. İnsanlar, bu karanlık dünyada sessizce kayboluyorlar. Ama ben, bu çöküşün dışında, kendi içimde var olmayı öğrendim.
Bahadır Hataylı/Eylül-2024/Namazgah/İST
YORUMLAR
Yalan söylediklerini biliyoruz, yalan söylediklerini onlar da biliyor, lakin onlar yalan söylemeye devam ediyor biz de dinlemeye... He he deyip geçiyoruz da nereye kadar...
İnsanları ölmeyecek kadar besliyorlar, düşünecek kadar değil, hal böyle olunca, sırası gelen kurbanlığa ayrılıyor..
Huzuru bulduysan ne güzel üstadım.. Biraz bu tarafa şutlarsan huzur dediğinden vallah güzel olur:))
Lakin doğa soğuk değil mi ya hu, alıştık kalorifere doğalgaza ha keza hazır yemeye...
Üstadım eğer bu tür yazıların yerine, komedi yazabilirsen, o zaman derim belki evet gerçekten huzuru bulmuştur, yoksa bu yazınızda bile binlerce huzursuzluk soluklanıyorum sanki, komedi ile huzur bir arada bulunur mu?
Saygılarımla..
TİLHABEŞLİ FİLOZOF
senden bir önceki yazı sana tam da tezatken kardeş
ve sana yorum ona yapsam daha anlamlı asla değilken
ve çünkü soru sorup anlamaya çalışıp bir başka dünyadan
ve onun yaptığı bir noktadan sonra artık zevzeklikken,
e, bir noktada bende tükenirim ve bilirsin elbet,
bende insanım sonuçta.
eyvallah.