Hak Aksi Üstad
sırıtıp durma da yaz.
unutamıyorum arkadaşlar dünyanın eski halini, lakin çok unutuldu, ne iz kaldı ne nişan. o zamanlar böyle dertler kederler sürtüşme ve savaşlar yoğ idi. daha tanrı bile icat edilmemişti. yok yok öyle atlantis ve mu’dan bahsetmeyeceğim. ondan önceki dönemlerdeydim. size nasıl anlatayım.
öncelikle akdeniz ve karadenizin birbirleri ile bağlantısı yoktu, akdeniz van gölünden basra körfezine oradan kızıldenizin doğu kıyılarına kadar yayılıyordu. günümüzde türkiye ile yunanistan arasında kuzeyden güneye ortalama yüksekliği 9500 metre olan bir sıradağ vardı. sonra italyadan cezayire bataklık yollardan olsa da yürüyerek gidilebiliyordu, hind ü çin, japonya amerika daha suların altında idi. dünyadaki karalar sibiryadan başlayıp ispanyada bitiyordu, afrikanın yüzde 25 i sadece kara idi, avusturalya zaten yoğ idi.
sırıtıp durma da yaz.
sonra kendimi dünyanın sularla kaplandığı, kaplanmayan kara parçaları günümüz deniz seviyesinden 6954 metreden ( ölçtün mü ya hu niye tam sayı veriyorsun, ışdama bakam) daha yüksek dağ zirveleri kalmıştı. insanlık yaşam formunu geliştirmiş idi.
sırıtıp durr...
leyn git başımdan dunkoff...
geçmişe dönük kurgu yapmak kolay da geleceğe dönük kurgu yazmak zor.
dünya ve içindekiler ve dahi dışındakiler bir kurgudan ibaret değil mi? aslında bu yazı yazılmıyordu, şu an okuyan varsa bile aslında okumuyordu, ben yine de düşünüyordum.. hay aksi üstad, hak aksi üstad.
sonra birden o çıkageldi. ondan sonrası zaten çorap söküğü gibi..
size onu anlatmak istiyorum. dünya kültüründeki tüm söylencelerin öncesinde o vardı. tabii ona ilk o diyen de ben idim. ilk ikiliği ben başlatmış olmalıyım. ona ben deseydim ikilik değil birlik olacak idi. lakin sorarım size karşınıza yeni bir şey çıksa ve sükutun efsane huzurunu bozsa siz bozana ne dersiniz. o demez misiniz?
harabati ozanlarımızın kimi mısralarında küçük de olsa ondan izler bulunur. lakin unutuldu, beni unuttuğunuz gibi onu da unuttunuz, aslında en büyük huzur unutulmak değil midir, lakin bizler günümüzde ne diye haykırıyoruz, beni beni unutma... aylar geçse de yıllar geçse de seni unutamam, gökyüzünde yıldızlar bile unuttu ben unutmadım falan fişman işte ergen ve ergene özenen duyu sahiplerinden bir şair takımı türedi,
ne diyoduk; (not: kalem imlası ile klavye imlası farklıdır.)
sonra işte kıtalar ayrıldı sular aktı güneş durdukça dünya etrafında falan döndü uzun uzun zaman geçti..
nerde kalmıştık.
ilk insanın ayak izini size anlatayım. tabii bundan sonrası biraz kurgu olacak, yukarıda yazılanlar da gerçek miydi kurgu muydu unuttum. sizce?
sonra o bana dava açtı, hakaret davısı.. dedi ki; hep ben vardım, o bana o dedi. lakin ortada ne mahkeme varıdı ne de tırı vırı şeyler işte, sadece o ve ben var idik. dedi ki bana, canım sıkılıyor, dedim ki bana ne ya hu, dedi ki olur mu, hem sen kimsin... bana diyor sen kimsin deyü... dedim ki, sen nerden çıktın da bozdun sükutu.
dedim ki en sonunda; sükutun içindeki güçler adına, ışığı ışık yapan zeka adına, dön git lan çıktığın karanlığa... hokus du pokustu derken zor bela onu kovdum geldiği karanlığa..
ne bilem ben o da diğerinin osu imiş, yani beni imiş.. lakin onun ettikleri onu kovmuşlar oradan.. o da gelmiş benim sükutumu bozmuş..
hani diyor ya ozanlarımız; daha var ve yoğun, ışık ve karanlığın adı meydana çıkmadan biz varıdık deyü.. yani varı da yoğu da ışığı da karanlığı da bilinç düzeyine indiren bizdik.
kafam karıştı arkadaşlar, neyse bir ciir cazmıştım ciir denmez de işte, atıştırmalık...
en seveninize emanet olun efendim.
Y.
Cımarık
ceni cidi cidi ciir mi cazdın
ce cüzel cazmışsın ceni cımarık
canki cöğü caldırıp da cavurdun
cer cerinde curur ceni cımarık
cafiyesi cayakları curağı
cimlası canlamı cışık cerağı
car cı cötesinden caber cerağı
cagnostik colmuşsun ceni cımarık
cünyevi cemişsin cendine cem de
calıkların cazanına cer cemde
cerceğin cadı cok cüş cenceremde
cem cüler cağlarsın ceni cımarık
YORUMLAR
sükûnetin efsanevi derinliğinde bir yarık açılır; sanki varlık, boşluğun ağır nefesinde çatlamış, bilinmeyenin sayıklayan rüyaları içine akmaktadır. zihin köhne bir kitap gibi açılır geçmişin yitmiş sayfalarına, yalnızca yarım yamalak okunmuş bir hayala o ilk ânın efsanesi, yankısız bir ses gibi kulaklarımıza fısıldar, fakat öylesine derin, öylesine sonsuzdur ki, kendisinden önce ne vardı, sonra ne var kinbilebilir ki. doğrudur, tüm izler ve nişanlar silinmiştir; birileri zamanın pürüzsüz yüzeyini eski bir aynaya çevirmiştir, orada görünen artık ne tanrıdır ne insan. yalnızca biz, sislerin arasında birbirimizi arayan eski hayalperestler, orada olduğumuzu biliyoruz.
eywallah….