- 49 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
CEYLAN SOKAĞININ UŞAKLARI 2
CEYLAN SOKAĞININ UŞAKLARI 2
Babama, kendisine çıkan büyük ikramiyeden dolayı"Yüz binlik" lakabını takmışlardı.
Daha otuzlu yaşlarınının henüz başlarında, böylesi büyük bir paraya sahip olmak, çok büyük bir şans demekti.
Bir anda çevremiz eş dost akrabalar ile dolmuştu.
Kerpiçten evimiz yıktırılmış, yerine karşılıklı iki katlı ortasında bahçesi olan taş bina yaptırılmıştı.
Yetmişli yılların başında kimsenin evinde televizyon,telefon, çamaşır ve bulaşık mdkinesi , fırın yokken bizim evimiz birdenbire bunlarla dolmuştu.
Kırmızı şakayıktan koltuk takımlarımız Ankara’ dan özel getirtilmişti.
Hele bir vitrinimiz vardı ki otur karşısına saatlerce izle.
Kristal avizemiz pırıl pırıl ışık saçıyordu.
Tabi ki o misafir odasına, ancak misafirler gelince girilir, bizler genellikle diğer odalarda oyalanırdık.
Para mutluluk getirseydi ,bizler bir ömür mutlu yaşardık.
Ancak o hazır para bize asla mutluluk getirmedi.
Babam uzak yakın tüm akrabaları gönülledi, hepsinin ihtiyacına göre az veya çok ihtiyacını giderdi.
Asla ama asla,ne öncesi ne de sonrasında ağzına almadı ve konuşmadı bu yaptığı iyilikleri!
Kimine ev, kimine iş yeri açtı.
Kimini evlendirdi.
O parayı hiç bitmez sanıyordu.
On yıl içinde kum gibi eriyip gitti o paralar.
Etrafındakiler tutunurken, babam yavaş yavaş kaydığını fark edemedi.
Daha kırk yaşına varmadan büyük bir çöküş yaşadı ve hastalandı.
Kalan son paraları da sanatoryum için ayırıyor aylarca gidip orada yatıyor sonra kısa süreliğine yanımıza geliyordu.
İşte o günlerde anlamıştık bu evin geçimini sağlamak anneme ve biz çocuklara düşüyordu.
Kırk yaşına bastığı o günlerde babam aramızdan ayrıldı ne yazık ki!
Çok ağladık hem de çok!
Ama çaresi yoktu artık.
Yapayalnızdık bu hayatta.
Komşumuz olan Hacı Reşit dayı, Zadeli köyünden zengin bir adamdı.
Yaşlı ama bir o kadar da çalışkandı.
Üzüm bağları, zeytin bahçeleri vardı.
Bir gün hanımı Hamide Kâri ile bize geldiler.
Konuşurken kırmamak için çabalıyorlardı.
" Hacı, biz işçi bulamadık. Eksiğimiz var .Bir kaç gün bize çocuklarla yardıma gelin!" dediler
Aslında neredeyse on oniki kişi yardımcı eleman vardı.
Ama bize, bizi kırmadan nasıl yardım edebileceklerinin derdine düşmüşlerdi.
Annem ,
"olur Haci dayı gelirik!" dedi.
Sabah etkenden kalktık. Traktörün römorkuna yirmi kişiye yakın doluştuk.
Bizden başka giden komşular ve ben gibi onbeş onaltı yaşlarında olan komşu kızları da vardı.
Üzümleri kesip zembillere dolduruyor sonra da o ağır zembilleri annemin başına kaldırıp koyuyorduk.
Annem traktörün römorkuna boşaltıp geliyordu.
Römork dolunca onu şarap fabrikasına götürüyorlardı.
Kilis’ te üzüm kesme mevsimi sıcağın en şiddetli olduğu döneme denk gelirdi.
Sıcak beynimizi eritecek derecede etkili oluyordu.
Başımız ağrıyor ama çalışmaya devam ediyorduk
Artık evimize para lazımdı.
Üzüm tiyeklerinde üzümler salkım salkım toprağa yanlarını vermiş buğulu buğulu bizlere bakıyorlardı.
Ellerimizi uzatıp kesiyor zembilleri dolduruyorduk.
O kadar iri iri salkımlar oluyordu ki ağzımız sulanarak bakıyorduk.
Çalışırken yemek ayıp olurdu.
Annem "sakın ha!" derdi.
"Öğlen yemekte getirip önünüze koyarlarsa yersiniz. Yoksa sakın ha sakın!" derdi.
Yemezdik. Beklerdik.
O sıcak havada üzüm salkımları bile ateşe keserdi.
Güneş tam tepemizde bütün gücüyle etkisini gösteriyordu.Ama bir türlü mola vermiyorlardı.
Bir römork daha dolsun.
Römork yükünü boşaltıp gelinceye kadar yemek yenirdi nasılsa!
Üzüm salkımını keseyim diye elimi salkımın üstüne attım ama elime sanki buz gibi bir şey dokundu.
Anlayamadım.
Kesmeye devam ettim.
Birdenbire salkımın arkasında kocaman bir yılanın, tiyeğin dibinde yattığını görmemle kendimi yere , geriye atmam bir oldu.
Koca bir engerek yılanı idi.
Hacı dayı ve diğerleri ellerine kürek, taş ne geçerse yılanı orada öldürdüler.
Bana bir su içirdiler.
Elim ayağım buz kesmişti sanki.
Biraz sonra annem," haydi çalışmaya devam!" dedi.
"İmkansız ben üzüm kesmem artık !" dedim.
Anam, " o zaman sen üzümleri taşı ben senin yerine keseyim!" dedi
Böylece iş değişimi yaptık.
İlk zembili iki kişi kaldırıp başımın üstüne koydu ama, sanki başım içine çöktü.
Aman Allahım!
Bu nasıl bir ağırlık?
Boyun damarlarıma bir şey oldu o anda.
Sendelemeye başladım.
Annem, ne oldu ? dedi
Yok yok götürürüm dedim ama ilk darbemi almıştım.
Sendeleye sendeleye traktörün römorkuna ulaştım.
Boşalttım.
Ölüyor da olsam, pes etmeyecektim. Anneme yazık değil mi?
Bu ağırlığı öğleye kadar gık demeden nasıl taşıdı ise ben de taşıyacaktım.
İşte o gün başlamıştı benim, daha doğrusu bizim hayat mücadelemiz.
Bir ben değildim ki!
Ceylan Sokağının bütün sakinleri neredeyse bizim gibiydi.
Hayata tutunmak için çalışmak zorunda idik.
Hazır paranın hayır getirmediğini, illâ ki emek vererek alın teri ile kazanmanın gerekliliğini çok iyi anlatmıştık.
Çok çalıştık.
Hâlâ da severek isteyerek, mücadele ederek çalışıyoruz.
Biliyoruz ki çalışırsak varız!
Biliyoruz ki çalışırsak bir adım daha öne çıkabiliyoruz!
Biliyoruz ki çalışırsak kimsenin variyetinde gözümüz olmaz!
Selam olsun , benim gibi çalışıp çırpınıp hayata tutunabilen Ceylan Sokağının tüm uşaklarına!
31.10.2024
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
YORUMLAR
AYRIKOTU
Çok teşekkür ederim.
Biliyorum ki bu hayat bir mücadele!
Bizler de o mücadeleyi ancak çalışarak kazabiliriz!
Gönlünüze sağlık!
Selâm ve sevgilerimle!🌹