- 192 Okunma
- 0 Yorum
- 4 Beğeni
GÖKYÜZÜ VE ÇİMENLER
Sokağa adımını atar atmaz geri geri gitti ayakları hemen… “İçeri mi dönsem” dedi. Orada bu kadar ayrımına varmıyordu, iki yaka arasındaki farkın… İçeri - dışarı aynı bütünün iki farklı bölgesi gibi uzanıp gidiyordu önünde… Ortada belli belirsiz bir sınır çizgisi…
Ne zaman kapıyı açıp çıkmaya kalksa dışarı -işe gitmek dışında bir amaçla-, belirsiz olmaktan çıkıyordu o çizgi… Altını çizmek ister gibi bir şeylerin, gitgide daha beter kalınlaşıyor, “Emin misin?..” diye sorgulamasına neden oluyordu kendini… “Gerçekten çıkmak istiyor musun dışarı?”
Oto tamirhanesinde hiç sırıtmayan giysisi bu sokakta öylesine bir gezinmek söz konusu olduğunda kocaman bir kahkahaya dönüyordu bir anda. Üstelik içinde neşenin zerresi olmayan, muhatap olduğu insanı un ufak edip içinde kaybeden türden…
Ayrıca kahkahalarıyla onu yerin dibine sokan, varlığına küstüren sadece üzerinden dökülen o pantolonu, gömleği falan da değildi… Cebindeki cüzdanın o cebi hiç zorlamayacak yassılığıydı… Uslu çocuklara benzer o varla yok arası duruşu… Para yoktu ki içinde, asi asi meydan okusundu cebe; “buradayım” diyen o kabarıklıkta kendini bulup gurur duysun…
Karşıdan biri görse yüzünde abes kaçan, yerini şaşırmış bir duygu olarak görebilirdi o öfkeyi. Günlük güneşlik bir gün ve gencecik bir oğlanın içinde bulunduğu o görüntü ılık bir gülümsemede karşılık bulurdu ancak, ona bakanların yüzünde… Ama ‘kendi dibini aydınlatmayan mum’ misali o resmin baş kahramanı açısından; tebessümle uzak yakın bir ilgisi yoktu içinde var olduğu o yaşam kesitinin.
Cüzdanının derdindeydi O. Onun içindekilerin miktarıyla ne kadar özgür olabileceğini ölçüyordu üzerinden geçtiği bu sokaklarda. Şu fiyakalı genç, az önce son model arabayla önünden geçen, güneş gözlüklü… Onunkinin yüzde kaçı kadar bir özgürlük payı vardı mesela hayat denen o pastadan tatmak için?.. Kaç dilim hakkı vardı?
Evinin yakınlarındaki park belirdi birden önünde… Ne zamandır geçmediği bir sokakta... Ne zaman sapmıştı bu sokağa, parka ne zaman varmıştı, fark etmemişti bile… “Gel!..” diyordu sanki; onu masal alemine benzeten çok güzel bir ışıkta… “Ağaçlar, çimenler, gökyüzü emrine amade… Çayla simit de var… Çok parası olanların yüz vermediği şu değişmez ikili hani… Aslında en güzel dilimlerinden olan hayat pastasının… Gökyüzüne ve çimenlere uzak düşmeyen şeyler… O fiyakalı genç gibi pahalı kafelere gidenlerin çok uzak kaldığı o gökyüzü ve çimenlere…”
Hatırlamayacağı kadar uzun bir zamandan beri ilk kez gülümsedi bu çağrı karşısında ve hemen parka yöneldi. Cüzdanını hor görmedi ilk kez… Hatta okşadı bile bulunduğu cebi… Simitle çaya fazla fazla yeterdi içindeki.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.