- 162 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSLAM DİNİNDE AMELDE HAK MEZHEPLER DÖRTTÜR.
Mezhep sözlükte gidilen takip edilen yol demektir.Dini bir terim olarak ise müctehitlerin Edille-i Şeriyyeden çıkardıkları mes’eleler ve hükümler topluluğudur.
Peygamber savEfendimiz hal-i hayatta iken Müslümanlar her türlü mes’elelerini Peygamber Efendimizden onun vefatından sonra da Sahabe-i Kiramın büyüklerinden öğreniyorlardı.
Fakat İslam Dininin geniş alanlara hızlı bir şekilde yayılması ve Sahabe Efendilerimizin de vefat etmeleri dolayısyla Müslümanların sorularına cevap verecek Alimlere ihtiyaç duyuldu.İşte burada Mezhep Alimleri dediğimiz zatlar müslümanların yardımına yetişti.
Mezhep İmamları,Dini meseleleri Sahabe-i Kiramdan ve onlardan sonra gelen Tabiin Efendilerimizden öğrenmişler ve bunları bir araya toplamışlardır.Ayeti Kerime,Hadisi Şerif ve İcmada bulunmayan konularda ise kendi ilmi görüşlerini Ayeti Kerime ve Hadisi Şeriflere uygun olarak bildirmişler,böylece bugünkü Mezhepler meydana gelmiştir.
Peygamber Efendimiz sav vefat ettiklerinde Kitap ve Sünnet Sahabe Efendilerimizin ezberlerinde bulunuyorduShabe Efendilerimiz ra.içerisinde Kur’anı Kerim ve Sünneti ezberinde bulunduranlar,onları iyi anlama konusunda ilmi yeterliliği olanlar fetva veriyorlardı.Bunlara Sahabelerin alimleri denilmekteydi.HzÖmer,Hz. Ali kv.Abdullah Bin Mesut,Hz Aişe ra.ve Hz. Abbas ra.bunlardan en meşhur olanlarıydı.
Dört Halife döneminde ve daha sonraki zamanlarda Müslümanlar karşılaştıkları meseleleri bu zatlara gelip soruyorlar,onlarda Kitap ve Sünnete göre hüküm veriyorlardı.Bu ikisinde de bulamazlarsa İctihat ediyorlar,İcma veya Kıyas yoluyla meseleyi çözümlüyorlardı.Böylece İslam Hukuku ve İslam Fıkhı yavaş yavaş şekilleniyordu.
Bu Sahabeler farklı bölgelere yerleşerek ilim ve irfanlarıyla İslama hizmet ediyorlar,yüzlerce binlerce talebe yetiştiriyorlardı.Sahabelerin yetiştirdiği bu talebelere Tabiin denilmekteydi.Peygamber Efendimiz sav.nin bıraktığı ilim mirası bu nesle geçmişti.Tabiin Efendilerimizin içerisinde de İctihat edebilecek seviyeye gelmiş pek çok Alim zat vardı.
Tabiin Alimleri Sahabilerin rivayet ettikleri Hadisi Şerifleri ve onların içtihatlerini düzenleyip bir araya toplamışlardı.Bunun yanısıra hakkında Ayeti Kerime,Hadisi Şerif ve Sahabelerin ictihadının olmadığı meselelerde kendileri de ictihatta bulunmuşlardı.Tabiin Alimlerinin yetiştirdiği bu talebelerede Tebe-i Tabiin yanı Tabiine tabii olanlar denilmekteydi.
Bugün Dört Mezhep nasıl ortaya çıktı dersek bunun ortaya çıkmasında bir değil birden fazla sebepler vardır.İslamiyetin zamanla çok geniş alanlara yayılması ve müslümanların sıcak soğuk vb.farklı koşullarda yaşaması,bazı ameli hükümlerde değişiklikleri gerekli kılmıştır.
Bu hükümler dediğimiz gibi İslamın temel konularında yani itikadı konularda değil,ibadetle alakalı konulardadır.Burada Mezhep İmamları devreye girmiş,yaşadıkları bölgenin şartlarına uygun olarak aynı konuda farklı ictihatlerde bulunmuşlardır.Bu ictihatlerin amacı,insanların daha kolay ve rahat ibadet etmeleri huzur ve saadete ermeleri içindir.
Mezhepler İtikadi ve Ameli olarak ikiye ayrılır.İtikatte Mezhep,Ehl-i Sünnet ve Cemaat Mezhebidir.Bu da Peygamber Efendimiz sav.ve Eshabınınb itikadı,inancı ve ameli üzere olanların mezhebidir.İtikatte mezhep İmamlarımız yani Ehl-i Sünnet Mezhebinin temsilcileri olan Mezhep İmamlarımız iki tane olup,Maturidiyye ve Eş’ariyye olarak isimlendirilmişlerdir.
Maturidiyye ve Eşariyye Mezheplerinden her ikisi de Ehl-i Sünnetin birer koludur ve Hak Mezheplerdir.Müslümanlar bu iki Mezhepten birisine mensup isler Ehli Sünnet Mezhebine uymuş sayılırlar.(1)
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:(Ümmetim, 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si, Cehenneme gidecek, yalnız bir fırka kurtulacaktır. Cehennemden kurtulacak olan tek fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi, İbni Mace]
Ehl-i sünnet vel cemaat, sünnet ve cemaat ehli demektir. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimizin cemaatidir. Sünnet de, Peygamber efendimizin yolu demektir.
Demek ki, (Ben, sadece Kur’ana ve sünnete yapışırım) demek yetmiyor. Eshab-ı kiramı sevmek ve onların yolunda olmak da şarttır. Peygamber efendimiz, (Sadece benim yolumdan gidenler cennetliktir) demedi. (Benim ve Eshabımın yolunda gidenler) buyurdu. Bu çok önemli bir inceliktir.
Eshab-ı kiramın tamamını sevmek, sadece Ehl-i sünnet fırkasına nasip olmuştur. Şu halde, doğru yolda olmanın ölçüsü, Resulullahın ve Eshabının yolunda olmaktır. Her grup, ben Ehl-i sünnetim diyebilir. Bunu öğrenmenin, yolu da vardır. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez.
İki âyet-i kerime meali:
1.(Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.) [Ankebut 69]
2.(Allah, kendisine yöneleni doğru yola iletir.) [Şûra 13]
İmam-ı Matüridi ,Ehl-i sünnetin iki itikad imamından birincisidir. İsmi, Muhammed bin Muhammed Matüridi’dir. Künyesi, Ebu Mensur’dur. Doğum yeri Semerkand’ın Matürid nahiyesidir. Hicri 333 (m. 944) yılında Semerkand’da vefat etti.
İmam-ı Matüridi, imam-ı a’zam Ebu Hanife’nin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet itikadının, kelam bilgilerini, ondan nakledenler vasıtasıyla kitaplara geçirdi, izah ve ispat etti. Kelam ilminde, akaidde müctehid olan imam-ı Matüridi, kelam ve fıkıh ilmini Ebu Nasr İyad’dan öğrendi.
İlimde çok iyi yetişen imam-ı Matüridi, çeşitli kitaplar yazmak ve talebe yetiştirmek suretiyle Ehl-i sünnet itikadını yaymıştır.
Yetiştirdiği talebelerden el-Hakim es-Semerkandi adıyla meşhur Ebul-Kasım ishak bin Muhammed, Ebu Muhammed Abdülkerim bin Musa el-Pezdevi, Ebul-Leys el-Buhari ve Ebul-Hasen bin Said gibi ilim ve takva yönünden yükselmiş olan büyük âlimler başta gelmektedir. Böylece, İmam-ı a’zam hazretlerinden gelen itikad bilgilerini nakleden İmam-ı Matüridi’den sonra da, talebeleri ve talebelerinin talebeleri bu hususta binlerce kitap yazarak, Peygamber efendimizin gösterdiği doğru yol olan Ehl-i sünnet itikadını yaymışlardır.
İmam-ı Matüridi’nin yaşadığı devir, Abbasi Devleti’nin zayıflamaya başladığı ve yeni İslam devletlerinin kurulduğu, çeşitli siyasi güçler ve itikadi fırkalar arasında mücadelenin arttığı bir zamana rastlar. İmam-ı Matüridi de diğer İslam âlimleri gibi, kendi zamanında Ehl-i sünnet itikadını müdafaa etmiş, açık bir şekilde izah ederek yaymış ve müslümanların bu doğru itikada uymalarını sağlamıştır. Bu hususta takip ettiği usul, İmam-ı a’zamın el-fıkh-ül-ekber, er-Risale, el-fıkh-ül-ebsat, el-Âlim vel müteallim ve el-Vasiyye gibi itikadla ilgili kitaplarında bildirilen itikad bilgilerini, akli ve nakli delillerle açıklayarak tasnif etmek olmuştur. Böylece Matüridi hazretleri, Ehl-i sünnet itikadında müctehid imam oldu.
Eserleri:
Hayatını ilme ve Ehl-i sünnet itikadını yaymaya hasreden ve bu hususta büyük hizmetler veren Matüridi hazretleri, benzerine rastlanmayacak ölçüde değerli eserler yazmıştır. Başlıca eserleri şunlardır
1) Kitab-üt-tevhid: Bu kitapta sapık fırkaların sözlerinin yanlış olduğunu ispat edip, doğru itikad olan Ehl-i sünnet itikadını çok mükemmel bir şekilde açıklamıştır.
2) Tevilat-ül-Kur’an: Tefsire dair benzeri az bulunan bir eserdir. Semerkandi bu esere büyük bir şerh yazmıştır.
3) Reddü Evaili’l-Edille lil Ka’bi ve Beyanü vehmi’l Mutezile: Mutezileyi reddeden ve çürüten bir eserdir.
4) Er-Reddü ala usül’il Karamita: Karamita fırkasını reddeden bir eserdir.
5) Reddu kitab-ül-imame li Ba’zir-Revafiza: Eshab-ı kirama düşman olanları reddeden bir eseridir.
6) Kitab-ül-makalat fil-kelam: Kelam ilmine dair bir eseridir.
7) Me’haz-üş-şeriyye: Fıkıh ilmine dairdir.
8) Kitab-ül-cedel: Usül-ü fıkıh ilmine dair olan bu eserinden başka kitapları da vardır.
İmam-ı Matüridi’nin naklen bildirdiği Ehl-i sünnet itikadının esaslarından bazıları şunlardır:
Allahü teâlâ kadim olan zatı ile vardır.
Her şeyi, O yaratmıştır. Birdir. İbadete hakkı olan da Odur. Ondan başka hiçbir şey, ibadet olunmaya layık değildir. Kâmil sıfatları vardır. Bu sıfatları; hayat, ilim, semi’, basar, kudret, irade, kelam ve tekvin’dir. Bu sıfatları da ezelidir. Allahü teâlânın isimleri tevkifidir, yani dinimizde bildirilen isimleri söylemek uygun olup, bunlardan başkasını söylemek yasak edilmiştir.
Kur’an-ı kerim Allah kelamıdır, Onun sözüdür. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimi harf ve kelime olarak gönderdi. Bu harfler mahluktur. Bu harf ve kelimelerin manası, Kelam-ı ilahiyi taşımaktadır. Bu harflere, kelimelere Kur’an denir. Bu harf ve kelime kalıpları içinde Kelam-ı ilahi olan Kur’an mahluk değildir. Allahü teâlânın öteki sıfatları gibi ezelidir, ebedidir.
Allahü teâlâyı müminler Cennette, cihetsiz olarak ve karşısında bulunmayarak ve nasıl olduğu anlaşılmayarak ve ihatasız, yani şekli olmayarak görecektir. Nasıl görüleceği düşünülemez. Çünkü Onu görmeyi akıl anlayamaz. Allahü teâlâ, dünyada görülemez. Bu dünya ve insanın bu dünyadaki yapılışı Onu görmek nimetine kavuşmaya elverişli değildir. Dünyada görülür diyen yalancıdır. Hazret-i Musa, Peygamber olduğu halde bu dünyada göremedi. Peygamber efendimiz mirac gecesinde gördü ise de, bu dünyada değildi. Dünyadan çıktı, ahirete karıştı. Cennete girdi ve orada gördü.
Allahü teâlâ, insanları yarattığı gibi, insanların işlerini de, O yaratıyor. İyi ve kötü işlerin hepsi Onun takdiri, dilemesi iledir. Fakat iyi işlerden razıdır, fenalardan razı değildir, insanın yaptığı işte, kendi kuvveti de tesir eder. Bu tesire "kesb" denir.
Peygamberler Allahü teâlâ tarafından seçilmiş, gönderilmiş insanlardır. Onların Allahü teâlâdan getirdiği her haber doğrudur, yanlışlık yoktur.
Kabir azabı, kabrin sıkması, kabirde Münker ve Nekir denilen meleklerin soru sorması, kıyamette her şeyin yok olacağı, göklerin yarılacağı, yıldızların yollarından çıkıp dağılacakları, yer küresinin, dağların parçalanması ve herkesin mezardan çıkması, mahşer yerinde toplanması, yani ruhların cesetlere gelmesi, kıyamet gününün zelzelesi, o günün dehşeti, korkusu ve kıyamette sual ve hesap, iyiliklerin ve günahların oraya mahsus bir terazi ile tartılması, Cehennem üzerinde sırat köprüsünün bulunması vardır. Bunların hepsi olacaktır.
Müminlere mükafat ve nimet için hazırlanmış olan Cennet, kâfirlere azap için hazırlanmış Cehennem şimdi vardır. Her ikisini de Allahü teâlâ yoktan var etmiştir. Cennet ve Cehennem ebedi, sonsuz kalınacak yerdir. Zerre kadar imanı olan ve bu iman ile ahirete göçen Cehennemde ebedi (sonsuz) kalmayacaktır.
İbadetler imana dahil değildir. Farzların farz olduğuna inanıp, tembellikle yapmayan kâfir olmaz.
Mümin ne kadar büyük günah işlerse işlesin imanı gitmez. Ancak farzlara ve haramlara, olduğu gibi inanmak lazımdır. Emir ve yasaklardan herhangi birine inanmamak veya hafife almak veya alay etmek, değiştirmeye kalkışmak imanı giderir ve sonsuz olarak Cehennemde yanmaya sebep olur.
Halifelikten konuşmak, dinin esas bilgilerinden değildir. Dört halifenin yüksekliği halifelik sıralarına göredir. Eshab-ı kiramın hepsini istisnasız sevmek ve hürmet etmek lazımdır. Hepsi adil ve din ilimlerinde müctehid idiler.
Muhammed aleyhisselama iman edenler, başka Peygamberlerin ümmetinden daha üstündür.
Matem tutmak, dinde yoktur. Üzülmek başka, matem tutmak başkadır. Hadis-i şerifte, (İki şey vardır ki, insanı küfre (imanın gitmesine) sürükler. Biri, bir kimsenin soyuna sövmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır) buyuruldu.
Resulullaha, Eshab-ı kirama, Tabiine ve evliyaya tevessül ederek, yani onları vesile ederek dua etmek, duanın kabulüne sebep olur.
Dini deliller müctehidler için dörttür: Kitap, Sünnet, icma-i ümmet, Kıyası fukaha. Avamın delili müctehidin fetvasıdır.
Tenasühe, yani ölen insanın ruhunun başka bir çocuğa geçerek, tekrar dünyaya gelmesine inanmak, dine aykırıdır. Böyle inananın imanı gider.
Kıyamet günü Allahü teâlânın izni ile iyiler kötülere şefaat edecek, araya girecektir. Peygamber efendimiz, (Şefaatim ümmetimden günahı büyük olanlaradır) buyurdu.
Peygamberin mucizesi, evliyanın kerameti ve salih müminlerin firaseti haktır.
Evliyanın kerameti, vefatından sonra da devam eder.
Her bid’at dalalettir, sapıklıktır. Bid’at, dinde sonradan yapılan şey demektir. Peygamberimiz ve dört halifesinin zamanlarında bulunmayıp da, onlardan sonra dinde meydana çıkarılan, itikad ve ibadet olarak yapılmaya başlanan değişikliklerdir ve büyük felakettir.
Mest denilen ayakkabı üzerine mesh ederek (ıslak el ile dokunarak) abdest alınır. Çıplak ayak üzerine mesh edilmez.
Ebu Mensur-i Matüridi hazretleri, irade-i cüziyye hakkında buyurdu ki:
İrade-i cüziyye, bir varlık değildir. Var olmayan şey, yaratılmış olmaz, irade-i cüziyye, kullarda bir haldir. Kuvveti, bir şeyi yapmak ve yapmamakta kullanmaktır. Kullar, irade-i cüziyyelerini kullanmakta serbesttir. Mecbur değildir. Şeytana, (İrade, bende bir haldir, iyiliğe kullanırsam Allahü teâlâ iyiliği yaratır. Kötülüğe sarf edersem, onu yaratır. Eğer sarf etmezsem, ikisini de yaratmaz) diye cevap verilir.
Allahü teâlânın, kul irade etmeden de, yaratması caiz ise de, ihtiyari olan işleri yaratmaya, kulların iradelerini sebep kılmıştır. İrade-i cüziyyemizin sebep olması da, Allahü teâlânın iradesi iledir. Kul, bir iş yapmak irade edince, Allahü teâlâ da, o işi irade ederse, o işi yaratır. Kul irade etmezse, ihtiyari olan o işi yaratmaz. Şu halde, kul irade-i cüziyyesini ibadete sarf ederse, Allahü teâlâ, ibadeti yaratır. Eğer günahlara sarf ederse, günahları yaratır.
O zaman kul, dünyada fena olur, ahirette azap görür. Böyle olduğunu bilen bir kimseye, şeytan bir şey diyemez.
(Siz, ancak Allahü teâlânın dilediğini arzu edersiniz!) mealindeki âyet-i kerimenin manasını, Ebu Mensur-i Matüridi hazretleri şöyle açıklıyor: "İhtiyari işleriniz, yalnız sizin iradenizle olmaz. Sizin iradenizden sonra, Allahü teâlâ da, o işi irade edip yaratır.”(2)
İmam-ı Eşari,Ehl-i sünnetin iki itikad imamından biridir. İsmi, Ali bin İsmail’dir. Künyesi, Ebu’l-Hasen’dir. 260 veya 266 (m. 879) senesinde Basra’da doğdu. 324 veya 330 (m. 941) da Bağdat’ta vefat etti. Basra kapısı ile Kerh arasındaki kabristana defnedildi. Soyu, Eshab-ı kiramdan büyük bir sahabeye dayanmakta olup, şeceresi şöyledir: Ali bin İsmail bin İshak bin Sâlim bin İsmail bin Abdullah bin Musa bin Bilal bin Ebi Bürde bin Ebu Müsel-Eşari’dir.
İmam-ı Eşari, üvey babası ile mutezile kelamcılarından olan Ebu Ali Cübbai’nin talebesi olduğundan, bu bozuk yol üzerine yetiştirilmişti. 40 yaşına kadar mutezile fırkasında bulundu. Bu fırkanın meşhurlarından oldu. 40 yaşından sonra, Ramazan-ı şerifte gördüğü rüyada Peygamber efendimizin emri üzerine, bu bozuk yoldan dönüp, ehli sünnet itikadına girdi.
Bu rüyasından sonra onbeş gün evinden çıkmadı. Meseleleri derinlemesine inceleyip, gözden geçirdi. Sonra Basra Camii’ne gidip, kürsüye çıktı. O sırada mutezile bozuk yolunun meşhur ve kuvvetli âlimlerinden sayılan ve böyle bilinen imam-ı Eşari, kürsüden cemaate şöyle hitap edip: "Ey insanlar! Çoktan beri size görünmez oldum. Dikkatle düşündüm. İnsafla inceledim. Yanımdaki delilleri gözden geçirdim. Tercih hususunda zorlandım. Sonunda Allahü teâlâdan beni hidayete, doğru yola kavuşturmasını istedim, dua ettim. Allahü teâlâ beni hidayete, doğru yola kavuşturdu. Mutezile yoluna ait itikadlarımın hepsinden vazgeçip, kurtuldum" diyerek, Ehl-i sünnet itikadına girdiğini herkese ilan etti.
Önceden mutezile yolu üzere yazdıklarını ve bildirdiklerini iptal etti. Ehl-i sünnet itikadı üzere kitaplar yazıp, dağıttı, ömrünün sonuna kadar bu doğru itikadın yayılması için uğraştı.
Ebu’l-Haseni Eşari hazretlerinin Ehl-i sünnet mezhebine geçmesi ile, kelam ilmi, mutezilenin elinden kurtulmuş oldu. Onların elinde tehlikeli ve zararlı iken, doğru yolda gidenlere rehber oldu. Onun Ehl-i sünnete geçmesi, Ehl-i sünnet itikadının yayılmasında büyük bir zafer olmuştur. O zaman tesirli ve zararlı olan mutezile yolu mensupları, imam-ı Eşari hazretleri tarafından susturulmuştur. Onları öyle zorlayıp sıkıştırdı ki, hepsi küçük ve güçsüz karıncalar gibi kaldılar. Daha önce hocası olan mutezilenin ileri gelenlerinden Ebu Ali Cübbai ile yaptığı münazarada onu mağlup etti. Çok meşhur olmasına rağmen, Eşari hazretlerinin karşısında cevap vermekten aciz kaldı.
Ebu Sehl Sulûki şöyle anlatır:
"Basra’da bir mecliste Ebu’l-Hasen Eşari ile mutezililer arasında çetin bir münazara oldu. Mutezililer çok kalabalıktı. Onunla münazaraya giren herkes yeniliyor, susmak mecburiyetinde kalıyordu. Öyle oldu ki, o gün artık kimse onun karşısına çıkamadı. İkinci defa böyle bir münazara için gittiğimizde, mutezileden kimse gelmemiş, münazaraya cesaret edememişlerdi. Bunun üzerine bir zat imam-ı Eşari’ye, "Firar ettiler, kaçtılar yaz, kapıya as" dedi.
İmam-ı Eşari hazretleri; tefsir, hadis ve fıkıh ilmini zamanın meşhur âlimlerinden olan Zekeriyya bin Yahya es-Saci’den, Ebu Halife el-Cumhi, Sehl bin Serh, Muhammed bin Yaküb el-Mukri, Abdurrahman bin Halef ed-Dabi’den öğrenmiştir.
Bağdat’ta Cami-i Mensür’da Cum’a günleri Ebu İshak Mervezi’nin hadis derslerine devam etmiş, kendisi de Ebu İshak Mervezi’ye kelam ilmini öğretmiştir.
İmam-ı Eşari hazretleri tasavvuf ilminde de âlim ve evliya idi. Ebu İshak İsferani şöyle demiştir: "Benim ilmim, Şeyh Ebu’l-Hasen Bahili’nin ilmi yanında, deniz yanında bir damla gibidir. Ebu’l-Hasen Bahili’nin de, (benim ilmim, Ebu’l-Hasen Eşari’nin ilmi yanında, deniz yanındaki bir damla gibidir) dediğini işittim."
İmam-ı Eşari, gayet tatlı, açık ve ikna edici konuşurdu. Bu sebeple hocası Cübbai, daha önce münazaralara kendi yerine onu gönderirdi. Hakkın, doğrunun ortaya çıkması için mücadeleyi sever, yazarak ve anlatarak hak uğrunda müdafaadan yılmazdı.
İmam-ı Eşari hazretlerinin zamanı, mutezile fırkasının Ehl-i sünnete çok saldırdığı, hatta zorbaya baş vurduğu bir döneme rastlamaktadır. Valilik, kadılık gibi makamlar, mutezile fırkasından olanların elinde bulunuyordu. Böylece bozuk itikadlarını yayıyorlar, insanları saptırıp, imanları ile oynuyorlardı. Bu sırada imam-ı Eşari ve diğer Ehl-i sünnet âlimleri, kitaplar yazarak onları reddediyor, bozuk fikirlerini çürütüyorlardı. İmam-ı Eşari ayrıca, mutezile fırkasının ileri gelenleri ile çetin münazaralara girip, onları susturdu. Kendisine, neden onların yanlarına, hatta devlet erkanından olanlarının makamına gittiği sorulunca, şöyle cevap vermiştir: "Onlar valilik, kadılık gibi makamlarda bulunuyorlar. Kibirleri sebebi ile bize gelmezler. Biz de gitmezsek, hak nasıl ortaya çıkacak? Ehl-i sünneti anlatanların, onu yayıp, hizmet edenlerin bulunduğunu nasıl bilecekler ve nasıl anlayacaklar?"
Ebu Abdullah ibni Hafif şöyle anlatmıştır:
"Gençliğimde, imam-ı Eşari hazretlerini görmek için Basra’ya gitmiştim. Basra’ya vardığımda, heybetli ve güzel yüzlü, yaşlıca bir zat gördüm. Ona, "Ebu’l- Hasen Eşari hazretlerinin evi nerededir?" dedim. "Onu niçin arıyorsun?" dedi. "Onu seviyorum ve görüşmek istiyorum" dedim. Bana, "Yarın erkenden buraya gel" dedi. Ertesi gün erkenden söylediği yere gittim. Beni yanına alıp, Basra’nın ileri gelenlerinden birinin evine götürdü, içeri girince, o zata yer gösterdiler. O da oturdu. Mutezilenin meşhur âlimleri, münazara için orada toplanmıştı. Biz girip oturduktan sonra, o mecliste bulunanlar, aralarında oturan bir mutezile âlimine çeşitli meseleler sormaya başladılar. O şahıs cevap vermeye başlayınca, beni oraya götüren zat karşısına çıkıp, söylediği yanlış şeyleri reddediyor, doğrusunu söyleyip, onu susturuyordu. Öyle konuşuyordu ki, dinleyenleri tam ikna edip, doyurucu bilgi veriyordu.
Ben, bu zatın haline ve ilmine hayran oldum. Yanımda bulunan birine "Bu zat kimdir?" dedim. "Ebu’l-Hasen Eşari’dir" dedi. İmam-ı Eşari evden çıktıktan sonra, yine peşinden gittim. Yanına yaklaşınca, İmam-ı Eşari’yi ve hizmetini nasıl buldun?" buyurdu. "Fevkalade" dedim.
Sonra, "Efendim, o mecliste neden siz baştan bir mesele sormadınız? Başkaları sorduktan sonra mevzuya girdiniz?" dedim.
“Biz, bunlarla konuşmak için söze girmiyoruz. Ancak Allahü teâlânın dininde yanlış ve sapık şeyler söylediklerinde reddediyoruz. Yanlış olduğunu isnat edip, kendilerine doğrusunu bildiriyoruz” buyurdu."
İmam-ı Eşari; eser yazmak, münazaralara girmek ve kıymetli talebeler yetiştirmek suretiyle, Ehl-i sünnet itikadının yayılması ve böylece insanların saadete kavuşması hususunda büyük hizmetler yapmıştır. Yetiştirdiği talebelerinden bir kısmı şu zatlardır: Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah, Ebu’l-Hasen Bahili, Ebu Abdullah bin Hafif Şirazi, Hâfız Ebu Bekr Cürcani el-ismaili, Şeyh Ebu Muhammed Taberi el-Iraki, Zahir bin Ahmed Serahsi, Ebu Abdullah Hameveyh es-Sayrafi, Dimyani.
Bunlardan Ebu Abdullah Tai, imam-ı Ebu Bekr Bakıllani’nin hocasıdır. Ebu’l Hasen Bahili de Ebu İshak isferani’nin ve hocası olan Ebu Bekr Fürek’in hocasıdır. Bu zat, önceden imamiyye fırkasından iken, Ebu’l-Hasen Eşari hazretleri ile yaptığı bir münazara ve ilmi mübahese sonunda hatasını anlayıp, imamiyye fırkasını terk edip, Ehl-i sünnet itikadına girdi, imam-ı Eşari’nin bildirdiği itikadı Basra’da yaydı, ibni Hafif ise, İmam-ı Eşari’nin en meşhur talebelerinden olup, (Şeyh-i Şiraziyyin) Şirazlıların şeyhi, üstadı ismiyle meşhur olmuştur.
Diğer meşhur bir talebesi olan Dimyani ile İbni Hafif, İmam-ı Eşari’nin münazara meclislerinde yanında bulunurlardı. Talebelerinden Ebu Abdullah Hameveyh es-Sayrafi, uzun müddet imam-ı Eşari’nin yanında bulunmuştur. Sonra memleketi Sirafa dönüp, orada ders verip, talebe yetiştirmiş; imam-ı Eşari’nin bildirdiği itikad bilgilerini memleketinde yaymıştır.
Şeyh Ebu Ali Zahir de, hocası imam-ı Eşari’den öğrendiği Ehl-i sünnet bilgilerini Horasan’da yaydı. Böylece imam-ı Eşari’nin bildirdiği itikad bilgileri, Ehl-i sünnet mezhebi, doğuda ve batıda yayıldı. Hicri 300 senesinden itibaren Irak havalisinde, İran’da yayıldı. Selçuklu devleti hükümdarlarının resmi mezhebi oldu. Daha sonra Atabekler tarafından müdafaa edilip, Şam ve Bağdat çevresinde yayıldı. Selahüddin Eyyübi Mısır’ı fethedince, orada da yayıldı.
Eserleri:
İmam-ı Eşari hazretlerinin eserleri, beş grupta toplanır:
1. Kırk yaşından önce mutezile iken yazdığı eserler. Bunları sonradan iptal etmiştir.
2. Felsefecilere, yahudi, hristiyan ve mecusilere yazdığı reddiyeler.
3. Hariciye, mutezile, şia ve zâhiriyye fırkalarına yazdığı reddiyeler.
4. Makalatlar
5. Kendisine sorulan suallere cevap olarak yazdığı risaleler ve diğerleri.
İmam-ı Eşari hazretlerinin pek çok eseri vardır. Bunları ibni Asakir "Tebyin" isimli eserinde, ibni Fürek’den nakledip, isimlerini yazmıştır, ibni Fûrek ise, "Ebu’l-Hasen el-Eşari, el-Umed (veya el-Gamed) adlı kitabında, kendi eserlerini saydığını bildirmektedir. Bu eserler, onun yanında dersini dinleyenlere söyleyerek yazdırdıkları, çeşitli İslam memleketlerinden sorulan suallere verdiği cevapları ihtiva eden, üçyüzyirmi senesine kadar yazdığı kitaplardır. Bundan sonra üçyüzyirmidört senesine kadar da pek çok eser yazmıştır" demektedir, İbni Fürek ayrıca, Ebu’l-Hasen el-Eşari’nin el-Umed adlı eserinde isimlerini bildirdiği eserlerden başka kitaplarını da bildirmektedir.
"El-Umed" adlı eserde bildirilen kitaplardan bazıları:
1) Kitab-ül-F’usül: Mülhidler (dinsizler), tabiatçı felsefeciler, dehriler, zamanın ve âlemin kadim olduğuna inananlara reddiyedir. Bu kitapta; brehmenler, yahudiler, hristiyanlar ve mecusilere de cevaplar vermiştir. Bu kitap büyük bir eserdir.
2) Mücez: On iki kitaptan ibarettir.
3) Halk-ül-efal
4) İstitaa hakkındaki kitap
5) Sıfatlar hakkındaki kitap
6) El-Luma fi’r-reddi ala ehli’z-zeygi ve’l bida’: Kur’an-ı kerim, Allahü teâlânın iradesi, Allahü teâlânın görülmesi, kader, istitaa, va’d ve va’id ve imamet meselelerinden bahseden on bölüm ihtiva eden kıymetli bir kitaptır, İmam-ı Eşari hazretlerinin bu mevzularda söyledikleri hakkında iyi bir kaynaktır. Yakın zamanda Mısır’da ve Beyrut’ta basılmıştır. Beyrut baskısında, ayrıca Richard J.Mc. Carthy tarafından bir mukaddime ve İngilizce’ye tercümesi vardır. Spitta, bu eseri hülasa ederek, Joselp Heli tarafından Almancaya tercüme edilmiştir.
7) Risalet-ül-iman: Spitta bu kitabı Almancaya tercüme etmiştir.
8) Kitab-ul-Funün: Mulhidlere (dinsizlere) cevap olarak yazılmıştır.
9) Kitab-ün-Nevadir: Kelam ilminin inceliklerini anlatır.
10) Dehrilerin (dinsizlerin) Ehli tevhide karşı yaptıkları bütün itirazlarının toplandığı bir kitap.
11) El-Cevher fi’r-Reddi ala ehli’z-Zeygi vel-Münker.
12) Nazar, istidlal ve şartları hakkında Lübbai’nin suallerine verilen cevaplar.
13) Mekalat-ül-felasife: Felsefecilere cevap olarak yazılmış bir eserdir. Kitap üç makaleyi ihtiva eder. Eserde ibni Kays ed-Dehri’nin bazı şüpheleri, Aristo’nun sema (gök) ve alem hakkındaki fikirleri çürütülmüş; hadiseleri, saadet ve şekaveti yıldızlara bağlıyanlara lazım gelen şeyler açıklanmıştır.
14) Cevab-ül-Horasaniyyin: Çeşitli meseleleri ihtiva eder.
El-Umed’de bildirilenlerden başka, ibni Fürek’in zikrettiği eserlerinden bazıları da şunlardır:
1) Tenasühe inananlar hakkındaki eser.
2) Mantıkçılara dair yazılan eser.
3) Hristiyanlar hakkında yazılan kitap.
4) Delail-ün-nübüvve hakkındaki kitap.
İmam-ı Eşari’nin ayrıca: Risale ketebbiha ila ehli’s-sagr bi bab-ül-ebvab adlı eseri vardır. Kitap, Kafkas dağlarının Hazar denizi ile bitiştiği yerde bab-ül-ebvab (Demirkapı yahud Derbend) denilen kasabanın âlimlerine yazılmıştır. Bu eser, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerini geniş olarak anlatmaktadır.
Bunlardan başka şu eserleri de meşhurdur:
Makalat-ül-islamiyyin: Bu eserinde itikadi fırkalardan ve kelam ilminin ince meselelerinden bahsetmektedir. Matbudur.
El-ibane an usül-üd-diyane; Ehl-i sünnet dışı fırkaların reddi için yazılmış olup, bu husustaki delilleri içinde topladığı eseridir.
Kavl-ül-cumlat, Eshab-ül-hadis ve Ehlüs-Sünne fi’l-itikad (basılmamıştır.)
Risalet-ül-istihsan el-Havdu fi ilm-il-kelam, basılmıştır, ingilizce tercümesi vardır.
İzah-ül-Bürhan et-Tebyin ala usülid-din
Kitab-ül-ulüm
Tefsir-ül Kur’an- eş-Şerh vet-tafsil.(3)
Amelde mezhep dediğimiz zaman bugün 4 büyük mezhep vardır; Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhebi. Bu mezheplerin hepsi Ehli sünnet yani Sünni mezheplerdir.
Müslümanlar bu büyük müçtehid alimlerin oluşturduğu mezheplerden birine bağlanmışlardır. Aslında Hz. Peygamber’den (sav) sonra daha faklı ve daha fazla mezhepler varmış fakat zamanla mezheplerin çoğu kayboldu ve özelliklerini yitirdiler. Şu anki 4 mezhep üzerinde yoğunlaşıldığı için 4 mezhep var denmektedir. Mezhep kurucuları sayılan müctehid alimlerin Kur’an ve hadislerden çıkardıkları hükümlerin başkaları tarafından benimsenerek takip edilmesi ile o müctehid adına bir mezhep oluşagelmiştir. Mezhebler arasında genel itibari ile bir ayrılık bulunmaz. Sadece, teferruat meselelerde farklılıklar olmaktadır.
4 büyük mezhepten birine uymak gerekir mi? Evet bir mezhebe bağlı kalmak öenmlidir çünkü bizler günümüzde Kur’an ayetlerinden ve Hz. Peygamberin (sav) hadislerinden çoğu şeyleri yorumlayamayız ve dinimizi tam olarak uygulayamayız. Bu nedenle bu İslam alimlerinin (Müctehidlere) bilgilerinden faydalanmak zorunda kalıyoruz. Aldığımız bir ilmihal kitabı, bir Kur’an tefsiri veya bir hadis kitabı hep bu alimlerin açıklamaları ve yorulamları ile yazılmış günümüzde kadar gelmiştir.
Yazımızın başında da yazıdığımız gibi temel olarak mezheplar arasında hiç bir fark yoktur. Bu dört büyük imam, Kuran’ı ve hadisleri yorumlarken bazı teferruatlarda farklılıklar ortaya çıkmıştır. Örneğin 5 vakit namaz hepsinde vardır, bir tane mezhep imamı namaz 4 vakittir veya sabah namazı 1 rekatttır dememiştir. Ne gibi farklılıklar vardır örneğin; hanefi mezhebinde namazda gülmek namazıda bozar abdesti bozar; şafii mezhebinde ise namazda gülmek namazı bozar ama abdesti bozmaz denmiştir.
4 Büyük Müctehid ve Mezhepler Şunlardır:
1.İmam-ı Azam Ebu Hanife (Hanefi mezhebi)
Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife’dir. Asıl adı İmamı Azam Numan Bin Sabit. İki isminde de İmam-ı Azam geçe çünkü imamı azam en büyük imam anlamına gelir. Hicretin 80. yılında Küfe’de doğmuştur ve Hicretin 150. yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.
Ebu Hanife, ilmi, zekası ve takvası çok yüksek bir müçtehiddir. Mezhebindeki kolaylık ve mükemmellik çoğu müslüman tarafından benimsenmiştir. İmamı Azam kendi gibi manevi gücü yüksek alimler de yetiştirmiştir. Bunlardan bazıları; Ebu Yusuf, İmam Muhammed, İmam Züfer’dir.
Hanefi mezhebine bağlı olan yani hanefilik en fazla bağlısı bulunan mezheptir. Ülkemizde de genel olarak hanefi diğer mezheplere göre daha fazladır. Bununla birlikte Afganistan, Pakistan, Mısır, Suriye, Ürdün, Hindistan, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna Hersek, Romanya Müslümanları çoğunluk olarak hanefidir.
2.İmam Malik İbni Enes (Maliki mezhebi)
Maliki mezhebinin kurucusu İmam Mâlik bin Enes’dir. Hicretin 93. yılında Medine’de doğmuştur ve Hicretin 179. yılında Medine’de vefat etmiştir. Malik Bin Enes’te, yüksek bir ilme zekaya ve takvaya sahib bir müçtehiddir.
Malik Bin Enes’in benimsediği yol Hicaz halkı tarafından benimsenmiş, daha sonralarıda hacca giden müslümanlar vasıtasıyla yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Fas, Suan, Trablusgarb, Cezayir, Yemen taraflarında daha çok benimsenmiştir.
3.İmam Muhammed İbni İdris El-Şafiî (Şafiî mezhebi)
Şafii mezhebinin kurucusu Muhammed İbni İdris İmam-ı Şâfiî’dir. Hicretin 150. yılında Gazze’de doğmuştur ve Hicretin 204. yılında Mısır’da vefat etmiştir. İmam-ı Şâfi Kureyş kabilesindendir, Kureyş kabilesi Peygamberimiz’in (sav) de soyunun dayandığı Arap kabilesidir.
İmam Şafi’nin babası Bedir savaşında müslüman olmuş bir sahabedir. Büyük bir tefsir ve hadis alimi olmakla beraber tıb ilminede, şiir ve edebiyatada ilgisi vardır.
İmam Şafi’nin şer’i delillerden yola çıkarak verdiği hükümleri bir çok müslüman benimsemiştir. Şafiî mezhebi önce Mısır’da yayılmış, daha sonra kısmen Suriye, Yemen, Irak ve Horasan taraflarına geçmiştir. Günümüzde bu mezhep; Mısır, Suriye ve Irak’taki Müslümanlar tarafından benimsenmiştir.
4.İmam Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbeli (Hanbeli mezhebi)
Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbeli’dir. Hicretin 164. yılında Bağdat’ta doğmuştur, Hicretin 241. yılında yine Bağdat’ta vefat etmiştir. Soyu Şeyban kabilesine dayanır.
Hanbeli özellikle hadis ilminde üstün bir bilgiye ve yetkiye sahipti. Ezberinde 1 milyon kadar hadis olduğu rivayet edilir. Bir kitabında sadece otuz bin hadis bulunmaktadır.
Hanbeli mezhebi daha çok Necid taraflarındaki müslümanlar tarafından benimsenmiştir. Günümüzde ise Hanbeli mezhebi; Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan’da yoğunlaşmaktadır.(4)
KAYNAKLAR:
1.İlmihalim s.182-183.184
2.Dinimiz İslam com tr.
3.Dinimiz İslam com.tr.
4.Namaz Sitesi..
30.10.2024//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.