- 83 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Torunlara Mektup
İllaki vardır yazacak bir şeyler. Zaten eğer kalmadıysa yazacak bir şeyler, o zaman yaşaman için kalmamıştır da bu fani dünyada kıymetli bir şeyler diyerek başlıyorum yazmaya.
Günümün kelimesi “yumuş”. Rahmetli babaannem sık sık kullanırdı bu kelimeyi. Genellikle de ya nasihat verirken kullanırdı ya da dert yanarken. “Çocuklar” derdi rahmetli “yumuş tutmalı” ya da “bu çocuklar hiç yumuş tutmuyorlar. “Tabi o zamanlar ben yumuş kelimesinin buyruk, emir ya da istek anlamına geldiğini algılardım ama tam manasıyla kelimenin kökenini bilmezdim. Ancak geçenlerde internette amaçsızca gezinirken bu tanıdık kelimeye rastladım. Rastlar rastlamaz da algıda seçicilik oldu ve bu kelime beni çocukluğuma kadar götürdü. Bu kelime tam bin yıllık bir Türkçe kelimeymiş. Dede Korkut hikayelerinden tutun da eski Türk hikayelerinde bile geçmekteymiş. Dede Korkut hikayelerinde ölüm meleği Azrail için “Allah’ın yumuşlarını yerine getiren melek” olarak bahsedilirmiş. Bu öğrendiğim bilgiler ziyadesiyle dikkatimi çekti ve keyifli de oldu benim için. Malum Anadolu’da herkesin bir lakabı vardır ve hatta “Yiğit namıyla anılır.” Diye bir söz de söylenilir. Benim babaannemin lakabı da “Yörük” idi. Elbette bu Yörük lakabı babaannemin Yörük olmasından kaynaklanıyordu. Rahmetli babaanneme “Yörüklerin Havva” derlerdi. Hatta babaannemin anlattığına göre yerleşik hayat geçmemiz de pek yakın bir zamanda olmuş. Zira babaannemin dedesi bir deve çobanıymış. Hatta babaannem kendi çocukluğunda kurulan Yörük çadırlarından ve dayılarının koyunlarından kuzularından bahsederdi. Tabi biz torunları olarak yetişemedik o çadırlı göçebe zamanlarla. E-Devlet uygulamasında alt-üst soy sorgulama imkânı oluştuğunda elbette bende sorgulama yaptım ve çıkan sonuç rahmetli babaannemin anlattığı hikayelerle uyuşuyordu. Karakeçili ve Sarıtekeli Yörük aşiretlerine dayanıyordu soyumuz. Yörük oğlu Yörüktük yani. O zaman pek anlam verememiştim ama şimdilerde sahip olduğum göçebelik sanırım atalarımdan miras kalmış bana. Maalesef yerleşik hayata geçmiş bir toplumda göçebe bir hayat yaşamaktaydım. Memuriyetim dolayısıyla o vilayetten bu vilayete bir göç hayatı ve kiracılıkta geçen bir ömür. İşte bu “yumuş” kelimesi beni nereden nerelere götürdü. Bin yıllık bu Türkçe kelime bir Türk olduğumuz ispatlar nitelikteydi. Zira insanın kullandığı dil ve o dili oluşturan kelimeler insanın kimliğidir. Anadolu’da bir o yana bir bu yana savrulan bir Yörükler içerisinde bu garibanlık da bana göçebelik ile birlikte miras kalmıştır belki de. Köşkler, konaklar, saraylar, hanlar, hamamlar miras kalacak değil ya gariban bir Yörük torununa. Bende bir mirasyedi olmak isterdim elbette. Ancak atalarımdan şikayetçi değilim. Yani Selçuklu’dan ya da Osmanlı’dan makam ve mevki ile mal, mülk, tımar, tarla ya da arsa edinip de biz torunlarına bırakmadıkları için atalarımdan şikayetçi olursam ileride torunlarım da benden şikayetçi olabilirler. Nasıl atalarımın bu konuda bana verecek bir cevapları yoksa benim de torunlarıma verecek bir cevabım yok. Yani bir cevap vermek gerekirse;
“Sevgili Torunlarım,
Sizlere diğerlerinin ataları ve dedeleri gibi mal, mülk, saray, konak, köşk, apartman, İşhanı, tarla ya da arsa bırakamadığımın farkındayım. Zira benim atalarım ve dedelerim de bana bırakmamıştı. Şimdi sizlere “yalan dünya” ya da “fani dünya” gibi argümanlar kullanarak canınızı sıkacak da değilim. Bu argümanların fakir edebiyatı ve Hindistan’daki kast sistemini ayakta tutmak için kullanılan yeniden dünyaya gelme safsataları gibi aldatıcı argümanlar olduğunun farkındayım. Zira yoksulluğumu kabullenmek ve belki de hayatımı daha yanılır kılmak için bende ömrümün bir döneminde “Bu fani, yalan ve geçici dünyada zengin olmanın; zenginliğin ne manası var? İnsan eninde sonunda ölmeyecek mi? İnsan öldüğü zaman mal, mülk, servet hepsi bu yalan dünyada kalmayacak mı? O zaman hiçbir manası yok” diye düşünüyordum. Ancak bu düşüncenin sömürü sistemi tarafından bana aşılanan bir fikir olduğunun farkına sonraları vardım. Elbette bu farkındalık benim hiçbir işime yaramadı. Böylesi düşündüğüm yıllarda düpedüz bir budalaydım. Sizin de bu budalalığa kapılmamanızı ümit ediyorum. Bu dünyada insanın geçici ve fani olduğu elbette doğrudur. Nasıl benden önce doğan tüm atalarım doğmuşlarsa gün gelmiş ölmüşlerdir de. Ben de doğdum ve kuşku yok ki günün birinde öleceğim. Yani fani olan, geçici olan, yalan olan dünya değil bizzat insanın kendisidir. Hangi devirde ve hangi topluda yaşarsanız yaşayın zengin olmak yoksul olmaktan her zaman daha iyidir. Mal, mülk, han, hamam, apartman, tarla, arsa sahibi olmak her zaman olmamaktan daha iyidir. Yoksul olduğum için abarttığımı düşünebilirsiniz. Ama inanın bana artmıyorum Sevgili Torunlarım. Yüce Dinimiz İslam’ın mukaddes kitabı Kuran-ı Kerim’de bile zengin kafirlerin adı geçer. Firavun eğer Firavun olmasaydı; Mısır Sultanı olan bir insan değil de iman etmeyen sıradan bir Mısırlı kafir olsaydı sizce Kuran-ı Kerim’de adı geçer miydi? Varlık her platformda yokluktan daha iyi ve daha kıymetlidir Sevgili Torunlarım. Yaşadığınız dönemlerdeki ve toplumlardaki sömürü sistemlerinin adamları bunun tersini söyleyecek ve sizi bunun tersine ikna etmeye çalışacaklardır. Bu yalanlara inanmayın. İyi bilin ki her kim bunu söylüyorsa asıl amacı kendinin daha çok zengin olmasıdır. Sizin de farkında olduğunuz gibi bende maalesef zengin olamadım. Hatta şu dünyada bir apartman dairem bile olmadı, olamadı. Ömrüm kiracılıkla geldi ve geçti. Elbette bu durumda atalarımdan bana miras kalmaması etkili bir sebepti. Kendi babam vefat ettiğinde bile bana babamdan borç kaldı. Bu miras konusunun dışında Sevgili Torunlarım, maalesef ben hırsızlık nedir bilmem. Ömrüm boyunca hakkım olmayan hiçbir şeye elimi uzatmadım. Bir başkasının hakkını gasp etmedim. Şimdilerde insanlar arasında kime ne kadar hak verileceğini belirleyen terazinin bozuk olduğunun farkına varmış olsam da bu terazi bozuk diye mevcut kanunlara ve kurallara karşı koymadım. Zaten karşı koysam da bir anlam ifade etmezdi. Anında bitirirlerdi işimi. Ayrıca ömrümce cinayet de işlemedim. Kimseyi öldürmedim ve kimsenin canına kast etmedim. Zaman zaman birilerine ya da bir şeylere çok ama çok öfkelensem de hırsızlık ve cinayet yolunu tercih etmedim. Öncelikle yetiştirilme tarzım bu yolları seçmemi engelledi. Zira Rahmetli Atalarım beni vicdanlı ve merhametli bir insan olarak yetiştirdiler. Ayrıca dini inancım olan İslam’da hırsızlığı ve cinayeti yasaklamıştı. Bunun dışında hırsızlık ve cinayet için cesaret gereklidir. Ben ömrümce bu tür bir cesarete sahip olmadım. Bu durum siz torunlarımda utanç oluşturur mu bilmiyorum ama ben bir hırsız ya da bir katil olarak anılmaktan her zaman korktum. Bu açıdan korkağın birisiydim yani. Ne olduğumla ilgili bir sorunum yok artık Sevgili Torunlarım. Belki de bir budalayımdır ve ömrüm budalalıklarla geçmiştir. Bunu bilemiyorum, bunun kararını sizler vereceksiniz. Benim ömrüm bir zengin olma hikayesi değildi benim ömrüm bir hayatta kalma hikayesiydi. En büyük zenginliğim ise hayatta kalmaktı. Eğer hayatta kalabilmişsem ve bu satırları torunlarım okuyabilmişse ne mutlu bana. (Hayatta kalmaya çalışıyorum çocuklar, beni anlıyorsunuzdur umarım.)
Sevgili Torunlarım, her ne kadar lafı uzatmayı seviyor olsam da bana içten içe küfretmememiz adına bu mektubumda lafı fazla uzatmayacağım. Ben kendi atalarım gibi maalesef bu hayatta zengin olamadım; mal, mülk ve servet sahibi olamadım. Hatta yerleşik hayata bile geçemedim. Dolayısıyla sizlere de tüm bu bahsettiklerimi miras bırakamadım. Bu hayatta en değerli hazinem bizzat hayatta kalabilmenin kendisi oldu ve bir de eğer becerebilmişsem genlerimi size aktarabilmem. Genetik mirasımızın da pek kıymetli olduğunu sanmıyorum açıkçası. Zira bizler hep sıradan insanlar olarak yaşamışız. Selçuklu Devrinde de Osmanlı Devrinde de Göçebe Yörüklermişiz. Ondan öncesinde bir şey olmuş muyuzdur bilemiyorum. Yani devlet kademesinde önemli bir idareci, bir vali, bir paşa olmuş muyuzdur bilemiyorum. Ama benim yaşamım boyunca böyle bir bilgiye ulaşmadığımı söyleyebilirim. Ben yaşadığım dönemde dört yıllık üniversite bitiren tek kişiydim sülalemde, gerisini siz düşünün işte. Bizler yöneten değil her zaman yönetilen tarafta olduk ve en değerli şeyimiz de yaşamımız yani hayatta kalmamız oldu. Bu inanın değersiz bir şey değildir. İnsan sahip olduğunun kıymeti bilmez derler zaten. Yaşamın yani hayatta kalabilmenin, genetik miras ile geleceğe uzanabilmenin kıymetli bir hazine olduğunun farkında olmanızı istiyorum. Bunun dışında eğer zengin olabiliyorsanız olun, yönetici olabiliyorsanız olun. Varlık her zaman ve her şartta yokluktan iyidir. Ömrümün büyük bir kısmını “göçebe” ve “kiracı” olarak geçirdim. Sanırım bundan sonrası da benim için pek farklı olmayacak. Umarım ve dilerim siz torunlarım için bu durum değişir.
Hepinizde biraz ben olduğunun farkındayım ve kendimden pek hazzetmesem de hepinizi seviyorum.
Dedeniz Mesut (Harap Mesut)”
Aslına bakılırsa bugün hiç de torunlarıma mektup yazarım diye uyanmamıştım. Ancak torunlarıma mektup yazacak olsam bu konuda sanırım böyle bir şey olurdu. İyi de olurdu aslında. Belki gelecekteki torunlarım benimle iletişim kuramıyorlar ama ben yazılarım vasıtasıyla onlarla iletişim kurabilirim diye düşünüyorum. Elbette bu yazdıklarım onlara ulaşırsa. İnternet dediğimiz icat bin yıllar sonrasına hitap edebilir mi? Sanmıyorum. İnternette üretilen içeriklerin son bulması bir dünya savaşına bakar. Yani umarım öyle bir şey olmaz ama internetteki bilgilerin depolandığı “server”lerin yok olması çok da zor olmasa gerek. Yani günün birinde savaşa gerek olmaksızın bir şirket bu bilgileri muhafaza etmenin artık gereksiz olduğu kararını vererek de bu bilgilere son verebilir. Taş tabletlere yazılan yazılar yüzyıllara meydan okuyarak bize kadar geldi ama bizim yazıklarımız bir yüzyıl dayanır mı? Sanmıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.