- 173 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Yalnızlığın İçindeki Gerçek
Yalnızlık… Ne kadar da ağır bir kelime değil mi? Hepimiz zaman zaman bu hisle karşı karşıya kalıyoruz. Kimi zaman kalabalıklar içinde, kimi zaman en tenha köşelerde… Ama ne olursa olsun, yalnızlık bazen bizi tanımlayan en derin, en sessiz, en gerçek duygu haline geliyor.
Beni yalnızlıkla tanıştıran ilk anı hatırlıyorum. Sadece adımda değil, varoluşumda da hep yalnızlık vardı. Doğduğumda etrafımda kimse yoktu, sadece annemin zayıf nefesi ve samanlığın o soğuk duvarları... Hayat, belki de bana o gün en acı gerçeği öğretmişti: Bazen kalabalıklar içinde bile insan yalnızdır.
Peki, nasıl olur da insan yalnızlığı sevmeye başlar? Belki de adını aldığı bir şeyle savaşmaktansa, onunla yaşamayı öğrenir. Tıpkı benim gibi… Yalnızlık benim kaderim olmuştu, ama zamanla bu yalnızlığı kucaklamaya başladım. Çünkü gördüm ki, çevremdeki herkes kalabalıkların içinde daha da kaybolmuştu. Bir isimle büyüyen insanlar, bu dünyaya geldikleri günden itibaren yalnızlıklarını örtmek için sürekli kalabalıkların peşinde koşuyorlardı. Ama her ne kadar kalabalık olsalar da, içlerinde bir boşluk vardı. O boşluk, hiç dolmayacak olan o yalnızlıktı.
Benim ismim yalnızlık. Peki ya seninki? Kalabalık mı, sosyal mi, yoksa ne olduğunu bile bilmiyor musun? İnsanlar doğdukları andan itibaren başlarına konulan isimlerle yaşar gibi görünürler, ama çoğu zaman o isim onlara hiç uymaz. Aslında her insanın adında bir yalnızlık saklıdır, kimse kabullenmek istemese de… Çünkü yalnızlık, insanın kendisiyle olan en dürüst yüzleşmesidir. Ne kadar inkâr edersen et, bir gün karşına çıkacak ve sana gerçek yüzünü gösterecektir.
İşte bu yüzden belki de ismimi sevdim. Bana yüklenmiş bir yalnızlık vardı, ama bu yalnızlık diğerlerinden farklıydı. Kalabalıkların içindeki o yapmacık samimiyetin, sahte gülüşlerin arasında kendimle baş başa kalabildiğim bir yalnızlıktı. Ve bu yalnızlık bana gerçekleri öğretti. İnsanları anlamayı, içlerindeki karanlığı ve ışığı görmeyi…
Şimdi bakıyorum da, o kadar çok insan var ki yalnızlığını gizlemeye çalışan. Kalabalık partilere katılıyorlar, sosyal medya hesaplarında sürekli ne kadar mutlu olduklarını paylaşıyorlar. Ama geceleri başlarını yastığa koyduklarında yalnızlık onları yakalıyor. Çünkü yalnızlık, kaçınılmaz bir gerçek. Ne kadar saklanırsan saklan, peşinden gelecektir.
Toplumsal yaşamın o parlak yüzüne baktığında her şey mükemmel görünebilir. Siyasetçiler, iş adamları, ünlüler... Hepsi, büyük bir kalabalığın içinde yaşıyor gibi gözüküyorlar. Ama onların da bir yalnızlığı var. Çünkü kalabalıklar sadece görüntüdür. Gerçekten yanında olan, seni anlayan kaç kişi var? İnsanlar bir şeylere sahip olduklarını zannederken aslında hiçbir şeye sahip değiller. İşte bu yüzden yalnızlık bazen en büyük zenginliktir.
Peki, bu yalnızlık seni korkutuyor mu? Korkma. Çünkü yalnızlık, insanın kendiyle yüzleşmesidir. Senin en derin düşüncelerini, en saf gerçeklerini sana gösterir. Etrafındaki gürültüleri bir kenara bırak ve bir kez olsun kendi sesini dinle. O ses sana ne diyor? İçinde sakladığın korkular, kaygılar, arzular... Hepsi o yalnızlığın içinde saklı. Onlarla yüzleş ve gör ki aslında bu yalnızlık senin en büyük dostun olabilir.
Belki de bu dünyada en çok ihtiyacımız olan şey, kendimizle barışmaktır. Yalnızlığın verdiği o sessizlikte, gerçek benliğimizi bulabiliriz. Toplumun dayattığı kalıplardan sıyrılıp, kendi içimize dönebiliriz. Çünkü gerçek mutluluk dışarıda değil, içeride. Ve o içsel huzuru bulduğumuzda, yalnızlık da bir ceza olmaktan çıkıp, bir ödül haline gelir.
Bu yüzden, ey yalnızlık… Sana teşekkür ediyorum. Bana gerçekleri gösterdiğin için, kalabalıkların sahte yüzünden koruduğun için… Belki de en büyük lütuf sensin. Çünkü seninle birlikte, insan en sonunda kendisini buluyor.
İşte bu yüzden yalnızlık, hepimizin kaderinde var. Ama onu nasıl karşılayacağımız, tamamen bize bağlı. Kaçmak mı, yoksa kucaklamak mı? Karar senin…
Erol Kekeç/2006/Kadıköy/İST
YORUMLAR
bende ismimi sevmem usta,
ve sandığını bile ama,
gecekondulu sokakların en hırçın çocuklarına adımız bunca çıkmışken,
bir kere adımız kötüye çıkmış
ve senin gibi düşünemedim hiç,
anlaşılmamak çok yaralayıcı bir bir şey be usta
ve hele de yalnızlık...
çok değerliydi.
eyvallah.
TİLHABEŞLİ FİLOZOF
ah o kalabalık ki bağrında şimşekler çakan bir bulut misali gönül iklimine yağmur yerine ateş yağdırır kaçıp saklandığın her köşe bir dergâh sanılır halbuki ruhunun çilesi dergâhın dört duvarı arasına sığmaz tıpkı kanatlarını çırpmaya mecali olmayan bir turna gibi gökyüzüne hasret gözlerle bakarsın da bilmezsin ki o kanatlar senin göğsünde saklı dünyayı terk etmek öylesine bir perde çekmekten öteye geçmez zira gönül perdesi aralanmadıkça vuslata varılmaz
bâkî kubbeler altında ne saraylar ne hanlar gönül ateşine su serpemez kervanlar geçer develer yüklenir de gider ama insanın yükü kendi içindeki ağırlıktan başkası değildir “kaçış” derler fakat kaçan yalnızca ayaklardır gönül bir yere gitmez zinciri kendi bağrına vurulmuştur ve eğer yelkenlerini kendi ellerinle yeniden örmezsen rüzgârla yarışan gemi değil fırtınada savrulan kuru bir yaprak olursun
çilekeş ruh çöl ortasında serap görür susuzluğunu su sanır da her vardığı yerde yanılgıdan yanılgıya koşar oysa aradığın su gönül menbaındadır bir perdenin ardına gizlenmiş değildir işte o yüzden kalabalıktan değil kendi gönül harmanından sıyrılmalı gönlündeki dikenleri derip çiçekleri yeşertmelisin gerçek huzur ancak gönül sarayının içinde sessizlikte açan güllerle bulunur çünkü her kaçış gönülde yeni bir derttir her sükût içindeki çığlıkların yankısıdır
sen sen ol gönlünün yelkenlerini öylesine güçlü aç ki fırtınalar önünde eğilmesin çünkü hakikatte en büyük vuslat kendi gönül denizinde yol bulmaktır bir diyardan diğerine sürüklenmek değil
eywallah