- 156 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Adaletsizlik ve Güvensizlik Üzerine Bir Uyarı
Toplumsal Çöküşün Sessiz Adımları
Bir toplumda, düzenin bozulduğu, güvenliğin tehdit altında olduğu ve hukukun zayıfladığı bir ortamda yaşamak, adeta bir kıyamet senaryosunun içinde olmak gibidir. Ve maalesef, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, her gün tanık olduğumuz olaylar, bu kıyametin sessiz adımlarla yaklaştığını gösteriyor. Çocukların bedenlerinden rant sağlanıyor, çeteler savcıları tehdit ediyor, güvenliği sağlamaktan aciz kalan kolluk kuvvetleri var. Hukuk, birilerinin çıkarına hizmet eder hale gelmiş; adaletin terazisi eğilmiş, bir kefesi hep ağır basıyor. Bakanlar, yöneticiler, işini doğru yapması gerekenler, bu kaos ortamına karşı umursamaz bir tavır takınıyor. Ve halktan… Silahlananlar var, kendi canından korkar hale gelen halk, her an bir felaketle burun buruna yaşamaya alışmış.
Evet, belki bir kıyamet kopmuş değil; ama toplumsal bir çöküşün, bir felaketin arifesindeyiz. Her şeyin çürüdüğü, güvenin sarsıldığı, adaletin yok sayıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Ve kimse bu gidişatı durdurmak için ciddi bir adım atmıyor. Neden? Çünkü sistemin içinde yer alanlar, kendi çıkarlarını korumakla meşgul. Çeteler, rant sağlayanlar, yasaların zayıflığından faydalananlar, bu çürümüş düzenin devamını istiyor. Ve bu düzeni devam ettirmek için de hukuku, devleti, hatta güvenliği bile istismar ediyorlar.
Peki, böylesine bir toplumda halk ne yapar? İnsanlar, güvensizlik içinde yaşamaya çalışırken ne hisseder? Öncelikle, insanlar korkar. Kendi canlarını, ailelerini, sevdiklerini koruyamayacaklarından korkar. Adalete güvenemezler. Bir sorunla karşılaştıklarında, haklarını savunacak bir merci bulamayacaklarını düşünürler. Bu yüzden silahlanırlar. Herkesin elinde bir silah, her an bir tehlikeye karşı hazır olmak zorunda hisseder kendini. Çünkü güvenlik güçlerine güven yoktur. Kolluk kuvvetlerinin yetersizliği, insanların kendi güvenliklerini sağlamaya çalışmasına neden olur. Ama bu da bir çözüm değildir. Zira bireysel silahlanma, toplumsal kaosu daha da artırır. Herkes bir diğerinden şüphe duyar, herkes bir diğerini tehdit olarak görür. Toplumun dokusu bozulur, insanlar arasındaki güven tamamen yıkılır.
Bir de hukuk meselesi var. Hukukun, çetelerin lehine kararlar verdiği bir yerde, adaletin yerini bulması mümkün müdür? Savcıların tehdit edildiği, yargının baskı altına alındığı bir sistemde, kimin hakkı korunabilir ki? Adaletin olmadığı bir yerde, zulüm hüküm sürer. İnsanlar, haklarını arayamaz hale gelir. Zayıf olan, ezilir; güçlü olan, haklı hale gelir. Böyle bir düzen, toplumun çöküşünü hızlandırır. Zira adalet, bir toplumun temel direğidir. Adaletin olmadığı bir yerde, hiçbir şey sağlam kalamaz. Ne ekonomik düzen, ne sosyal yapı, ne de insani ilişkiler. Her şey birer birer çöker. Ve bu çöküş, toplumun kıyametini getirir.
Bakanlar, yöneticiler, bu kaos ortamında ne yapıyorlar? Hiçbir şey. Onlar için bu durumun bir önemi yok. Çünkü onlar, halktan kopmuş durumda. Onlar, kendi çıkarlarının peşinde. Halkın yaşadığı korkular, onların umurunda değil. Çetelerin baskıları, rant sağlama düzeni, onların işine geliyor. Çünkü bu düzenin içinde varlıklarını sürdürüyorlar. Bu yüzden de toplumun çöküşünü hızlandıran her gelişmeye göz yumuyorlar. Halkın güvenliğini sağlamak, adaleti tesis etmek onların önceliği değil. Onlar, sadece kendi güçlerini koruma derdinde. Bu yüzden de sessizce bu çürümüş düzenin devamına katkı sağlıyorlar.
Halk, her an bir felaketin eşiğinde yaşıyor. Sokakta yürürken, evinde otururken, sevdikleriyle vakit geçirirken bile içlerinde bir endişe var. Çünkü ne zaman, nerede, neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlar. Hukukun işlemediği, güvenliğin sağlanamadığı, devletin sadece bir grup insanın çıkarlarını koruduğu bir yerde, insanlar güvende hissedemez. Ve güvende hissetmedikleri bir ortamda, korku ve endişe içinde yaşamaya çalışırlar. Bu da, toplumsal düzenin tamamen yıkılmasına yol açar. Çünkü insanlar, korku içinde yaşarken ne üretken olabilirler, ne de sağlıklı bir yaşam sürebilirler.
Toplumun bu hale gelmesinde en büyük sorumluluk, elbette yönetenlerindir. Yöneticiler, toplumu korumak, adaleti sağlamak, halkın güvenliğini temin etmekle yükümlüdür. Ancak bu yükümlülüklerini yerine getirmeyen yöneticiler, toplumsal kıyameti hızlandırır. Her şeyin çürüdüğü, adaletin yok olduğu, güvenliğin sağlanamadığı bir toplumda, çöküş kaçınılmazdır. Ve bu çöküş, sadece bireylerin değil, toplumun tamamının sonunu getirir.
Bir toplumda eğer insanlar, devletin sağladığı güvenlikten ve adaletten yoksunsa, yapabileceğiniz en iyi şey, onları silahlandırmak, savunma güçleriyle avutmak olabilir. Ama bu geçici bir çözümdür. Zira bireysel silahlanma, sadece güvensizliği artırır. İnsanlar, birbirlerinden korkmaya başlar. Herkes, bir diğerini potansiyel bir tehdit olarak görür. Bu da toplumsal yapının daha da çökmesine neden olur.
Asıl çözüm, hukuku, adaleti, güvenliği yeniden tesis etmektir. Bir toplumda adalet yoksa, o toplumun ayakta kalması mümkün değildir. Adalet, toplumu bir arada tutan en önemli unsurdur. Eğer bir toplumda insanlar, haklarını arayabilecekleri bir merci bulamıyorsa, o toplumda düzen kalmaz. Çünkü adaletin olmadığı bir yerde, kaos hüküm sürer. Ve kaos, toplumların sonunu getirir.
Yöneticiler, bu durumu düzeltmekle yükümlüdür. Ancak onlar, kendi çıkarlarını halkın güvenliğinden ve adaletinden üstün tuttukları sürece, toplumsal kıyamet kaçınılmaz hale gelir. Bu kıyamet, sessizce gelir. Her gün biraz daha yaklaşır. İnsanlar, güvensizlik içinde yaşamaya alışır. Adaletsizlik, kanıksanır. Ve bir gün gelir, her şey çöker.
Bu yüzden, bugün içinde bulunduğumuz durum, sadece bir felaketin habercisidir. Eğer yöneticiler, adaleti sağlamaz, halkın güvenliğini temin etmezse, bu toplumun kıyameti çok yakındır. Ve bu kıyamet, sadece bir grup insanın değil, hepimizin sonunu getirecektir.
Hepimiz bu gidişatı durdurmak zorundayız. Eğer adaleti yeniden tesis edemezsek, güvenliği sağlayamazsak, toplumsal çöküş kaçınılmaz hale gelir. Ve bu çöküş, sadece bireylerin değil, toplumun tamamının sonunu getirir.
Bahadır Hataylı/20.10.2024/21.20/Sancaktepe/İST