- 334 Okunma
- 6 Yorum
- 11 Beğeni
BİR KEPÇE REÇEL
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
BİR KEPÇE REÇEL
Hiç sevmedim bu koridorları. Soğuk geldi her zaman için bana. Mübaşirler, hâkimler, avukatlar, davalılar, davacılar... Tatlıya bağlanan konuların, çorak tarlada açan tek çiçek gibi geldiği bu yerde, bu defa avukat değilim.
İnsan bazen rütbelerini tek tek sökmeyi bilmeli. Dünyaya gelişi gibi; saf, temiz, yoksun olmalı bazen. Muhtaçlığı da beraberinde getiren yoksulluğun, çaresizliği kapıdan kovduracak, korumacılık içgüdüsünü ortaya çıkarması söz konusu olabilir tabii. Herkes bir anne olamaz ama arkadaşları, tanıdıkları, az bulunan dostları ile yine de kendini güvende hissedebilir. Çünkü yorulur bir süre sonra. Ayakta durmaktan, yürümekten, sorumluluklarından… İşte benim adımladığım şu iki adımlık koridorda yorulduğumu göz önüne alırsak, hayat yolundaki yorgunluğumu gelin siz düşünün. Patates çuvalı taşımadım elbette. Ancak hayatın ödettiği ağır bedeller de patates çuvalından hafife alınır gibi değil.
Beynimin tartabileceğinin üzerindeki bu ağırlık onu iknada geçen saatlerime, günlerime mâl oldu. Sonra “Ah Çiçek! Yetiştirdiği çiçeklere benzemeyen Çiçek. Pörsüdün susuzluktan -ya da galip gelen yıllardan-” dedi bilincim.
“Her kendine baktığında omuzların düştü; dizlerin büküldü, yanakların çöktü. Dışarıya akamayan gözyaşların içine birikti de görmezsin hâlâ. Saçlarındaki haberciyi görmemek için, perdelediğin gerçekliği, hiç söylemiyorum. Kıyısında sohbet edip çay içeceğini kendine vadettiğin -maviye boyalı- tahta masa sandalyeli mekân kapanalı on bir yıl oldu. En büyük hakim vicdanınken, karşısında konuşamadın. Neden bahsediyorsun, sen kendine değer verdin mi ki karşındakinden ne bekliyorsun?”
Masaya vurulan tahta tokmak başıma iniyor sanki. Başımda, her kafadan çıkan seslere iniyor. Bu ilginçlikle kaldırdığım kaşlarım, bunu bile normal karşılıyor artık. Hâkim Bey, beni yıllardan beri tanıdığından, beynimdekileri görmesi de muhtemel. Bakınıyorum çevreme; etrafta kimse yok ki! Boşanma davam yeni vizyona giren, beklenen, alt yazılı bir film mi? Benim filmimi seyretmeye üç beş fırsatçı dışında kim gelir ki?
“Çiçek Hanım boşanma için kararlı mısınız? Biraz daha düşünmek ister misiniz?”
“...”
“Çiçek Hanım cevap vermediniz”
Bir evlenirken böyle kalakalmıştım, bir de boşanırken şimdi. Bu Hâkim Bey de ne kadar sabırsız. Sanki tek çeşit kıyafet satan mağazadan elbise alıyorum ve başka tercihim yok gibi. Haklı aslında. Önceden düşünmeliydim.
Konuşmadan, yapacağım çok önemli açıklamanın gerektirdiği şekilde, boğazımı ve ses tellerimi temizleyerek, son kez tozunu, isini, kirini yok edip, son dokunuşları yapıyorum.
“Hâkim Bey, benim hiç bir değerim yok eşimin gözünde. Bu yüzden bu adamdan ayrılmak istiyorum. Yaşadığım son hadise, beni böyle düşünmeye sevk etti. Başka çarem yok.
“Ne yaşadınız?”
“Bir kepçe reçel...”
“...”
“Bir kepçe reçel benden kıymetliymiş.”
“Bir kepçe reçel mi?”
“Evet. Bahçede reçel yaparken, kavanoz yerine yere dökülen bir kepçe reçel. Onunla konuşurken yaptığım bu sakarlıktan ötürü demediği kalmadı bana”
“Siz söyleyin bakalım, doğru mu bunlar?”
“Evet Hâkim Bey, ne yapayım seviyorum.”
“Neyi?”
“Eşimin yaptığı reçelleri...”
“...”
YORUMLAR
İlknur İşcan Kaya
İlknur İşcan Kaya
Tüm içtenliğimle tebrik ve teşekkür ediyorum dost yazarım.
Nicesine mazhar olsun İnşallah kaleminiz.
Sonsuz saygı selamımla
İlknur İşcan Kaya
Şimdi haksızlık da etmeyelim: Belki de o beyefendi için o reçelin o kadar değerli olmasının nedeni; eşinin elinden çıkmasıdır o reçelin. Mesele reçel değil de eşinin reçeli olmasıysa sorun yok yani. Gerçi bu yönden bakınca da; 'kraldan çok kralcı olmak' gibi bir durum çıkıyor ortaya. Eşinin reçeline değer verdiği için eşini kırmak büyük çelişki...
Şaka bir yana, çok keyifli bir yazıydı. Kaleminize, yüreğinize sağlık...
İlknur İşcan Kaya
bir kepçe reçel… küçük bir olay mı.evet belki sadece sabah kahvaltısında ekmeğin üstüne sürüp geçeceğimiz bir tatlıdan ibarat gibi görünüyor. ama gel gör ki bazen bir kaşık reçel hayatin tüm derin anlamlarını ters düz edebilir. insan bir anda, “ben gerçekten bir reçel mi oldum?” diye sorgulamaya başlar. hayatın tatlı yanları reçel gibi akar giderken, sen patates çuvalı gibi köşede bekliyorsundur. düşünsene, bir köşede hantal, ağır, beklemede… diğer yanda ise reçel gibi akıp giden tatlı ama dağınık bir hayat.
bir kepçe reçel, dünyanın en büyük krizi mi? belki de değil ama o reçelin yere dökülmesiyle insanın içine dökülenler eş zamanlı patlayabilir. “amanın, reçel gitti dersin, ardından gelen iç ses: “hayatım da reçel gibi kayıp mı gidiyor elimden?” reçelin o parlak, akışkan yapısı bile seni kendi kırılganlıklarınla yüzleştirir. hadi itiraf et, sen reçele mi takıldın, yoksa yere dökülüp paramparça olan patates çuvalı misali içindeki sıkıntılar mı döküldü?
belki de hayat bize şunu söylüyordur: patates çuvalı olma reçe gibi ol! ak, yayıl, dağıl… ama dikkat et, çok dağılma, sonunda yapış yapış olursun.
İlknur İşcan Kaya
Yazının özüne yönelik kıymetli yorumunuz için teşekkür ediyorum 🙏