- 214 Okunma
- 1 Yorum
- 4 Beğeni
BİR KÖŞEYE BÜZÜLMÜŞ
Derin bir nefes olmak için gitmiştim O’na. Ama kendini o havasızlığa mahkum etmeye yeminli gibiydi… “Gelmiyorum…” dedi. “Hiç havamda değilim.”
“Onun için geldim ya...” dedim. “Havanı değiştireyim diye… Ruhunu havalandırmak için…”
Arkadaşlığımız kaç yılı devirmişti. Bu kadar bir teklifsizliğe yer vardı içinde, herhalde. Kolundan çekiştirmeyi bile düşündüm. O içinde kaybolduğu kocaman hırkayı üzerinden çıkarmayı… Şeklini ortaya koymayı…
Yapamadım tabii. O kadar da değildi. Kardeşime bile yapamazdım böyle şeyleri. Bu ileri gitmenin daniskası olurdu. Haddini aşmanın…
O dengeyi iyi ayarlamalıydım. Saygı sınırını aşmadan ama o çizgiye olabildiğince yaklaşarak, sınırı zorlayarak, elimden geldiğince dokunmaya çalışacaktım, içinde bulunduğu bu hâl her neyse, ona. Belli ki bir duvar örüyordu o hâl önüne… Öyleyse yıkılması gerekliydi.
Ne olmuş olabilirdi ki bu kadar sürede?! Daha geçen hafta çay içip sohbet etmemiş miydik bir kafede?.. Oradan çıkmış, tozu dumana katıp sokak sokak gezmemiş, şehrin hiç bilmediğimiz yerlerini keşfetmemiş miydik? Hatta O benden çok daha heyecanlıydı bu keşif gezisinde. Düzenli spor yaptığından iki adımda hemen nefesi tükenmiyordu benim gibi.
Kendine bu kadar özenen, sağlığına dikkat eden, bir yere gittiğinde su dolu pet şişeyi yanından ayırmayan o güzel kadınla; şimdi koltuğun ucuna ilişmiş, belli bir alanın bir milim bile dışına çıkmayı kendine yasaklar gibi bir köşeye büzülmüş kadın arasında bir bağ kurmaya çalışıyordum.
“Selin, telefonda sesin çok kötüydü. O yüzden evde olduğunu anlayınca sormaya gerek duymadan buraya geldim. Belki yalnız kalmak istiyorsun. Ama görmeden edemedim seni. Umarım rahatsız etmemişimdir.”
Bu mesafeli konuşma bile, onu yirmi yıllık can arkadaşımdan ne kadar ayrı bir yere koyduğumu söylüyordu aslında. Sesim “bana arkadaşımı geri ver” diyordu.
Birden, olmayan bir şey dikkatimi çekti. Yokluğuyla koca bir boşluk açan… “O resim nerede?!” dedim.
Dünyanın en mutlu çiftinin gülümsediği, fonda martılar uçuşan bir denizin olduğu… O resme ne zaman baksam içine giriyor, birkaç saniye de olsa mis gibi deniz havasını içime çekip tamamen tazelenmiş bir şekilde geri dönüyordum odaya. Martıların çığlıklarını duyar gibi oluyordum, denizin kokusunu… Hatta resmin dışında da kalsa “simitçi” diyen sesini bile duyuyordum bir çocuğun. İşte bu yenilenmeden mahrum bırakmıştı beni o resmin yokluğu şimdi. Sadece onunla kalsa iyi, arkadaşımı da alıp gitmiş, O’nun görünümünde bu yabancı kadınla yalnız bırakmıştı beni.
“Camı falan kırıldı da o yüzden mi kaldırdın?” İpin ucunu yakalamıştım, bırakmaya da niyetim yoktu. O ip beni arkadaşımın kaybolduğu yere götürecekti. Diğer uca tutunmuş, çaresizce içine düştüğü derin çukurdan çekip çıkarmamı bekleyen canım arkadaşıma yani…
“Onun sadece bir resim olduğunu anladım…” dedi, odaya girdiğimden beri ilk kez, tanıdığım o ifade belirerek sesinde. ‘Ne olursa olsun deviremez beni hiçbir şey!..’ diyen…
“Önceden yaşayan, nefes alan bir varlık gibiydi o resim. İçine girip çıkabileceğim, ihtiyaç duyduğumda kaçabileceğim bir liman… Ama artık sadece cansız bir resim… O yüzden ben de alıp attım onu.”
“Anladığım kadarıyla bir ölüden söz ediyoruz. Kalbindeki konumu açısından yani… Yanlış tahmin etmiyorsam, şu yakışıklı adam… Hani şu resimde, arkasındaki denizi aratmayan tonda bir mavilikte gözleri olan…”
Arkadaşım gizli bir aşka falan yorar korkusuyla açıklamamı hemen kestim o noktada. “Erkekler…” dedim sadece.
“Hepsi değil…” dedi, kaç yıllık arkadaşımın kıvamına tam olarak varmış, deli gibi özlediğim sesiyle. “Sadık olanlar da var. Herkes onun kadar şerefsiz değil…”
YORUMLAR
bir zamanlar değer verdiğimiz birinin masada sandalyede konuşlanan parmak izlerini bile silmeye kıyamazken, yaşamın getirdiği olumsuz faktörler sonucunda hemencecik parmak izleri dahil duvarda asılı fotoğraflarını, kıyıda köşede kalmış eşyalarını ve en önemlisi de kalbimizdeki yerini kaldırmaya meylediyoruz.
''bir dünya bir insan, bir insan tüm dünyam'' gibi düşünen
ruhsal durumun ilk etapta yani tüm dünyasını terk ettikten sonra çevresiyle yakın arkadaşlarıyla olan sosyal ilişkileri de haliyle etkileniyor.
her insan birbirini tutmuyor
herkes ve birçok şey gelip geçici olsa da gerçek sevgi asla geçmiyor. geçmeyi şöyle bir kenara bırakalım aslında yerine sadakatle çakılan mıh gibi öylece duruyor, kaybolmuyor..
bir yerlerde denk gelirsek görüp bulabilirsek ''aşk olsun'' diyelim
kaleminize sağlık
sevgiyle
Mavilikler
Değerli yorumunuza teşekkürler…
Sevgilerimle…