- 74 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Derse Veda
Bisikletimin tekeri patladığı için, o sabah derse gerçekten geç kalmıştım. Yirmiüçüncü yaşımın ortasındaydım ve birkaç hafta önce gelmiştim Almanya’ya. Bana değişime hazır olduğum bir dünyaydı burada yaşamak. Her şeye hazırlıklıydım içimden. Dilin dışında hiçbir zorluk çekmiyordum. Olmayan Almanca dilime rağmen sosyal çevremle de gayet uyumlu bir bir diyalog sürecinden geçiyordum ve birkaç hafta içinde bir sürüde Alman çevre edinmiştim.
Ama derse geç kalma korkusu bütün bu iyimserliklerimi bir saniye içinde bile beynimden silip atarak beni zorlamaya yetiyordu. Bayan Hampel, 60’ini çoktan geçmiş, tecrübeli, öğrencilere, özellikle yabancı ve yeni gelmiş öğrenme isteklilere ve öğrencilere nasıl ders anlatacağını çok iyi bilen çok değerli bir Almanca ve Tarih öğretmeniydi. Bugün okulun üçüncü günü, dersin ise üçüncüsüydü. Artık yavaş yavaş dilin cümle yapısını (Syntax: Bir dilde ortak olan sözcüklerin sözcük grupları ve cümleler halinde birleştirilmesi; dil birimlerinin cümle içinde doğru şekilde bağlanması) öğrenmek zamanı gelmişti. İlk iki derste Almanca Dili‘ne ait giriş yapmış öğrenme teknikleri üzerine etraflıca konuşmuştuk. Sevincim büyüyordu her öğrendiğim sözcükle küçükte olsa bir cümle kurmanın bahtiyarlığını memnuniyetini zevle yaşıyordum. Bugün ise öğreneceğimiz ders konusu Almanca cümle yapısının temelini oluşturan „Präsens“, şimdiki zamandı. Ben ise tüm öğrenme isteğime rağmen bu konunun ana kelimesini bile bilmiyordum. Hava hazirana özgü bir sıcaklıkla berrak görünümüyle gökyüzünün maviliğini kucaklarken, hemen yakınlarda ki ormanların yeşilliği, tren garinin güzelliği ve Almanya’nın en güzel kabristanı olan bu mezarlığı gezme duygusuyla bana Darmstadt şehirininin cazipliğini sunuyordu. İkilem bir insanın en büyük düşmanı olduğu gibi, benimde en büyük düşmanım böyle kararsız anlarım oluyordu doğam gereği.
Derse geciktiğim içinse Bayan Hampel’in beni Türkiye’de ki öğretmenler gibi sorguya çekeceği korkusu bile içime hükmetmişti. Kolejin bahçesine girerken, ani bir kararla dönüp geri gitmek istiyordum utancımı kendimden bile gizlemek için. Duygularım bunları düşlerken, aklım ise „ha gayret“ diyerek dürtülüyordu beynimi. Cesaretimi toparlayarak kapıya vurarak içeri girdim. Bir sürü daha başka duygu içimde ve beynimde dolaşırken presens’ler bana daha cazip geldiğinin özlemiyle derslikte ki yerimi aldım. Bir yandan da seviniyordum şeytana uymadığım için. Bir yandan da kendi kendime neden acele ederek bu kadar terledim diye de kendimi sorguya çekiyordum.
Her zaman ders başlarken dilsizliğimize rağmen, geçen tramvay, otobüs, tren ve kuş seslerini bastıran curcunalar kopardı. Kitaplar ve defterler açılır, kapanır, daha iyi aklımızda kalsın diye kulaklarımızı tıkar ve hep bir ağızdan avaz avaz söylelenenleri tekrar eder hocanın masanın üzerinde ki bir sürü kalın kitabını gıptayla seyreder ve bir çok yeni ders aletini de burada tanımanın sevinciyle eğlenirdik hep birlikte diğer öğrencilerle beraber.Biraz gırgır şamataya meylettiğimiz zaman, bayan Hampel, hemen:
- Biraz susalım lütfen!
Hocaya görünmeden yerime geçmek için böyle anları beklemenin uygunluğunu hesaplarken ve gırgır şamataya güvenirken, hocanın bugünkü sakinliği beni büyülemişti. Açık pencereden diğer öğrenci arkadaşlarım yerlerini almışlar ve bayan Hampel o müthiş kalın ders kitaplarını sözlüklerini, cetvelini, noktalı lambasını, çeşit çeşit tebeşirleri öğretmen masasının üzerine bırakmış ve sınıfta bir aşağı bir yukarı dolaşarak bizi gözetleyişini sessizce izliyorduk. Bana işte bu sessizlik içinde sınıfta bulunmanın acayipliğini kavramak kalıyordu. Artık korkum gitmiş, yerini utanma duygusu almış ve bu da süreç içinde kayıp olmuştu. Terginlik ise olması gereken bir haldi.
Ama bütün endişlerim ve korkularım boşunaymış. Bayan Hampel bana baktı ve hiç kızmadan gayet sakin ve kibar bir dille:
- Gördüm, seni H. Hüseyin, bisikletini iterek Maritim otelininin arka tarafında, Mozart Kulesi’ne doğru geliyordun dedi; az kalsın sensiz başlayacaktık.
Sevindim, bu sese! Hemen defterimi ve “Yeni Başlayanlar için Almanca” kitabımı çantamdan çıkararak sıramdaki yerimi ve içimde ki güvenimle bütünleştirerek kuruldum sandalyeme. Ancak o zaman, biraz kendime gelerek, bizim öğretmenin o güzelim ayakkabılarını ve giydiği takım elbiseye benzer kıyafetiyle tepeden tırnağa birbirine uyum sağlamış davranışlar sergileyişini algılayabilmiştim. Müffetiş gibi bilge, alım gibi gözde, ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle dinlemem gerek bu öğretmenin ve bütün gayretimle cıvarlarda ki üniversitelerden birisine kapağı atmalıyım hayaliyle onu can kulağıyla dinlemem gerektiği kanısına vardığımı farkettim. Nedense öğretmenimizin zerafeti sanki bütün sınıfa yansımış ve her öğrenci de öyle sık ve zarif hallere girmişlerdi benim düşüncelerimde, ya da ben bunu öğretmenimizin şıklığına ve ders anlatımına mı borçluydum.
Masanın düzeni, gözlüğün masa da duruşu, gözlük kabı, kalemler, bir güzel yazı yazma diviti, … gibi daha bir çok kırtasiye malzemesi ise takdire şayandı. Ben, bu hallere hayret edip dururken bayan Hampel kursu gibi sınıf seviyesinden biraz yüksekte olan masasına çıkarak, sandalyesine oturmadan ve beni karşılarken duyduğum o yumuşak, kibar, mütevazı, narin, münevver, zarif, vakur, ağırbaşlı, saygılı, nazik tonlu ve yaşına rağmen o ince sesiyle:
- Sevgili gençler, çocuklarım, dedi, size bugün mesleğimde ki öğrenciliğimle beraber 38. Yılımı kutlarken ve yılın sonunda emekli olurken sizleri bırakmayacağım, ama sizzler benim üniversiteye entegre kurslarının son öğrencileri olacaksınız. Buraya görevlendirilen yeni öğretmen, yarın burada olacak ve böylelikle oda bir yıllık stajını benim yanımda yapacak. Bu sizing son dersiniz değil, ama benim son yılım. Lütfen, derslerinize iyice dikkat edin. Bunu sizden özellikle rica ediyorum. Değişik ülkelerden geliyorsunuz ve değişik kültürleriniz, gelenekleriniz, normlarınız, yeme ve giyinme alışkanlıklarınız var, bütün bunları ve birarda yaşama gereklerini, toleransı, saygıyı, karşılıklı anlayışı birbirinize aşılayarak, önyargılardan mümkün olduğunca uzak durum, hatta durmaya da mecbursunuz. Bu sizin içinde, içinde yaşadığınız toplum içinde paha biçilmez değerlerin toplamı olacaktır.
Halbuki ben, bu yeni başlangıcı çok sevmiştim, Almanca okuyup yazmayı ise canı gönülden arzu ediyordum. İçimde yine bir korku ve endişe başladı. Demek artık hiçbir şey öğrenemeyecektim. Nasibim bu kadarmış! Şimdi kaybettiğim zamana acıyordum, keşke askerliğimi yapmadan Türkiye’den kaçsam ve bende diğer kollej arkadaşlarım gibi 19 veya 20 yasında olsaydım ve üniversite için bu kadar gecikmeseydim ve babamın hatası yüzünden bir yıl da ilkokuldan sonra koyun güdüp, davar otlatmasaydım ömrümde ve öğrenciliğimde kayıp yıllarım olmayacaktı. Bunun için hem kendime hemde içinde yaşadığım koşullara ne kadar kızıyorsam az geliyordu bana. Daha bu sabah çantama yerleştirdiğim Türkçe – Almanca, Almanca – Türkçe sözlüğüm, Almanya ve Endüstrileşme Tarihi, Almanya Devlet Yapısı ve Tarihi, Almanca Gramer bana pek sıkıntılı, taşıması bile ağır gelen kitaplarım, şimdi, ayrılığın esaması dahi ayrılırsam çok üzüleceğim birer eski dost gibi gözüme ilişmeye başlamışlardı. Bayan Hampel’in kalkıp gideceğini, bir daha kendisini görmeyeceğimi düşündükçe, bana doğanın vereceği bir ceza olarak düşünüyordum.
Emekliliğe ilk adımın zaferiyle ve hakketiği sükunete kavuşmanın şerefine güzel elbiselerini giymiş, her zamankinden daha canlı, atak, ders anlatımında ki o coşku ve heyecanı ilk dersindeki enerjiyle bize yansıtmıştı sanki. Şimdi öğretmenimi daha iyi anlıyordum. Hem burada kırk yıla yakın emeğinden dolayı öğretmenimize olan içten saygım da artıyordu bu saaten sonra. Teşekkür böyle zamanlarda yersiz bir gelişigüzel söylenmiş sözcükten başka bir şey olamazdı. Ben böyle kendi kendime düşüncelere dalmışken, adımın çağrıldığını duydum birden. Derse kalkma sırası bana gelmişti. Şu mahut Präşenz kurallarını, baştan sonuna kadar ve yüksek sesle bir kere yanılmadan ve takılmadan söyleyebilmek için neler vermezdim ki! Ayağa kalktım ve verilen 10 cümlenin hepsini doğru yaptım havasıyla okurken, yedinci ve onuncu cümlelerimin hatalı olduğunu öğretmenimin sözümü kesmesiyle hatalı olduğumu anlamanın utancıyla ezilip büzüldüm, ama onda sekizlik bir başarının da hiç yadırganmayacak bir öğrenme temposu olduğunun bilinciyle irkildi kafam. Başımı kaldırmaya cesaret edemezken, bayan Hampel; bana şunları söylediğini duydum:
- Çekinme H. Hüseyin, çocuk değilsin, seni azarlayan kimse de yok, nasıl olsa öğreneceksin. Ya öyle işte, sen sosyoloji, felsefe, pedagoji, yada politik bilimler okuyacaksın, bu yüzden öğrenme temponu artırmalısın. Sözcükleri söylemeden korkmamalısın. Onlar senden korkmalı, sen onlara hükmetmelisin! Onlar sana değil. Daha vaktim var deme, ama yarın öğrenirim. Sonra başa ne haller gelir, görüyorsun. Tahsilini ve öğrenmeni yarına bırakmak, birçok insan için felaket olur. Belki bizden önceki kuşaklar, bizim bir şeyler öğrenmemize pek kulak asmadılar, öğrenmenin önemini önemsemediler. Ceplerini birkaç kuruş girsin diye çocuklarını tarlalarda veya dokuma tezgahlarında çalıştırmayı tercih ettiler. Gerçi bu onların kabahati, ama bu kabahatli hatalara karşı direnmek de bizim görevimiz ve hedeflerimiz arasında olması şarttır.
Söz sözü açtı ve bayan hampel bize Almancadan bahsetmeye başladı. Almanca dilinin dünyanın en güzel, sağlam dillerinden birisi olduğunu, bunu korumamız ve asla unutmamız gerektiğini vurguladı. Almanya tarihinin ve iki yıkım savaşının da baş aktörlerinden olmasından dolayı Alman dilinin Dünya genelinde istenilen saygı ve sevgiyi kazanamadığını güzel bir şekilde ifade ederek bize anlattı. Sonra gramer kitabını eline alarak okumaya devam etti, bize dersimizi okudu. Dersin bu esnada nasıl aklıma girdiğini görünce ve anlatılanları anladığımın bilincine varınca şaşırıp kaldım. Bu andan itibaren öğretmenimin söylediği ve anlattığı her şey kolay geliyordu. Neredeys bu güne kadar dersleri can kulağıyla dinlemediğim kanısı bile beni ikna etmeye ramak kalmıştı. Öğretmenimiz gözüme bu günden itibaren daha sabırlı, daha bilinçli görünmeye başlamıştı. Kadın gitmeden önce bütün birikimlerini ve bilgisini bize vermek ve her şeyi bir defa da kafamıza sokmaya uğraşan bir tavırlar sergisi sergilemeye başlamıştı.
Der bitince yazılı kısıma geçtik. Hemen sonra inanılmaz bir sessizlik! Kağıt üzerinde oynayan kalem gıcırtılarından başka bir ses duyulmuyordu. Bir ara içeriye açık pencerelerden mayıs böcekleri girdi; ama buna kimse aldırış etmedi, hatta, yine Almancaymış gibi, harfleri canı gönülden çizmeye gayret eden nağmeler bile … Kollejin karşı tarafında ki yeşil park alanında ki güvercinlerin pes perdeden kanat çırpınışları, dem çekişleri kimseyi etkilemiyordu. Herkes, hiçbir şey umursamadan kağıdına gömülmüş sınavını başarmak umuduyla kalem sallıyordu.
- Acaba bunlar da mı bizim gibi Almanca öğrenmeye mecburlar! dedim.
Ara sıra kafamı kağıdımdan kaldırarak bayan Hampel’e bakınca, bayan Hampel’in kürsüde dimdik, bütün bu kollej sınıflarını bakışında alıp götürmek istiyormuş gibi, etrafında ki eşyalara dikkatle baktığını gördüm. Düşünün, kırk yıl kadar, karşısında avlusu, kantini, güzergahı, giriş kapısı, duvarları, çevresi hiç değişmeyen sınıfı ile, her zaman aynı yerdeydi. Yalnız belki de sıralar ve duvar boyaları değişmiş olsa bile, avluda ki kestane ağaçları belki de o zaman daha gençtiler ve şimdi büyümüşlerdi, kendi eliyle saksılara diktiği çiçekler, sarmaşıklar dama kadar uzamışlardı. Bu yüreği güzel öğretmenimiz için bütün bunlardan ayrılmak, kimbilir hangi acilari ve hüzünleri de beraberinde getirecekti. Ne yürekler acısı bir durumdu bu! Çünkü yeni yıldan sonra belki de bu kentden göçüp giderek ebediyen buralardan uzaklaşacaktı. Bunları düşünmek, ona değil de, sanki bana derin acılar veriyordu.
Ama o sonuna kadar bizlere ders verme cesaretini gösterdi. Vedamız ağır ve acılı oldu. O anki hüzünü anlatcak ve betimleyecek kadar kudret ve kuvveti hiçbir zaman bulamadım kendimde. Hep birlikte „Ararat Restaurant’a“ giderek ayrılık yemeği yiyerek ve birbirlerimize sarılarak veda ederek ayrıldık. Sınavı kazanan ve üniversite ve yüksek okulara kayıt olan o zaman ki bazı arkadaşlarımla diyalogum 2005’li yılara kadar sürdü. Öğretmenimizi ise ben kendisinin vefaat yılı olan 2011 yılına kadar çeşitli vesilelerle ziyaret ederek sürekli kendim hakkında bilgilendirdim. Bugünkü olduğum konumdaki yerimi saygıdeğer öğretmen bayan Hampel’e borçlu olduğumu söylesem abartılı olmaz. Tabii ki, başka insanlarda Almanya da gerek dil, gerekse diğer konularda bana yardımcı olarak dilde ki öğrenme teknikleriyle beni sürekli desteklediler. Bu bir yıllık kollej uyum dersleri sonrası sınavlardan 2,7 notuyla Almanya da bir yüksek okula veya üniversiteye giriş hakkını da yasal olarak elde etmiş oldum böylelikle.
Okuyanlara teşekkür ederken, daha nice gerçek anılarda buluşmak üzere şimdilik iyi geceler diliyorum. Yaklaşık 35 yıl kadar önce yaşadığım dil öğrenme hikyalerinden bir kesit oldu bugünkü hikayesel anlatımımda.
Sosyolog Hasan Hüseyin Arslan - Köln, 17.10.2024
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.