- 210 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Bir Daha Dünyaya Gelsem
Bir zamanlar, uçsuz bucaksız bir ormanın derinliklerinde, Cilalı Taş Devri’nin basit ama huzurlu yaşamı sürdürülüyordu. Her şeyin yeni başladığı, insanların doğayla iç içe yaşadığı bu dönemde, herkesin kendi işini yaptığı ve hiçbir paranın olmadığı bir dünya düşünün. Öyle bir dünya ki, iş yok, para derdi yok, gir mağaraya yat uyu. O zamanlar, hayat çok daha basitti; ama bu basitlik, çoğu zaman insanların ruhunu besleyen derin bir mutluluk kaynağıydı.
Yıllar geçtikçe, insanlar gelişti, şehirler kuruldu ve bu yeni hayatın getirileriyle birlikte her şey karmaşıklaştı. Ama ben, bir daha dünyaya gelsem, o güzel, basit günlere geri dönmeyi seçerdim. İşte tam burada başlıyor hikâyem; bir zamanlar herkesin hayalini süsleyen, ama şimdi kaybettiğimiz o masumiyeti arama yolculuğum.
Bütün hayatım boyunca çalıştım, mücadele ettim; ama şimdi aradığım şey sadece huzur. Paranın peşinde koşarken, gerçek mutluluğun ne olduğunu unuttum. Yine de, geçmişe özlem duymak içimde bir yara açıyor. Bir sabah, uyanıp güneşin doğuşunu seyrederken, o eski zamanların huzurunu düşündüm. Cilalı Taş Devri’nde yaşamış olmayı hayal ettim; ne bir endişe, ne bir kaygı, ne de bir acı. Hemen kendimi o dünyaya götüren bir yolculuğa çıkmaya karar verdim.
Yolda giderken, içimde bir heves vardı. Aklımdaki hayallerin peşinde koşuyordum. Kafamda, o günlerin nasıl geçtiğini, insanların nasıl yaşadığını canlandırıyordum. Hemen aklıma bir hikaye geldi. Bir zamanlar, ormanda bir grup insan yaşardı. Onlar için hayatta kalmak, avlanmak ve toplayıcılık yapmak her şeydi. Ama bir gün, bir adam çıkıp “Neden paraya ihtiyacımız var?” dedi. O an, herkes bir duraksadı.
Herkes o adama dönüp bakarken, bir çocuk kendine güvenle “Evet, neden paraya ihtiyacımız var ki? Hayvanları avlayabiliyoruz, meyveleri toplayabiliyoruz. Geceyi aydınlatacak ateşimiz var. Daha ne istiyoruz ki?” dedi. Bu sözler, birden bire tüm topluluğun aklını açtı. Adam gülümseyerek “İşte bu yüzden, basit bir yaşamda mutluluğu bulabiliriz,” diye yanıtladı.
Bir süre sonra, bu topluluk paranın ne olduğunu unuttu. Paranın getirdiği kaygılar yoktu. Herkes elbirliğiyle avlanıyor, birlikte yemek pişiriyor ve geceleri ateşin etrafında toplanarak şarkılar söylüyordu. O günden sonra, insanlar sadece hayatta kalmayı değil, yaşamayı da öğrendi. Eğlenmek, gülmek, ve birlikte olmak en büyük zenginlikleriydi.
Bir gün, ormanın derinliklerinden geçerken, bir grup insanı gördüm. Onlar, büyük bir av peşindeydiler. Yanlarında bir çuval dolusu meyve, sebze ve birkaç ağaç dalı vardı. Onlara doğru yaklaştım ve merakla “Ne yapıyorsunuz?” diye sordum. İçlerinden biri, gülümseyerek “Bugün çok güzel bir avımız var. Ama bu av, paranın gücünden çok daha değerli. Bu av, dostluğumuz ve beraberliğimizdir,” dedi.
Görüşmelerimizi sürdürürken, kendimi oranın bir parçası olarak hissettim. İşte o an anladım ki, paranın olmadığı bir dünyada, gerçek mutluluğun ve huzurun ne demek olduğunu hatırlamak, insanın özüne geri dönüşüdür. Cilalı Taş Devri’nde yaşamak, ruhumda derin bir tatmin duygusu yarattı. Orada insanlar, hayatı birlikte yaşıyor ve her anın tadını çıkarıyordu.
Ama bir sabah, ormanda başka bir grup insan belirdi. Onlar, daha önce duymadığım bir şeyle gelmişlerdi; para. O andan itibaren, her şey değişmeye başladı. İnsanlar birbirine düşmeye, dostluklar bozulmaya ve paranın peşinden koşmaya başladılar. Bu durum, beni derinden sarstı. İnsanların nasıl bu kadar çabuk değiştiğini görmek, ruhumda bir yaraya yol açtı.
Artık herkes para kazanmanın yollarını arıyordu. Gece olduğunda, ateşin etrafında toplanan insanların gülüşmeleri, tartışmalara dönüşmüştü. "Senin avladıkların daha çok değerli," diyenler, "Hayır, benim bulduğum meyveler daha değerli," diyenler yükselmeye başladı. Dostluklar bir bir yok oldu. Para, kalpleri çürütmeye başlamıştı.
Bir gün, gençlerden biri, “Neden bir araya gelip birlikte avlanmıyoruz? Neden birlikte yaşamıyoruz?” dedi. Ama bu söz, kimseyi etkilemedi. Onlar sadece kendi çıkarlarını düşünüyordu. O an, insanların birbirine nasıl düşmanlık beslediğini ve paranın onları nasıl dönüştürdüğünü görmek, içimi parçaladı.
Artık o eski huzurlu günlerden eser yoktu. Kıskançlık, hırs ve bencillik her yere sarmıştı. Bir grup insan, eski yaşam tarzını korumak için bir araya geldi. “Biz yeniden Cilalı Taş Devri’ne dönmeliyiz,” dediler. Bu söylem, bir direnişin ilk adımıydı. İnsanlar, eski hayatlarını hatırlamak ve dostluklarını geri kazanmak için bir araya geldiler.
Bir gün, bu grubun lideri, “Bizim zenginliğimiz dostluğumuzdur. Paranın getirdiği tüm sorunları bir kenara bırakmalıyız,” dedi. Bu sözler, diğer insanları etkiledi. Zamanla, paranın getirdiği kaygılar yerine dostluğun değerini anlamaya başladılar. Birlikte avlanarak, gülüp eğlenerek hayatın tadını çıkardılar.
Bütün bu çabalar sonunda, yavaş yavaş topluluk yeniden eski huzurlu günlerine dönmeye başladı. İnsanlar artık birlikte yaşıyor, birbirlerine yardım ediyor ve mutluluğu paylaşıyorlardı. O eski dostluklar geri geldi ve ormanda neşeli sesler yankılanmaya başladı. Artık para derdi yoktu; insanlar birlikte avlanıyor, birlikte yemek yiyor ve birlikte eğleniyorlardı.
Bir sabah, herkes bir araya geldi ve büyük bir kutlama düzenlendi. “Artık dostluk, zenginliğimizdir,” dediler. Bu kutlama, ormanın derinliklerinde yankılandı. İnsanlar dans ediyor, şarkılar söylüyordu. O an, herkesin içindeki umut yeniden doğdu.
Sonunda, herkes anladı ki; hayatta kalmanın ötesinde, yaşamayı bilmek, birbirine destek olmak ve dostluğun değerini anlamak en önemli şeydir. Artık ormanın derinliklerinde yeni bir nesil yetişiyordu. Onlar, paranın değil, dostluğun önemini bilerek büyüyordu. Bir daha dünyaya gelsem, işte bu dostluğu seçerdim.
Günlerden bir gün, yeni neslin liderlerinden biri “Bizim yaşam tarzımız sadece hayatta kalmak değil; aynı zamanda birbirimize destek olmak ve sevinçleri paylaşmaktır,” dedi. Bu sözler, herkesin kalbinde bir sıcaklık yarattı. İşte o an, gerçek yaşamın ne olduğunu anladım; hayatta kalmak değil, birlikte yaşamak en önemli şeydir.
Yıllar geçtikçe, bu topluluk her geçen gün daha da büyüdü. İnsanlar bir araya geldiğinde, mutluluklarının ve huzurlarının değerini daha iyi anladılar. Geçmişin derinliklerinden gelen o ses, artık onların hayatına yön veriyordu. Paranın ve kaygının yerini, dostluk ve sevgi almıştı.
Bir daha dünyaya gelsem, belki de bu topluluğun bir parçası olmak için sabırsızlanırdım. Çünkü yaşamın en güzel hali, sevinçleri paylaşmak, dostluklarla dolu bir dünyada yaşamakta gizliydi. Bir gün, ormanda yürüyüş yaparken, içimde bir huzur hissettim. “İşte bu,” dedim; “Cilalı Taş Devri’ndeki o basit yaşam, işte burada.”
Son olarak, insanlara, hayatta kalmanın ötesinde yaşamayı öğretmek için, bu basit ama anlam dolu hikâyeyi paylaşıyorum. Cilalı Taş Devri’nin getirdiği huzuru, dostluğu ve sevgi dolu bir dünyayı aramak, belki de en büyük zenginliktir. Geleceğin temellerini dostlukla atmalı, hayatta kalmanın ötesinde yaşamayı öğrenmeliyiz. Çünkü sonunda, her şey dostlukla başlar ve dostlukla biter.
Düşünün, bir daha dünyaya gelsem, iş yok, para derdi yok; sadece gülümsemelerle dolu bir hayat. İşte bu, gerçek bir mutluluk kaynağı.
Bahadır Hataylı/17.10.2024/24.00/Sancaktepe/İST
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.