- 253 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Bir Çöküşün Anatomisi-Adaletsizlikle Yozlaşan Bir Sisteme Karşı Uyanış
Adaletsizliğin Derinlemesine Analizi
Bir yönetimin, zenginleri daha da zenginleştirip, fakirleri daha da yoksullaştırdığı; gücü hep mazlumlar aleyhine kullandığı bir toplumda adaletten bahsetmek mümkün müdür? Adaletin olmadığı, gücün sadece güçlülerin çıkarına kullanıldığı bir sistem, insanlık onurunu ayaklar altına alan bir çürümüşlük abidesidir. Böyle bir sistem, sadece zenginlerin ve güçlülerin çıkarlarını koruyarak, toplumun geniş kesimlerini yok sayar. Ancak adaletsiz bir düzenin uzun vadede sürdürülebilirliği yoktur. Çünkü adalet olmadan ne barış vardır ne de huzur.
John Locke’nin sözünü hatırlayalım: "Halkını mutlu etmeyen, adaleti gözetmeyen, huzursuzluğun kaynağı bir devlet, korumaya değmez; bırakın geberip gitsin." Locke’nin bu sert ama gerçekçi değerlendirmesi, yaşadığımız günlerin tam karşılığıdır. Adaletin çürüdüğü, güçlünün güçsüzü ezdiği bir düzen, meşruiyetini kaybeder. Hukuk, zenginlerin parçalayıp geçtiği, fakirlerin ise ayağına dolanan bir örümcek ağına dönüştüğünde, böyle bir düzenin insanlara mutluluk getirmesi nasıl beklenebilir? Vergi sisteminin, alttakileri ezip üsttekileri göklere çıkardığı; güçlülerin dokunulmazlık zırhına bürünüp, mazlumların sırtında yük haline geldiği bir ortamda, bu sistemin neresinden tutabiliriz?
Bu sorulara cevap aramak, gücünü halktan almayan, halkın mutluluğunu hedeflemeyen bir yönetim anlayışını sorgulamakla başlar. Bu yazıda, içinde bulunduğumuz adaletsiz ve yozlaşmış sistemin tüm boyutlarını ele alarak, adaletsizlik karşısında nasıl bir uyanış gerektiğini detaylı bir şekilde anlatacağım.
Yönetim Mazlumlara Karşı Güç Kullanıyorsa, Adalet Mümkün Müdür?
Bir ülkenin yönetimi, gücünü mazlumların aleyhine kullanıyorsa, orada adil bir düzenden bahsetmek imkansızdır. Yönetim, toplumun en güçsüz kesimlerinin yanında yer alması gereken bir mekanizmadır. Devletin asli görevi, herkesin haklarını korumak, özellikle de güçsüzleri güçlülerin zulmünden sakınmaktır. Ancak bugünkü sistem, tam tersine, güçlülerin yanında yer almakta, zayıf olanı ezmekte, toplumun en kırılgan kesimlerini görmezden gelmektedir.
Zenginler daha zengin oluyor, fakirler daha da yoksullaşıyor. Bunu görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok. Devlet politikaları, fakirlerin sırtına daha fazla yük bindirirken, zenginlerin vergilerden muaf tutulmasına, kredilerle ödüllendirilmesine, vergi borçlarının silinmesine olanak tanıyor. Yoksul bir insanın çocuğunu okula gönderecek parası bile yokken, zenginler yeni gayrimenkuller alarak, devlete ödemesi gereken vergilerden kurtuluyor. Bu adaletsizlik midir, yoksa bir soygun düzeni mi?
Adaletin olmadığı bir toplumda, huzur ve güven de yok olur. Zenginlerin servetlerine servet kattığı bir düzen, toplumu bölüp parçalar. Bir yanda lüks içinde yaşayan bir azınlık, diğer yanda temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan geniş bir kesim... Böyle bir sistem, sürdürülebilir mi? Elbette hayır. Bu çarpık düzen, toplumsal öfkeyi besler, haksızlık karşısında sessiz kalanlar bir gün kaçınılmaz olarak hesap vermek zorunda kalır.
Vergi Sisteminin Çarpıklığı ve Sosyal Adalet
Vergi sistemi bir ülkenin en temel yapı taşlarından biridir. Ancak vergi sistemi adil değilse, toplumun en önemli yapı taşı da çatlamaya başlar. Şu anki vergi sistemi, zenginleri ödüllendirirken, fakirleri daha da fakirleştiren bir yapıya dönüşmüş durumda. Milletin vergileri, lüks içinde yaşayan bir azınlığa kredi olarak sunuluyor. Oysa vergi, toplumsal refahı sağlamak için alınır. Peki ya bu vergi sistemi, sadece zenginleri daha zengin etmek için kullanılıyorsa?
Vergi adaleti sağlanmadan, toplumsal adaletten söz edemeyiz. Aşağıda ezilen geniş kitlelerin sırtına yüklenen ağır vergiler, zenginlerin daha da rahatlaması için kullanılıyorsa, böyle bir sistemin adil olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Üstelik bu vergilerle yapılan harcamalar da sorgulanmalıdır. Milletin parasının nereye gittiğini bilmesi, hesap sorabilmesi gerekir. Ancak bugünkü sistemde, ne yazık ki bu hesap verme mekanizması çalışmıyor.
Devletin kaynakları, halkın ortak malıdır. Bu kaynakların, sadece belirli bir zümreye hizmet etmesi kabul edilemez. Zenginlerin mallarına mal katmaları için vergi muafiyetleri sağlanırken, fakir bir vatandaşın günlük yaşamını sürdürecek imkanları bile elinden alınıyor. Bu sistem, kimin çıkarlarını koruyor?
Adaletin Bozuluşu ve Hukuk Sistemi
Bir ülkede adalet, en güçlü temeldir. Adaletin çürüdüğü, hukukun zayıfladığı bir toplumda, devletin meşruiyeti kalmaz. Bugün, hukuk sistemi güçlülerin arkasında durup, zayıfların karşısında set oluşturan bir yapıya dönüştü. Hukuk, zenginin önünde diz çöken, fakirin ayağına dolanan bir örümcek ağıdır. Bu, adaletin ölümü demektir.
Hukuk sistemi, toplumsal düzeni sağlamak için vardır. Ancak güçlülerin parası ve nüfuzu, hukuku kendi lehlerine çevirebiliyorsa, o zaman adaletten bahsetmek imkansızdır. Zenginlerin dokunulmaz olduğu, fakirlerin en ufak hatada cezalandırıldığı bir sistemde, adalet nerede? Zenginin suçları görmezden gelinirken, fakir insanın en küçük hatası bile büyük bir suçmuş gibi cezalandırılıyor. Bu sistemde, adaleti nerede arayacağız?
Adalet, toplumun tüm kesimlerine eşit uygulanmadıkça, hukuk sadece bir araçtan ibaret olur. Bugün, yargı gücünü elinde tutanlar, zenginlerin çıkarlarını korumak için kullanıyorlar. Bu durum, toplumun her kesiminde adalete olan güveni yok ediyor. Bir sistemin meşru olmasının yolu, adaleti sağlamaktan geçer. Adaleti olmayan bir sistem, meşruiyetini kaybetmiştir.
Çöküşün Eşiğinde Bir Toplum
Toplumun çöküşü, adaletin yok oluşuyla başlar. Adaletsizlik, bir ülkenin damarlarına zehir gibi işler. Bu zehir, önce hukuku çürütür, sonra toplumsal huzuru bozar ve nihayetinde devletin tüm yapılarını çökertecek kadar derinleşir. Bugün, bu çöküşün eşiğindeyiz. Toplumun her kesiminde derin bir huzursuzluk, umutsuzluk ve çaresizlik hakim. İnsanlar adaleti arıyor, ama bulamıyor.
Yönetim ise, halkın bu huzursuzluğunu görmezden geliyor. Gücü elinde tutanlar, sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket ediyorlar. Zenginler, daha zengin oluyor; fakirler ise her geçen gün daha da yoksullaşıyor. Bu çarpık düzen, adaletin tamamen ortadan kalkmasına neden oluyor. Toplumsal huzur, adaletten doğar. Ancak bugün, adaletsizlik her yeri kaplamış durumda.
Sistemin Meşruiyeti Sorgulanmalıdır
Bir sistemin meşru olabilmesi için, o sistemin adaleti sağlaması gerekir. Eğer bir yönetim, halkın haklarını korumak yerine, güçlülerin çıkarlarını kolluyorsa, o yönetim meşruiyetini kaybeder. Bugün, içinde bulunduğumuz sistem tam da böyle bir yapıya sahip. Güç ve kuvvet, mazlumları ezmek için kullanılıyor. Yönetim, adeta bir haremin çetesi gibi davranarak, zenginlerin ve güçlülerin çıkarlarını koruyan, geri kalan herkesi görmezden gelen bir yapı haline geldi. Böyle bir sistemin meşruiyeti kalır mı?
Bir yönetimin meşru olmasının temel şartı, hukuka uygun hareket etmesi ve adaleti sağlamasıdır. Devletin varoluş nedeni, halkının mutluluğunu, güvenliğini ve refahını sağlamak olmalıdır. Ancak bu amaçlar yerine getirilmiyorsa, yönetimin meşruluğundan söz edilemez. Bugünkü sistem, sadece güçlülerin egemen olduğu, zenginlerin daha da zenginleştiği bir düzeni ayakta tutuyor. Bu sistem, toplumsal huzuru değil, toplumsal çöküşü besliyor.
Devlet, halkın çıkarlarını gözetmediğinde, sadece kendi varlığını sürdürmek için ayakta durur hale gelir. Oysa devlet, halkın refahı için vardır. Eğer bir devlet, sadece güçlünün hizmetinde olan bir araç haline gelmişse, o devlete olan güven sarsılır ve meşruiyeti yok olur. Bu noktada, halkın devlete olan bağlılığı çözülür. Devlet, halkı için değil de belli bir kesimin çıkarlarını korumak için çalışıyorsa, böyle bir devletin çökmesi kaçınılmazdır.
John Locke’nin felsefesi tam da bu durumu özetler: "Halkını mutlu etmeyen, adaleti sağlamayan bir devlet, yaşamayı hak etmez. Bırakın geberip gitsin." Bu sert ama derin anlamlar içeren söz, bugünkü durum için geçerliliğini koruyor. Eğer bir devlet halkını mutsuz ediyorsa, adaleti uygulamıyorsa, var olma amacını yitirmiş demektir.
Toplumsal Uyanış ve Değişim İçin Mücadele
Peki, bu çarpık düzenin devam etmesine izin mi vereceğiz? Elbette hayır. Adaletsizlikle yozlaşan bir sistemin sona ermesi için toplumsal bir uyanış gereklidir. Tarih boyunca, büyük toplumsal değişimler, halkın adaletsizliğe karşı verdiği mücadelelerle gerçekleşmiştir. Bugün de aynı mücadeleyi vermek zorundayız.
Toplumsal uyanış, bireylerin adaletsizliğe karşı bilinçlenmesiyle başlar. Halk, içinde bulunduğu çarpık düzeni sorgulamalı, gücün ve adaletin sadece belli bir kesimin elinde olmasına karşı çıkmalıdır. Bu uyanış, adım adım gerçekleşir. Önce adaletsizliğin farkına varmak, sonra da bu adaletsizliği ortadan kaldırmak için harekete geçmek gerekir.
Değişim, bireylerin bilincinden doğar. Eğer halk adalet talep ediyorsa, yönetimler bu talebi göz ardı edemez. Bugünkü yönetimin çürümüşlüğü karşısında, halkın sesi yükselmeli, adaletsizlik karşısında susanların sesi çıkmalıdır. Adaletin olmadığı yerde, barış ve huzur olmaz. Bu nedenle, adaletin sağlanması için mücadele etmek, herkesin görevidir.
Sonuç – Adaletsizliği Reddetmek
Bugünkü yönetimin zenginleri daha zengin, fakirleri daha fakir eden; güçlünün önünde eğilip, mazlumların haklarını çiğneyen yapısı, toplumsal çöküşün habercisidir. Adaletin olmadığı bir sistemin meşruiyeti yoktur ve bu sistem, halkın güvenini tamamen yitirmiştir. Vergi adaletsizliği, hukukun güçlülerin lehine işlemesi, güç ve kuvvetin sadece belli bir kesimin çıkarlarını koruması, bu çarpık düzenin en açık göstergeleridir.
Bir devletin meşru olabilmesi için, halkının refahını sağlaması, adaleti gözetmesi ve toplumun tüm kesimlerine eşit muamele etmesi gerekir. Eğer bir devlet, bu temel sorumlulukları yerine getirmiyorsa, o devletin varlığını sürdürmesi gerekmez. John Locke’nin dediği gibi, halkını mutlu etmeyen, adaleti sağlamayan bir devlet, yaşamayı hak etmez.
Bu noktada, halkın uyanması ve adalet için mücadele etmesi hayati önemdedir. Toplumsal değişim, adaletsizliğe karşı verilen bir mücadeleyle başlar. Bugün, bu mücadelenin tam ortasındayız. Adaletsizlikle yozlaşan bir sistemi kabul etmiyoruz ve adaletin yeniden tesis edilmesi için sesimizi yükseltiyoruz.
Adaletin olmadığı bir sistemin meşruiyeti kalmaz.
Vergi adaletsizliği, toplumsal adaleti yok eder.
Hukukun güçlülerin lehine işlediği bir sistem, toplumu böler.
Adaletsizlik karşısında toplumsal uyanış şarttır.
Bu manifesto, adaletin yeniden tesis edilmesi ve halkın haklarının korunması için bir çağrıdır. Adaletsiz bir sistemin çökmesi kaçınılmazdır ve bu çöküşe direnç göstermek yerine, adalet için mücadele etmeli, toplumsal uyanışı başlatmalıyız.
Adalet olmadan, barış ve huzur olmayacaktır. Adaletsizliğe karşı durmak, herkesin görevidir. Bu görev, hepimizin geleceğini şekillendirecek bir mücadeledir.
Bahadır Hataylı/15.10.2024/15.00/Namazgah/İST