- 414 Okunma
- 1 Yorum
- 5 Beğeni
Derviş, kara demlik ve ben
“Gel hele” dedi dar çehresine bir tutam huzurlu bakış yüklemiş Derviş. Kalabalıkları arkada bırak ve geleceğe sızan yalnızlığını da alıp yanıma iliş. Sözü yasaklamadan boşluğu anlamanın yürekliliğiyle gidelim.
Yürüdük kimsenin gerçeği geçemediği çizgilerde. Ezbere yaşamın bir içim serinlikten sıyrıldığını hissederken bütün acıları geri de bırakabilmek, yeni şeyler duymak istiyordum. “Gökyüzünde girdap salan insanlığın aldanışlarını dinlemekten yoruldum derviş” dedim. Baktı ve içimdeki çocuğun binlerce kez gözyaşı döktüğünü söyledi. “Yalınayak yürü” dedi. Toprağın iliklerinde ötelerin dirilmelerine adım atasın ki ayakkabının izlerinde boğulmayasın…
Oturduk bir ateşin başına. Kara demliğin fokurdayan çayında maviyi anlamanın sevincini güneşin batışında gördüm.
İlk kez dedim yaşamak nasıl bir şey?
Bile bile dedi korkaklıktır ve alışkanlıklar diyarında küçüçük avuçlarında ölümü kanmaktır akan yaşamın tuzlu suyunda.
Çok içme dedi. Çoklar içinde çoğalmaz ki
Çayını döktü fokurdayan kara demliğin ağzından. Usulca kayarak doldu, dumanı üstünde kıpkırmızı bir demleniş. Bir daha doldurdu. Ve uzattı. Al dedi. Yaşam budur.
Sıcak say buraları, temkinli yudumla, hemen dibini bulmayasın.
Dudaklarıma değdim yaşamın en sıcak halini. Bir yudum aldım. Yerini bulmuş bir tadın demli varlığına savruldu ruhum.
Ben dedim hangi yoldan gideceğim?
Eğildi bir yudum aldı. Doğruldu. Çay sızan dudaklarını büzüştürdü. Kafasını hafif çapraz göğe kaldırdı. Tebessüm etti. Ağzında doldurduğu çayını boğazından yavaşça geçirdi.
“Yol yoktur. Sen gidersin yol olur” dedi. Gözlerime baktı.
Yol tek midir sanırsın?
“Herkes aynı yere varmaz mı?” dedim.
Varmak sayılmaz ki yol senden çıkmadıkça dedi. Oysa envai çeşit ruh var. Yol tek olsa herkesin melekleştiği diyarlarda olmaz mıydık?
Yol senden yürür sen içe göçtükçe. Kimisinin susturduğu, kimilerin sağırlaştığı bir ses bul göçerken. Yolun sese revan olsun…
Çay içtim. Ateş izledim ve derviş dinledim. Çay konuştu ateş yaktı derviş sustu.
Ateşin hazırladığı demde çay duman üflerken sonsuzluğa karışan bir is kokusu burnuma erişti. Bir sis var dünyanın kendinden. İçine bulaştığında gözüne bir beyazlık bürüyen…
Rengine bulaştırmadan beyaza katık eden…
Yorgun bir dünya bıraktı ruhumda koca bir ömür. İnsanın seferine kaç vakit daha var derviş dedim.
Bilseydim yükseklikleri seyreder miydim dedi. Bilseydim tren bekler miydim kederin dumanlandığı yerde…
İçimizde bir boşluk var. Ve büyük bir noktanın sessizliğini yazıyorum. Sırtımda bir dünya kurmuşum. Geniş bir sorumlulukta bir engel aşmaya gelmişim. Yenilgileri tanıdıkça yaşama sevincine cevap veremiyorum. Sonu kaybedilen bir savaşın patikasına büyük umutlar beslemişiz. Yepyeni bir sabah diyorum. Ucu bucağına keder batmamış bir sessizlikle tekrar gelse yine tükettiğimiz zamanının pişmanlıklarını mı biriktireceğiz.
Derviş çayı yudumladı. Sustuğumu düşünmedi. İç sesime dem vurdu. Bildi beni; yüreğimden doğmadığı belli düşüncelerin yitik alışkanlıklarına saklandığımı…
Kafamı kaldırdım. Ateşin yolunda kapkara bir demliğin fısıltısı ve kıyısız bir gecenin gözlerine dalmış bilmenin acısını yaşayan derviş…
Kirpiklerinde uyku taşıyorsun dedi derviş. Gökyüzünde olmayı bırak bu dünyadan geçiyoruz. Senin olmayan bir hüzün var ruhunda. Ördüğün sonbaharın ilmeklerini bir salkım sabahlık bırakasın. Elbette gidişlerimiz yalınayak olacak ama azıklarımız var ruhun kaldığı bedestenlerde…
Sonra uzunca bir sessizlik aktı. Derviş sustu. Ben sustum. Demlik konuştu. Kederi bir türkü yaptık. Düz bir çizgiden öteye geçebildik mi?
Hadi dedi derviş
Geceyi bir yolcu edelim sabah bize ufuk versin.
Uzunca bir yola çıkalım seninle
Bir yol çizelim…
Derviş, ben ve kara demlik uzunca bir yola çıkacaktık. Sabahın ilk ışıklarına kadar sakin bir uykuya dalıp gitmiştim…