- 147 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SOLMAYAN KIRMIZI GÜLLER-6 (Yolun Sonu)
Açıklama: Bu öykü için konsantrasyonum kayboldu. Bugün artık bitireyim dedim. Önceki bölümler kadar duygusal olmayabilir. Öykünün bu son bölümüne uygun bir resim bulamadım...
Altıncı Bölüm-Yolun Sonu
Şehrin girişinde Gülistan’ın babası Hikmet Amca onları bekliyordu. Belli ki bir şekilde geleceklerini haber almıştı. Ağlayarak sarıldı baba kız. Erdem ise at üzerinde bile olsa dört saatlik yol yorgunluğu yanında hastalığının da etkisiyle bitkin bir durumdaydı. Yol boyunca her öksürdüğünde kan tükürmüşdü.
“Bir an önce hastaneye gitmemiz lazım” dedi Hikmet Bey.
Sonra Bora’ya döndü:
“Bora oğlum, buraya kadar gelmişsin ya, Erdem oğlum artık önce Allah’a, sonra doktorlara ve bizlere emanet. Sen geri dönebilirsin. İşin gücün de vardır,” dedi.
Bora’nın Erdem’in iyileşmesini düşünmekten daha önemli bir işi olamazdı. Ama onu burada olmadan da yapabilirdi. Şöyle bir baktı, -kendisi dışında- tüm sevdikleri yanındaydı…
Belki de onların ve tabi ki Bora’nın sevgileri Erdem’i kurtaracaktı.
Düşüncelerini harap eden olaylar zinciri nedeniyle Hikmet Bey’e itiraz etme gücünü de kendisinde bulamadı.
“Erdem Abimin sağlığı için hep dua edeceğim,” dedi…
“Allah razı olsun,” dediler.
Onlar giderken gözden kayboluncaya kadar arkalarından baktı…
Bora her sabah mal almak için köye giderken ve dönüşte Erdem’in evinin önünden geçiyor ve gözleri bacasında duman arıyordu. Kafasında hep erdem abisi vardı. Bir yandan bu ince hastalığın çaresiz olduğunu düşünüyor, ama bir yandan da onun bu illeti yeneceğini umuyordu. Çünkü umutlarını olmasını istediği yöne programlamıştı. Kasabada satış sırasında bile aklı hep ondaydı. Erdem’in dükkânının önünden değil uzağından geçiyordu. Dükkânda Nevzat’ın çalıştığını biliyordu ama nedense Erdem’in olmadığı o dükkândan karşı koyamadığı bir içgüdü uzaklaştırıyordu Bora’yı.
Böyle kaç gün geçti bilmiyordu Bora. Bir gün yine kasabada mallarını satmak için dolaşıyordu. Kafası yine bin bir düşünceyle doluydu. Bir taraftan Erdem’in bu hastalığını yeneceğine ve onların mutluluğuna hayranlıkla bakacağına kendisini inandırmaya çalışırken zaman zaman tam ters olasılık hayallerine kâbus gibi el koyuyordu. Bu sırada camiden sela okunmaya başlamıştı.
“Kim bilir kimler yakınlarını kaybetti. Rabbim mekânını Cennet etsin. Yakınlarına sabırlar versin,” diye düşüne dursun, sela bitti ve anons başladı.
“Cenaze… Kasabamız sakinlerinden, Osman oğlu Erdem…”
Bora’nın kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı…
Derin nefes alıp kendini toparlamaya çalıştıktan sonra yolunu camiye cevirdi.
Herkes oradaydı…
Gülistan, Hikmet Amca, Yasemin Teyze, Osman Amca…
Bir de musalla taşının üzerinde bir tabut.
Kimsenin yüzü gülmüyordu…
Bora’nın da…
Kırmızı güllerin yanına kazıldı mezarı…
Aşkı, sevgiyi temsil eden çiçeklerin yanına…
Onların aşkı buna layıktı.
Annesi ve babası Gülistan’ı şehirden ayrılmaya ikna edemediler.
Ne kadar uğraştılarsa da boşunaydı.
Erdem’iyle yaşadığı mutlu anılardan uzaklaşmak istemedi Gülistan…
“Nevzat dükkândan elde edeceği kârın yarısını her ay bana getirecek babacığım. Benim ne kadar masrafım olur? Onunla geçinip giderim!” dedi babasına.
Çaresiz, onu bırakıp gitmeden önce Bora’ya:
“Bora, oğlum… Gülistan’ı ikna edemedik. Ona sahip çıkarsın artık. O senin bacın ve Erdem’in emaneti,” dedi Gülistan’ın babası…
“Gözünüz arkada kalmasın Hikmet Amca,” dedi. “Tabi ki o benim bacımdır ve Erdem abimin bana emanetidir,” dedi.
Bora sabah erken saatte Gülistan’ın evinin önünden geçerken arabasında taşıdığı ibrikteki suyu güllerin dibine döktü ve köyün yolunu tuttu. Köye giderken kafasına takıldı: “Daha önce de sulardım bu gülleri. Sanırım bu iki sevgili birbirlerinin suladıklarını sanıyorlardı. Peki, şimdi Gülistan çiçeklerin sulanmış olduğunu görünce ne diyecek? Acaba sulamasa mıydım? Belki de o yaslı haliyle dikkatini çekmez,” diye düşündü.
Köyden dönüşünde yine Gülistan’ın evinin yanından geçmiş gidiyordu ki, Gülistan’ın seslenmesiyle durdu:
“Bora, gel kardeşim bir çayımı iç!”
Bora döndü, o eski neşeli yüzünden eser olmayan gül bahçesi Gülistan’ın yanına gitti. Evin bahçesindeki masanın yanındaki sandalyeye oturacaktı ki, Gülistan’ın sesiyle durdu…
“Erdem seni bir öz kardeş kadar seviyordu,” dedi…
“Öyleydi, nur içinde yatsın,” dedi Bora.
“Şundan emin ol ki, ben de seni bir kardeşim kadar seviyorum,” dedi Gülistan ve devam etti:
“Sana sarılabilir miyim?” diye sordu.
Bora’nın yanıtını beklemeden onun boynuna sarıldı. Başını omuzuna koyarak ağlamaya başladı. Bora da gözyaşlarını tutamadı. Bir süre böyle durduktan sonra, “Sen burada otur kardeşim. Ben içeriye gidip yüzümü yıkayacağım ve çay getireceğim,” dedi.
Bura sandalyede otururken Gülistan elinde bir tepside iki bardak çayla geldi ve diğer sandalyeye oturdu.
“Dün gece çok ilginç rüyalar gördüm,” dedi Gülistan.
“Allah hayra çıkartsın,” dedi bora ve Gülistan anlatmaya başladı.
“Rüyamda Erdem’i gördüm,” dedi; “Neler söyledi bilsen!”
Bora merak ve endişeyle Gülistana bakarken Gülistan anlatmaya başladı.
“Hep seni gözlüyorum,” dedi. “Bir süre ayrı kalacağız ama gönüllerimiz bir olmaya devam edecek. Ama sonunda kavuşacağız,” dedi.
Bora devamı nedir diye soruyor ama sorar gözlerle Gülistan’ın gözlerine bakıyordu.
“Ne kadar var kavuşmamıza?” diye sordum. “Onu Allah bilir,” dedi.
“Bahçedeki güllerimiz var ya,” dedi. “O gülleri sulamayı sürdüreceğim. Eğer sulamayı bırakırsam ve güllerimiz solarsa anla ki kavuşma zamanımız gelmiştir.”
Bora’nın tüyleri diken diken oldu.
“O halen suluyormuş,” dedi Gülistan ağlayarak. “Bu sabah bile sulamış.”
“Öyledir benim Erdem Abim,” dedi Bora, “Ölüm bile onun sevgisini susturamaz.”
Gülistanın yanından ayrılıp kasabanın yolunu tuttuğunda artık gülleri sulamak Bora için namus ve vefa borcu olmuştu… Gülistan, çiçeklerin sulanmadığını görürse Erdem’in kendisini çağırdığına yoracaktı.
Her sabah ortalık ışımadan güllerin dibine biraz su döküyordu. Öte yandan kış giderek yaklaşıyor ve havalar soğuyordu. Bahçedeki odun deposuna baktığında Gülistan’ın yeterince odunu olmadığını gördü. Artık çiçekleri sulamak dışında bir de odun ihtiyacını da karşılamalıydı. Odunları her defasında en arkaya koyuyor, bu şekilde depoya yeni odunların koyulduğunu fark etmemesini sağlıyordu. Yine de anlarsa ne olurdu? “Sen bana Erdem Abimin emanetisin,” derdi nasılsa.
Bir gün yine Gülistan evinin önünden geçerken Bora’yı çaya davet etti… Yine Bora’yı şaşırtan tahminlerde bulundu:
“Biliyor musun Bora Kardeşim” dedi, “Erdem’in her zaman yanımda olduğunu hissediyorum. Çiçeklerin sulanmasının yanında odun depomdaki odunlar da kullandığım halde hiç azalmıyor!”
“Artık odunları da Erdem Abimden biliyor” diye düşündü Bora. Gidebildiği yere kadar sulama ve odun işini sürdürecekti artık. Ayrıca zaman zaman Gülistan’ın kapısını çalarak sebze ve meyve de veriyordu. Gülistan bunlar için para teklif etse de, “Sen bana Erdem Abimin emanetisin,” diyordu. Her zaman değilse bile bazen parayı kabul ediyordu, çünkü Gülistan para ödemeden meyve ve sebzeleri kabul etmeyeceğini söylüyordu.
Günler böyle sürüp giderken kasabada tifo salgını çıktı. Salgın günlerinden birinde Bora da evine yorgun ve bitkin halde döndü. Tifoya yakalanmıştı. Haftalarca ateşler içinde yattı ve Gülistan’ı sayıkladı. Kasabada bir sağlık kuruluşu yoktu ve anne ve babasının da Bora’yı şehre götürecek durumları yoktu. Hastalığının iyileşmesi için dua etmekten başka çareleri yoktu.
Üçüncü haftadan sora hastalık hafiflemeye başlamıştı. Gülistan’ı sorduğunda babası “Oğlum Gülistan’ı babası geldi götürdü onu,” dedi. Hiç değilse biraz içi rahatlamıştı Bora’nın.
Dışarıya çıkabilecek kadar iyileştiğinde Bora’nın ilk işi Gülistan’ın evine gitmek oldu. Evin kapısına geldiğinde büyük bir şok yaşadı. Bahçede bir değil iki tane mezar vardı. İki mezarın arasında da solmayan kırmızı güller vardı. Geçen üç hafta içinde belki yağmur belki de Erdem Abisinin ruhu gelip sulamıştı gülleri.
Gözünden bir damla yaş düştü…
“Siz iki güzel insan… Nurlar içinde yatın,” dedi…
“Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin ve Kerem ile aslı kavuşamamışlardı, sizler kavuştunuz, sevginiz başta ben olmak üzere örnek oldu herkese…
Rabbim sizleri öbür dünyada da kavuşturacak inşallah…
Çünkü o sevenlere kıyamaz…
Sizin sevginize orada da imrenecekler…” diye mırıldandı
Bora iki mezarı kırmızı güllerden oluşan bir dikdörtgen ile çevirdi… Mezarların üzerine de yine kırmızı güller dikti…
Yaşadığı sürece bu gülleri suladı.
- Bitti -
Kadir Tozlu
14.10.2024