- 208 Okunma
- 0 Yorum
- 6 Beğeni
Bir Matematikçinin Savunması (II. Bölüm - "Onüç")
"Gerçek savunma Tanrı’ya yapılır"
Mihail beni o siyah minübüsle Balmumcu’daki dairesine götürdüğünde ben onun Türk görünümlü bir Rus ajan olduğunu düşünerek temkinli davranıyordum. Oysa Mihail Rus görünümlü bir Türktü. Yine de ortada hala büyük bir sorun vardı. Devlete mi çalışıyordu yoksa başka bir güce mi!
Mahkemelerin bile haberdar olmadığı bu güç yeri geldiğinde yine o mahkemelere müdahale edebiliyordu. Bu ve bunun gibi onlarca olaya şahit olacaktım. En basiti bana bir kimlik hazırlatmıştı ve bu yeni kimliğim Nüfus Müdürlüğü tarafından bizzat mühürlenmişti. Yani kimlik gerçekti. Her çevirmeden rahatlıkla geçiyordum.
Görevlendirildiğim onlarca olaydan en sonuncusunda bir ambulans şoförüydüm. Bir şüphelinin yaralanmasından sonra muhtemel çağıracağı en yakın bölgede hazır bekliyordum. Gerçekten de o arama geldi. Şüphelinin adamları tarafından başıma dayanan silahla hastaneye giriş yapmadan ambulansın içerisinde gereken tedaviyi yapmamız istendi.
İki acil elemanı kanı durdurup yarayı pansuman yaparken ben üzerime düşen görev için zamanımı bekliyordum. İşte o boşluğu yakakamıştım. Ani bir hareketle yanımdaki adamı dışarıya fırlatıp gaza basmıştım. Arkadaki kapıyı otomatik kilitleyip aracı hemen otuz saniye uzaklıkta bekleyen Mihail’in önüne sürdüm. Mihail oniki elemanıyla onları teslim aldığım gün bana bu lakabı verdi. Kodadım artık "onüç" olmuştu.
- Bana bu uğursuz sayıyı mı layık gördün?
- "Onüç" Bizans’a uğursuz. Türk’e değil!
Yine yedi yıllık bu süreçten sonra bir gün kendi dosyamı aramaya koyuldum. Mihail’in evine gizlice girdim ve gerçekten de bir kasada gizli dosyama ulaştım. Her ne olursa olsun onların içinde nasıl gördündüğümü bilmek istiyordum. Hatta herşeyi..
Aşkın BULUT..
Kimlik bilgilerim ve devamındaki klasik bilgilerden sonra iki nokta dikkatimi çekti. "Bir festivalde Boğazı yüzerek birinci tamamlamış" ve bir de "deist ama bunu kendisi dahi bilmiyor".
Elimizde uğraştığımız o son işimizde yeni bir takip sistemi geliştirmiştik. Kişi nerede olursa olsun onüç dakika içerisinde onu "kartal gözü" sayesinde tespit edebiliyorduk. Yine de kişinin hareket halinde olması durumunda sistem işe yaramıyordu. Sonuçta kimse sonsuza kadar hareket edemezdi.
- Ben bu işi bırakmak istiyorum Mihail!
- Unut bunu. Çünkü..
- Biliyorum bu işin emekliliği yok. Zaten ya bir operasyonda yada sizin elinizden öleceğim. Boğazı yüzerek geçmeye benzemiyor bu mesele..
- Demek dosyanı okudun.
- Okuduğumu senin de bildiğini biliyorum. Herşeyi ölçüp biçerek yaparsın sen. Bir santimetre yerinden oynasa anlarsın.
- Doğru adamı seçtiğimi de biliyorum!
Kısa bir sessizlikten sonra iki sigara çıkardı. Birini bana uzatırken ikisini de yaktı ve söze girdi.
- Sana bir iyilik yapacağım "onüç". Bana Hannibal’ı yakala seni azad edeyim.
- Hannibal da kim?
- Büyük balık!
Mihail ciddiydi ve ben onun sözünü tutacağını biliyordum. Tutmasa da canı saolsundu. Hem başka çarem de yoktu. Umutsuz bir şekilde tek bir soru sordum.
- Eğer başarırsam beni nasıl azad edeceksin?
- Büyük bir riske girerek seni kartal gözünde sistemden atacağım.
- Eyvallah..
Elimde kapağında birkaç resim bulunan kırmızı bir dosyayla evimin yolunu tuttum.
Bir hafta sonra o fırtana öncesi sessizlikte Hannibal’i oniki arkadaşımla beraber saklandığı delikten çıkarıp Mihail’e teslim ederken hem görevi başarıyla tamamlamış hem hiçbir kayıp vermemiştik.
Operasyon sonu detayları dinleyen Mihail pek ikna olmuşa benzemiyordu. "Bu kadar kolay olmamalı" diye söyleniyordu. Yine de sözünü tuttu. Uzun yıllar küçük bir kasabada hayatıma devam ettim. Oysa o tam altı yıl sonra kırkbir yaşımda yine karşıma çıkacaktı. Bir ajan asla hiçbirşeye şaşırmaz. Ben de öyle yaptım.
- Sen niye yaşlanmıyorsun!
- Bunu iltifat okarak alıyorum. Yoksa ölümsüzlüğü henüz bulamadık.
- Belki öümün kendisi ölümsüzlüktür Mihail..
- Beni öldürmek istiyor gibi konuşuyorsun. Oysa beni sevdiğini sanıyordum.
- İnsan hep sevdiğini öldürür Mihail..
- Sahi neden evlenmedin sen?
- Sen neden evlenmediysen..
İşte bu cevap Mihail’i ürkütmüştü. Çünkü o hayatımızdaki tek bilinmezdi. O söze devam edecekti ki işte o önemli an yaşandı..
- Buraya neden geldim biliyor musun. Hannibal’i..
- Hannibal’ i nasıl yakaladığımı benden dinlemek için..
Cebimden iki sigara çıkardım. Birisini ona uzatırken ikisini de yaktım ve devam ettim.
- Onlara seni verdim! Büyük balık yok Mihail. Her balığın büyüğü var. O gün Hannibal büyüktü bugün sen! Onüç dakikan var. Dilediğin hayatı yaşa..
Mihail gülümsedi. Hiçbirşeye teşebbüs etmedi. Sigarası bittikten sonra sahile doğru yürümeye başladı. Bana sadece "doğru adamı seçtiğimi biliyordum" dedi. Bir yanım mutluydu ama yine de bir yanım hüzünlüydü. Mihail’in o son yürüyüşünde geçmişimi bırakıyordum. Ne mahkeme ne cezaevi. İşte o gün Tanrı’ya vereceğim savunmaya hazırlanmaya başlayacaktım.
Onüç dakika sonra Mihail zehirlenmiş bir halde ölü olarak bulunacaktı!
S O N ..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.