- 134 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Ava çıkan kuzu...
Ğ: eee~? Uzun zaman oldu değil mi?
Yüzünde sadistik bir gülüş, tonunda ise alaycılık vardı.
W: Hiçbir zaman uzun süre geçmedi... Rezilliğini dizginleyemeyecek kadar kısa bir zamandı...
Zincirlinin sesinde bir nefret vardı. Ne tam nefret ne de tam hasret. Oldukça karmaşık fakat hırs tonları gün ışığı gibi net. Zincirlerini oynatmaya bile çalışmadı, sadece kafasını kaldırarak konuşmuştu. Şaşırmamıştı fakat kırılmıştı, orası kesin. Ama hep kırılırdı zaten, onunki umutsuzluğun içinde bir umut arayışıydı çünkü başka bir şey yapmamayı seçmişti...
Diğer yandan asıl tembelin sırıtışı soldu. Görünüşte tutsak olan dizlerinin üzerindeki kişiydi. Elinde hançeri olan üstün olmalıydı! Sahi, ne tür bir inattı onunkisi? Bırakması zor ve de baş ağrıtıcı bir türdendi. Her tarafı kıymıklı bir sandalye inatçısı.
Ğ: Konuşuyor musun?
W: Sen yapamıyorsun, orası kesin.
Ve işte kopan son tel.
Hançerin soğuk demiri yanağınıza bir çizgi çekerken ve kırmızı bir mürekkebi taklit edercesine kanınız kendi yolunu bulurken o soğuk hissedilmez. Sahi, düşüp dizini kanatanlar ne asfaltın sıcaklığını hisseder ne de tepelerindeki güneşi, onlar için odak noktası kanayan yaraları hâline gelir. İlgi isteyen. Sızlayan. Göz yaşları gerçek kan olan yaralar.
Aldığı yeni yarayla boynunu büktü, artık ikisi de sırıtmıyordu.
Acı.
Korktuğunuz acıları başkasının(ve ya başka bir şeyin) üzerine atabilirsiniz. Ve şanslıysanız sizin için sorumluluk alırlar. Siz tüm gün yatağınızda yatabilirsiniz, tüm gün sadece tüketebilirsiniz -Hem duyguları hem de besinleri-...Peki ne için? Onlar bir zamanlar sizin çektiğiniz gibi acı çekerken nankörlük edebilmek için. Güzel bir aktivite mi, hm? Zevkli mi? Kabul etsene, cevap versene. Rahat mısın söyle.
Dizlerinin üstündeki ’elmas kişi(ve ya her neyse)’ hafifçe sırıttı. İroniktir ki onu yaralayan sadece öylece durabiliyordu. Heykel gibi. Pişman gibi... Sessizliği bozansa alaycılıkla harmanlanmış soğuk bir ton oldu. Bir de başka bir sey daha var- şefkat? Acıma? Ama neden? Basit fakat o başka bir gecenin(kalemin(boğuşmanın(ağlamanın(bıkmışlığın))))konusu.
Ğ: ...
W: Ne de güzel konuştun öyle.
Ğ: Sus.
W: Sen yeterince susuyorsun bence. Çok şey istemesen mi diyorum?
İsterseniz gülün isterseniz ağlayın çünkü tehditkâr kişi titremeye başladı.
Bekle- sahnenin dışına çıkıyoruz! Bu planlanmadı!!
Yönetmen araya girdi ve etrafta birkaç kişi koşmaya başladı. Telaşlılar mı? İsteksizler mi? Muhtemelen.
"Hayır! Vahşet, kan! Devam et! Metnin dışına çıkmasanıza!!"
Sonunda başını kaldıran mahkûmumuz tek bakışıyla tüm bu karmaşayı yok edebilir-şu an olan da buydu-. Ve de yüzü bu kadar ciddiyken varlığınızı silmeye bile yaklaşabilir. Onu tutsak etmek ateşle oynamak demektir: istediği zaman gidebilir ama siz onu istediğiniz zaman bulamazsınız. Ve istemediği takdirde de bir daha asla onu bulamayabilirsiniz.
W: Aptallık ediyorsun. Sana çağrılarımı duy artık be! Sana diyorum, biz bunun için yazılmadık! Adın gibi biliyorsun ki senin hikâyen başka. Oraya ait değilsin.
Dizlerinin üzerine yığılan ve o çok güvendiği, doğru düzgün kullanmasını bile bilmediği hançeri yere düşüren kişi titreyen ellerine bakıyordu. Keşke o hançer onu mu kesseymiş? Doğru mu anladım, pişman mıymış?
’Elmas kişi(ve ya her kimse)’nin yarasına geri dönelim, çoktan pıhtılaşmıştı ve belki de biraz küçülmüştü? Hançeri tutan isteseydi kan kaybından bayılırdı ama işte burda. Onu yumuşatan en büyük etken de bu, ölmesinin istenmemesi. Ve ya her neyse... Karmaşık. Her gizem gibi çözülene kadar karmaşık kalacak bir konu bu.
Ğ: Ben... Ben korkuyorum. Cidden. Ben-
Suçluyordu. Evet, korkmasını suçlamak yerine ona o korkuyu aşılayanları suçluyordu. Çünkü hey, bu kolay bir yol ve bahsettiğimiz kişiye de bir bakın. Uyuşuyorlar hm? Yakışıyorlar mı? Yakışmıyorlar? Hm.
W: ...
Kafasını kaldırdığında gördüğü yüz şefkat doluydu.
W: ...Kapıma hiç gelmedin.
Şefkat mi demiştik? Başından beri incinmişlik de vardı. Sonunda ağlayacak gibi gözleri sakın unutmayın, unutturmayın... Onun göz yaşları sizin eğlenmeniz gereken şeyler değil. Onu ağlattığınız için kendinizden nefret etmeniz gereken şeyler.
W: Seni bekliyorum. Seni çağırıyorum. Bari beni erteleme... Burası soğuk.
Elmas kişinin karşısındaki ne yaptı biliyor musunuz? Ağladı. Ne büyük bir zayıflık değil mi? Ağlayan birisi güçlü görülebilir mi? Kendinizi kandırmayın. Birisi ağlıyorsa onu görenler bilir ki o iyi değil. Her ne için ağlıyorsa o şeyi kaldıramadığı için ağlıyordur.
Bir de şöyle bir sahne var: karşınızdaki kişi hıçkırmıyor bile, sadece ağlıyor. Ama şu göz yaşları bile dökülürken çığlık atıyor, göz bebekleri sadece ölmek istiyor. Duyabileceğiniz tüm çığlıklar ve parçalanmış cam kırıkları o kişinin ses tellerinden değil beden dilinden çıkıyor. Yüz ifadeleri... Titremeleri... Sessizliği...
W: ..Buraya gel.
Ğ: Hayır.
Şefkat(acıma) ile verilen yumuşak bir talep ve suçluluk ile yazılmış bir red mektubu. Ama güçlü olan kazanır, deneyimli olan başarır. İstemsizce boyun eğilen istekler ise utanç kaynağıdır(size de öyle. Ama hatırlamıyorsunuz çünkü utanılan şeyler unutulmalı(mı)dır...) ve yüz kızartır. En sonunda bir bakmışsınız ki minnet duyacağınız yere nankörlük yaptığınız kollarındasınızdır. Biraz sevgi, belki ilgi, ki en önemlisi af ararken ceketine(ve ya giydiği şey her ne ise ona) tutunurken kendinizi bulursunuz. Ağlamalar arasında. Ve de acı.
W: Ben hâlâ seni bekliyorum. Ne özürünü kabul ediyorum, ne de verdiğin sözlerine yine inanmayı düşünüyorum... Cidden bir pisliğin tekisin.
Hey, şu sözlerin sahibine de bir bakın. Bunları söylerken gözleri dolu fakat soğuk. Bir ayrıntı ister misiniz? Eğer kolları iki yana zincirli olmasaydı üzerine göz yaşları akıtan kişiye sıkıca sarıldı. Bir detay daha: bunu yapamıyor diye pes etmedi ve bacaklarını açıp yaklaşmasına izin verdi... Yapmak isteyen yapar, sevmek isteyen sever, bulmak isteyen bulur.
Ğ: Özür dilerim... Özür dilerim özür dilerim özür dilerim özür dilerim özür dilerim...
Sayıklamalar devam etti.
W: ...iyi değilsin. İyileşirsen kabul ederim. Bir gün belki sen de beni şımartırsan belki tekrardan...
Sözleriyle ’rezil bok parçası’nın ağlaması ve parmaklarının tutuşu arttı. Çok şey istenmemişti fakat bu talep çok gibi gözüküyordu. Bunu ondan isteyen kişileri dinleyecek kadar samimi görmüyordu fakat talep istisna birey(?)den gelmişti. Bu konuda gelen tek ve nedense ilk talep sayılabilirdi çünkü diğer zarflar birer etkisiz elaman olarak yakıldı(neredeyse).
Ğ: Ben-
Tek bir kelime, bolca cümle.
Korkuyorum!
Seni seviyorum!
Seni seçmek istiyorum!
Seni seçmek istemiyorum...?
Yalnızım. Hobilerimi(takıntılarımı) bırakamam!
...
Eğer bu yazıyı okuyabildiyseniz korkmayın, mahkûm kişi zincirlerinden çözülmüş rahatça düşünüyordur.
Eğer bu yazıyı okumadıysanız korkmalıyım çünkü bu yazımı da düzenlememişim ve toz tutmaya bırakmışım demek olabilir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.