- 160 Okunma
- 3 Yorum
- 4 Beğeni
SUÇ MAKİNALARI
SUÇ MAKİNALARI
Başımız ağrıyor! Psikolojimiz alt-üst oluyor! Dün yediğimiz yemeği, içtiğimizi unutuyoruz artık. Yüzlerimiz keder yüklü. Gülmeye hasret yaşıyoruz. Sağımıza bakıyoruz, felaketin bin bir yüzü. Solumuza bakıyoruz, rezilliğin bin bir tonu. Önümüze bakıyoruz kepazeliğin pik yaptığını görüyoruz. Arkamıza bakıyoruz, bir başka dalga-dümen ve alçaklık. Kuran kurslarına ve ona bağlı vakıflara bakıyoruz, çocuklara sıralı cinsel istismar! Kamuya bakıyoruz, iş bilmez yığınlar! İşimizi düzgün bir şekilde yapamıyoruz. Rüşvet illeti bir kangren gibi kurumların ve insanların içini de dışını da kemiriyor! Televizyonlarda kanal kanal geziyoruz, “bu kadarda olmaz”, “aman Allah’ım, bu ne vahşet, bu ne alçaklık” diyoruz. Sosyal medyaya bakıyoruz, iğrençlik almış başını gidiyor. Elimize telefonumuzu alıyoruz, zırt bilinmeyen numara. “Kim bunlar, benim numaramı nereden buldular?” diyor, kapatıyoruz. Hasbel kader konuştuğumuzda da, “keşke konuşmasaydım! Ya beni dolandırırlarsa! Ya banka kartımı boşaltırlarsa. Ya da kimlik bilgilerimi ele geçirip, adıma alış-veriş yapabilirler” diye, korku ve panik ile “ah-vah” ediyoruz. Sokaklar tekinsiz. İnsanlar sahtekâr olmuş. Çarşı-Pazar ve market geziyoruz, her gün etiketler güncelleniyor! Bir maaşa bakıyoruz, bir de aldığımız ihtiyaç maddelerine. Şaşıp, kalıyoruz.
Enflasyon! Cebimizde gezinen gizli bir hırsız el. Enflasyon yükseldikçe alım gücümüz küçülüyor ama maaşlar gün-cellenmediğinden her geçen gün geçim sıkıntısına sürükleniyoruz. El aman! Çalışanların bir hallerine bakıyoruz, bir de ücretlerdeki adaletsizliğe bakıyoruz. Ücretler arasında uçurumlar var. Kiralara bakıyoruz, %200-300 artıyor! Maaşlar neden kiralara yetmiyor? Neden piyasa denetimi yok? Neden hesap soran yok? Bu kara düzene dur diyecek bir babayiğit yok mu bu ülkede? Sahipsiz mi kaldık yoksa? Zenginlerden neden vergi alınmıyor? Alındığını söyleseler de bunun gerçek olmadığını medyadan öğreniyoruz. Bir vatandaş icralık olduğunda hemen icra memurları vatandaşın evine gelip, haciz işlemi başlatıyor. Ücretliler vergilerini anında ve tam olarak öderken, bir takım kravatlı kalasların milyon milyon vergi borçları neden siliniyor? Neye istinaden ve hangi vicdan ile? Bütçe açık veriyormuş! Bana ne? Bu soruyu sormaya hakkım var çünkü bu ülkeyi bu hale vatandaşlar getirmedi!
İsraf diz boyu. Sözde tasarruf tedbirleri uygulanacaktı öyle değil mi? Koca bir yalan! Koca bir illüzyon bu! İsrafın asıl merkezi belli. Ve kamu kurumlarında israf diz boyu ve belgelerle sabit. Sayıştay raporlarında usulsüzlük ve yolsuzluk ortaya çıkıyor ama her ne hikmetse hesap soran yok! Neden acaba? Kimler korunup kollanıyor bu güzel ülkemde? Onlardan almadıkları vergileri hangi vicdanla çalışanların sırtına yüklüyorlar? Kaçak elektrik kullananlardan neden elektrik bedelini tam ve sağlıklı almıyorlar? Bazı illerde neden elektrik faturası ödemiyor vatandaş? Onların ödemediği elektrik faturaları yine vatandaşların faturalarına yansıtılarak alınıyor.
Eğitim kurumuna darbe üstüne darbe vuruluyor. Şu bilgi çağında hiçbir suç örtülü kalamıyor. Tasarruf genelgesi, eğitim kurumlarını da vuruyor. Okullar pislikten geçilmiyor; gözü yaşlı velilerin ve öğrencilerin ifadeleri ortada. Öğ-retmenlerimizin feryatları ortada. Tasarruf edecek tek yer eğitim kurumları mı olmalı, yoksa asıl israfın merkezleri mi olmalı? Kravatlı kalaslara gelince saltanat, garip vatandaşa gelince eza-cefa! Ve bunu dini bütün bir görüntüyle yapıyorlar, hiç utanmadan ve dahi sıkılmadan! Yiyin beyler yiyin! “Devlet malı deniz, yemeyen domuz” öyle mi?
Bu nasıl iş anlamıyorum. Yaklaşık iki hafta önce okul bahçelerine otopark yapılacağı haber oldu! “Aman Allah’ım! Olamaz böyle şey” dedim. Eğitime verilen değerin seviyesini de böylece görüyoruz, maalesef! Sanırım yükselen tepki etkisini gösterdi ve vazgeçtiler! Eğitime bir bakış daha! Asil öğretmenlerimiz okullarında ve öğrencilerinin başında olması gerekirken, bir teşkilat başkanı sınıfa girip, tarih dersi anlatıyor! “Yine Aman Allah’ım!” Biter mi? Bitmez tabi. Bir bakıyoruz sakallı bir imam-hatipli sınıfa giriyor, öğretmen seyirde! Hoca hazretleri ders veriyor! Tekrar “Aman Allah’ım. Bu ne iş!” diyoruz. Rezillik, kepazelik, aymazlık ve seviyesizlik almış başını gidiyor! Bu kadrolarla mı, bu eğitim modeliyle mi uzaya çıkacağız, pardon anlamakta zorlanıyorum!
Ne kadar manyak, hap kolik, alkolik ve uyuşturucu kolik varsa, ipini kırmışçasına sokaklarda dolaşıyor. Kapkaç ya-pacak uygun insan arıyorlar! Hem de motosikletleriyle. “Kap ve kaç, sakın ardına bakma! Yürü koçum yürü, nasılsa ceza almayacaksın. Bu dönem sizin döneminiz” kafası! Bu suç makinalarının suç dosyaları çarşaf çarşaf yayılıyor etrafa, bir leş gibi. Onlarca sabıkası olanlar nasıl olur da serbest dolaşabilir! Vallahi ben onlar kadar özgüvenle so-kaklarda dolaşamıyorum. Hürmeti hak eden emniyet mensupları, bu suç makinalarını yakalıyor, ifadesini alıyor ve adliyeye sevk ediyorlar. Şu hale bakın ki, onlarca suç dosyası olanlar salıveriliyor. Bu ne demek; “hadi yürü koçum, seni iyi halden serbest bırakıyorum” Tekraren “Aman Allah’ım” diyoruz. Ve bu suç makinaları, suç işlemeyi artık normal, rutin bir gibi görüyorlar. Adam öldürüyorlar. Kadınlara-kızlara sokaklarda cinsel tacizlerde bulunuyorlar. Kadınların can ve mal emniyeti ortadan kalkmış; koca bir korku tüneline girmiş gibi. Biber gazı taşımak zorunda kalıyorlar. Hırsızlık, rüşvet ve alavere-dalavere işler kılıfına uyduruluyor ve uygulanıyor. “Hesap soracak kimse yok mu?” diye bağırıyor vicdanımız.
Edep, ahlak ve adalet dersi veren kravatlı kalaslar, şu ülkenin genel durumuna hiç bakmıyorlar mı? Ülkemizde ah-laksızlık kadın-erkek ayırmadan belirtmek gerekir ki, rezilliğin dip dalgası. Gözlerimizle görüyoruz; 13-15 yaş gurubu kızların, erkek arkadaşlarıyla sarmaş-dolaş gezerken bir erkeğin bile edemeyeceği küfürleri ediyor! Duyunca, bir korku, bir endişe kaplıyor yüreğimizi. Aman Allah’ım! Bu nasıl aile terbiyesi. Ülkemizin geleceği bu karanlık zihniyetin yetiştirdiği ya da önünü açtığı nesillere mi emanet? Utanmadan, bu rezilliğin ve kepazeliğin tek sebebinin “laiklik” olduğunu söyleyebiliyorlar. Bu kepazeliğin ve aymazlığın müsebbibi kravatlı kalaslardır. Laiklikle ne alakası var? Siz her türlü ahlaksızlığı medya, basın ve tarikat-cemaat kanalıyla yaygınlaştıracaksınız, sonra dönüp,”gördünüz mü? Bu laikliğin bir sonucu” diyeceksiniz. Yürü be imam kılıklı şeytan! Bu mavalı kime anlatıyorsun.Sizlerin haksızlık, hırsızlık, gasp, kadın cinayetleri, talan-yalan, çocuklara cinsel istismarlara, soygun ve vurgunlara karşı bir karşı duruşunuzu görmedik. İşte bu haksızlık karşısında susanları “dilsiz şeytan olarak” görmek gerekir ki, benim eleştirilerimin hedefinde bu sakallı şeytanlar vardır. Gerçek müminlere hiç kimsenin hakaret etme hakkı yoktur.
Ülkemiz ahlaken, çürüyor! Ekonomik anlamda çöküyor! Ülkemizin tüm kurum ve kurumları ehliyetsiz ve liyakatsız kadrolara emanet ediliyor. Bir ülkede, AOÇ müdürünün TÜBİTAK gibi bilim kuruluşunun başına atanmasını nasıl izah edeceğiz? Bir güreşçinin bir bankanın mütevelli heyetine atanmasını nasıl izah edeceğiz? Almancası olmayan bir kasabın, bir kravatlı kalasın yakını diye Almanya’ya iletişim ataşesi olarak atanmasını nasıl izah edeceğiz ya da nasıl anlayacağız?
Bu yazıyı okuyan dostlar arasında içinden ya da dışından tepki gösterenler olacaktır elbet. Olsun, bu tepkileri göze alarak yazıyorum zaten. Kendim için mi? Hayır! Birilerinin gönlünü hoş etmek, birilerini de üzmek için mi? Yine hayır. Ülkemiz çöküyor! Çürüyoruz! Yazılarımda bu konulara ısrarla değiniyorum çünkü hakikaten için kaynıyor. Çok üzülüyorum bu rezilliği ve haberleri seyrettikçe. Psikopat oluyoruz, ağırdan ağırdan! Alıştıra alıştıra ve dahi sindire sindire…
YORUMLAR
Firmanın birinin ürünlerinde domuz eti bulunmuş. Açıklamalarına baktım, vatan millet bayrak'la bitirmiş açıklamalarını. Filistin'i niye eklememiş diye düşündüm ama nedenini bulamadım.
Yazıyı okudum, yorum yapayım derken; 850 480 41 36 nolu bir numara aradı, dalgınlığıma geldi açmış bulundum, bir iki saniye sonra kapattım hemen. İnternete yazdım numarayı, yazıda da bahsi geçen olaylardan biri işte.
Aşçının torpilli Ataşe olması olayı daha yeni bir olay, bu hafta düştü haberlere. Günceli epey takip ediyorsunuz sanırım üstadım.
Yazınızda geçen her paragrafta haklılık payınız yüzde 99,99 derler ya hani ondan.
Sormak istiyorum size üstadım; Sağlığınız yerinde mi? Yani akıl sağlığınız? Yanlışlarını görüp de düzeltememek, bir gözyaşını silememek, birisinin yarasını saramamak sizi nasıl hissettiriyor. Belki de yazdıklarınız sadece buz dağının yüzüdür değil mi? Bahsettikleriniz sadece görülenler duyulanlar, haberlere düşenler...
Amerikanın Kızılderililere uyguladığı siyaset ve politikaya birlikte tüm güçleriyle saldırıyor. Daha bunun Rusu var, Çini var, Arabı var değil mi? Azerbaycanın'da İsraille askeri anlaşmalar yapması var daha.
Hadi diyorsun fransız güneye, yunan batıya, o bu şu şuraya buraya asker çıkarırsa savaşırsın belki bir şekilde de... Kiminle savaşacaksın kendinle savaşmaktan başka bu durumda.
Yeni bir oyun zaten kuruldu. Geçen haftalarda hem iktidar hem muhalefet liderleri abddeydi, geldiklerinde bir gülümseme, bir sevgi tokalaşmaları, bir kucaklaşma.. Hani Silivri'de soğuktur diyorlar.
O yüzden hiç üzülmeye gerek yoğ, su aksın yolunu bulsun, ne olacaksa olsun demek var. Belki de böyle düşünmemizi istiyorlar...
İnsanlara refah huzur kardeşlik sevgi ve saygı veremiyorsan korku vereceksin ki yönetebilesin. Sonuçta Köroğlu sürüldü, Dadaldoğlu kılıçtan geçirildi, Pir Sultan asıldı. Yani ne yapmaya böyle yazı yazarsınız ki, denizden, havadan, çiçeklerden, bahardan gençlikten aşktan yardan ddosttan cennetteki fanfinfondan bahsetmek varken yani niye üstadım, düzenin tekerine çomak sokmak istersiniz, kusura bakmayın da, deli misiniz siz, çünkü delilere gerçekten çok ihtiyaçımız var.
Eksik olmayın, saygı ve selamlarımla..
Halit Durucan
Halit Durucan
dünyanın suskun sabahında, içimizde esen bir fırtına, her günle birlikte büyüyen bir boşluk var. insan kendine baktığında, gördüğü yalnızca aynadaki solgun yüz değil; hayatın her bir köşesine sızan çelişkiler, kalbine işleyen suskunluklar, ve anlamını yitirmiş, kendi varlığından uzaklaşmış bir dünya. kelimelerle örtbas edilen hakikat, eninde sonunda yüzeye çıkmak için yollarını arar. o yüzeye çıktığında ise, insan bir an durur, bakar ve kendisini hiç tanımadığı bir yolda bulur.
her şey bir sisin ardında, bulanık ve belirsiz. bu dünya, adaletsizliğin, hırsın ve kokuşmuşluğun karanlık dönemeçlerinde kaybolmuş. içimizde savrulan bir haykırış var, ama bu haykırış yalnızca sessizliğe çarpıp geri dönüyor. bizler, ellerimizdeki zincirleri görmezden gelen, sıradanlaştıkça köleleşen bir toplumuz. adaleti ararken, sahte doğruların peşinde sürükleniyoruz. yaşamın içinde biriken bu büyük kırılmalar, birer birer açığa çıkıyor ve her gün biraz daha bataklığa çekiliyoruz.
hepimize kolay gele !
selamlar