- 121 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İnsan Olmak İçimizde Hicran Yarası
İnsan Olmak İçimizde Hicran Yarası
Şu dünyaya bir gelen pişman, bir de gelmeyen pişman. Kutsal metinlerde insanoğlu eşrefi mahlûkat olarak tanımlanır. Yeryüzünde yaratılan her varlığın insanların emrine sunulduğu bildirilir. O sebepledir ki insanlar, hayvanları ehlileştirerek kendilerine hizmet edecek hale getirmiştir. Hayvanları konuşturabiliyorlar. Hayvanlara ezberletebiliyorlar. Hayvanlara bazı davranışları öğretiyorlar ve emre amade bir hale getiriyorlar. Bu, insan aklının ne kadar önemli olduğunun ispatıdır. Tabi bu sonuca varabilmek için insan denilen mahlûk, uzun süren bir gözlem ve deneyim ile hayvanları ehlileştirmeyi başarmıştır. İnsanoğlu artık hayvanların neredeyse ne istediğini, nelerden hoşlandığını ve hoşlanmadığını çözmüştür. Bitkiler üzerinde de gözlemler ve deneyimler yaparak bitkilerin dilinden anlar hale gelmiştir. Bitkilerin ve hayvanların insanların sevgisine ve ilgisine ihtiyaç duyduğunu fark etmiştir. Bu fark ediş, bitkilerin ıslahına kadar gitmiştir. Bitkiler daha fazla ürün veriyor ve daha sağlıklı yaşayabiliyor. Dolayısıyla insanlara bin bir çeşit lezzet ve yaşam aşısı sunuyor. Ancak insan denilen bir kısım kötücül mahlûklar, daha fazlasını istediğinden tüm gıda maddelerinin “GDO”suyla oynayarak zehirlemektedir. Bu bilimsel çalışma insanlara zehir olarak dönmekte, insanların kanser olmasına sebep olmaktadır. Bunların bilinçli yapıldığına inanıyorum. Zira küresel ilaç sektörleri, ürettikleri hastalığı tedavi edecek aşılar ve haplar piyasaya sürmekte, hastanelerde tedavi amaçlı kullanmaktadır. İnsanın insana ihaneti ne acıdır ki böyle oluyor!
İnsanlar bununla yetinmemiş uzayı keşfetme yoluna girmiştir. “Big beng”, “Büyük Patlama” deneyini yaparak ilk dönemde kâinatın nasıl oluştuğunu çözmeye çalışmıştır. Bu çalışma henüz tam ve sağlıklı bir sonuç vermese de insanlara bir yol, bir umut olmuştur. İnsanoğlunun yaratılışla ve “Kuantum” fiziği ile ilgili sınavı henüz tamamlanmamıştır. Ancak insanoğlu bilim ve teknoloji yolunda bir hayli mesafe almış; ay ve yıldız gözlemleri yaparak uzay yolculuğuna çıkmayı başarmıştır. Bilim ve teknolojinin daha ileri hedefi “Zamanda Yolculuk” ve “Yapay Zekâ” olmuştur. İnsanoğlu ilim yapıyor. Yüce Kudret’in verdiği akıl ile.
Bana öyle geliyor ki, tüm bu olumlu gelişmeler insanların hayatını kolaylaştırırken, yeni ufuklar açarken diğer yandan vicdanlar içe çöküyor. Daha doğrusu insanlık tıpkı “kara delikler” gibi kendi içine çökerek bir başka yapıyı ortaya çıkarıyor. Ortaya çıkan bu yapı/enerji tüm insanlarda olmasa da büyük bir insan kitlesinde kötücül duygular olarak kendini gösteriyor. İlginç olan şu ki; kötülük ne yazık ki organize olabiliyor. Bu güçlenme hali insanları sindirmeye yöneliyor. İnsanların sessizliği de kötücül duyguların daha da güçlenmesine neden oluyor. Bunun doğal sonucunda yeryüzünde barış, adalet ve insani duygular siliniyor. Böylece kötülerin egemenliği ortaya çıkıyor. İyi insanlar, kötüler kadar organize olabilmeyi başarabilseydi, kötülük tohumları yeryüzüne, oradan da bir enerji olarak tüm kozmik sisteme sirayet edemezdi. Her düşünce, her eylem ve sözler aslında birer enerji olduğundan yeryüzünde ve atmosferde yankılanmaktadır. Kötülerin yaydığı enerjiler yoğun olduğu için insanların düşünce sistemine de doğrudan etki etmektedir. İnsanlar etkileniyor. Medya, sosyal medya, dijital platformlar, diziler, magazin, basın ve yayın organlar, sanat adı altında üretilen sözde sanatlar ve sanatçılar insani değerlerin yok olmasına katkı sağlıyor. Böylece insan denilen mahlûk içi boş bir kabuğa dönüşebiliyor. İşte bu aşamadan sonra insanların temiz yürekleri ve zihinleri kirli-zehirli objelerle doluyor. İnsanların “meta” tutkunu olması sağlanıyor. İnsanlar bunun farkına varamıyor. Zaman içinde kendisinin farklı, sosyal ve teknolojiyi takip eden bir insan olduğuna inanıyor. Buna ben insan fıtratının zehirlenmesi diyorum.
Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan bölge Mezopotamya olarak adlandırılır. Uygarlığın beşiği; semavi dinlerinde neşet ettiği kutsal topraklara ve Ortadoğu Coğrafyasında nelerin yaşandığına baktığımızda savaşların hiç eksik olmadığını görürüz. İnsanlar, en büyük zulmü bu coğrafyalarda yaşamıştır. Özellikle din savaşları! Bu topraklarda hayat bulan dinlerden biri de Yehuda dinidir yani Tevrat kaynaklı Yahudiliktir. İlahi mesajlar içeren Tevrat, Musa Peygamber’den sonra tahrif edilmiş, bir takım din adamlarının dinine dönüşmüştür. Bu sebepledir ki, Yahudilikte 24 kitap mevcuttur. Bazı Yahudi bilgin; Rut ve Softim (Hakimler) kitapları ve Yirmeyahu (Yeremya) ve Echa (Ağıtlar) kitaplarını kabul etmişlerdir. Tahrif edilmiş Tevrat’ta Arz-ı Mevud’un sınırları “Mısır ırmağından Fırat ırmağına kadar olan bölgede ayak bastığınız her yer sizin olacaktır” beyanı vardır. İşte Kuran’ın lanetlediği bu Yahudi milleti uydurulan Tevrat’a inanarak tüm Ortadoğu coğrafyasının kendilerine ilahi emirle vaat edildiğine inanıyorlar ve bu sebepten dolayı Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmektedir.
Vahşete Davetiye: İnsanlar kör, sağır ve dilsiz:
Küresel şer güçleri, “Arz-ı Mevut” hedefini daha da genişleterek dünyada egemenlik kurmanın planını yapmaktadır.
Yeni ve geliştirilen projenin adı ilk zaman BOP, sonraki dönemde GOP olmuştur. Batılı emperyal güçler, İsrail devletini Ortadoğu coğrafyasına bile-isteye kurmuştur. İsrail, ABD ve Batılı ülkelerin ileri karakoludur ve bu uyduruk devlet, Arap coğrafyasını kontrol altında tutmak ve sömürgeleştirmek amacındadır ve bugün bunu başarmış durumdadır. Düşündürücü olan şu ki; İsrail devleti kurulduğu günden beri sürekli ABD ve batı âlemiyle gerek siyasi, gerek ticari ve teknoloji anlamında sürekli içli dışlı olmuş; her batı ülkeleri içinde lobilerini kurmuştur. Öyle ki, koca ABD devletine kafa tutacak seviyeye gelmiştir. Her alanda ilme yönelen İsrailoğulları, küresel güçlere de sırtını dayayarak Ortadoğu Müslümanlarına kan kusturmaktadır. Müslümanlar uyurken! Müslümanlar ilimden ve fenden nefret ederken! Bu bölgenin insanları, atalarının hatalarını kanlarıyla ve canlarıyla ödüyorlar! Yan gelip yatmanın dayanılmaz acısını yaşıyorlar. Bu da yetmiyor, uzun yıllar öncesinden bu güne, bazı Arap ülkelerinin İslam düşmanı olan ve lanetli olan İsrailoğullarıyla hem siyasi, hem ticari yönden sıkı bir işbirliği halindeler. Bu sebepten dolayı, lanetli bir kavmin lanetli halkası, Arap dünyasının boynuna geçirilmiş durumdadır. Buradan kurtulmanın yolunu hiç aramıyorlar! “Müslüman Müslümanın kardeşidir” düsturunun gereğini yerine getirecek hiçbir hamle yapmıyorlar! Dökülen binlerce Müslüman kanına rağmen! Yıkılan Müslüman devletlere rağmen!
Son cümle olarak; senin aklın nerede ey Müslüman! Onlarca yıl lanetler okudun ama okuduğunuz lanet, bir bumerang gibi size döndü; İsrail’e güç ve kuvvet olarak yaradı. Dualarınızın neden kabul olmadığını biraz düşünseydiniz mutlaka bir çözüm bulurdunuz ve anlardınız ki kurtuluş için “dua yetmiyormuş” derdiniz. İlim yapmanın gerekli olduğunu, aklı çalıştırmanın ilahi bir emir olduğunu ve “Lanetli Kavim” ile dost olunamayacağını anlar, güçlü bir Arap Birliği kurabilirdiniz.
Her şeyden öte; insanlar, akıllarıyla kendi türünü yok ediyor. Bu coğrafyalarda oluk oluk insan kanı dökülüyor. Büyük bir yıkım, büyük bir dram yaşanıyorken, kendini akıllı gören dünya insanlığı sadece seyrediyor. Akıllar düğümlenmiş, gözler kör ve kulaklar sağır olmuş. “İnsan olmak içimizde hicran yarası” olmaya devam edecek gibi görünüyor. Çok yazık!
Sitedeki
YORUMLAR
biz, sadece bu dünyaya gelmekle yetinmedik. onu değiştirmek, ona şekil vermek ve hatta onu kendi suretimize göre biçimlendirmek istedik. ne ironiktir ki, dünyayı ehlileştirirken, kendimizi daha da vahşi kıldık. ellerimizde çiçekler açtırırken, kalbimizde dikenler yeşerttik. bilgi, bizi aydınlığa götürsün diye yolumuzu aydınlatacaktı, ama o ışık çoğu kez gölgemizi daha belirgin hale getirdi. teknolojiyle zamanın ötesine geçmek istedik, ama geçmişin karanlık gölgesinden kurtulamadık. uzaya bakarken, içimizdeki boşluğu daha da derinleştirdik. evet, insanın aklı büyük işler başarabilir, ama vicdanı olmadığı sürece o akıl bir bataklığa dönüşür.
Selamlar…