- 131 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Olimpiyatları kim kazanırsa kazansın kaybeden değişmez
Zeki Kamilzade kardeşinizi artık bir miktar tanıdınız kârilerim. Kendisi gayet evhamlıdır. Herşeye bir kulp takar mutlaka. Idısını-dıdısını kurcalar. Cücüğüne kadar inceler. İlla bir komplo teorisi de yumurtlar hakkında. (Bize bu zekavet boşuna mı verildi muhterem kârilerim? Omuzlarımızın üzerinde saksı gezdirmiyoruz. ’Öhöm’ yani.) İşte, bu yazıda da, olimpiyatlar hakkında uydurduğu bir tanesini yumurtlayacaktır. Hele hazır durun. Zira komplo teorileri şişede durduğu gibi durmaz. Zaten komplo teorileri şişede durmaz. (Bu deyimi neden kullandığımı ben de bilmiyorum.) O halde içeriye sağ ayağımızı bir atalım. Sünnete ittiba edelim. Her hayrın başı bismillah. Gerisi güzellikle gelir inşaallah.
İşte yazmaya başlıyorum.
İlk ilişeceğim konu ’yarışma psikolojisi’ üzerine olacak. Zira yarışma psikolojisi diğer bir anlamda ’taklid psikolojisi’dir. Yarışılan aynı zamanda taklid edilir. Yarışmakta ilgi vardır. İlgide de taklid olacaktır.
Kanaatimce, düşmanın tuzağına düşmenin yollarından birisi de, ’onun tayin ettiği alanlarda ve usûllerle yarışmak’tır. Daha doğrusu, hangi şekillerde-çerçevede yarışacağınızı tayin eden hasım, zaten kazanıyordur. Kazansa da kazanıyordur, kaybetse de kazanıyordur, çünkü (hem de paşa gönlünüzle) sizi kendisine benzetiyordur. Orada artık sizin için kazanmak diye bir ihtimal olamaz. Ancak tuzağa düşmek olur. En güzel misali ’güzellik yarışmaları’ kisvesiyle kazanılan başarılardır. Uyanık Batı dünyası elbette kızlarınızla kızlarını yenmenize ses çıkarmaz. Zira kazanmanız aslında onların kazanması anlamına gelir.
Bir müslüman kızının, ancak kocasına helal olan yerlerini cümle insanlar önünde açıp gezmesi, ehl-i küfür için cepteki birinci zaferdir. Hatta şu kazandıkları harple bile kazanılmayacak bir zaferdir. Ayrıca bir de yarışmadaki birinciliği almasına gerek yoktur. Onu seve seve size bırakır. Siz kupayı alıp evinize götürürsünüz, o da sizden kopardığı neyse onu alıp götürür, eksildiğinizi farketmezsiniz bile...
Evet, maalesef, nihayetinde sürecin Batı’dan yana işlediğini düşünüyorum. Ne yazık ki, kumarı, her zaman oynatan kazanıyor. Masa kazanıyor. Kadınlarla ilgili alanlarda işin hepten hezimet şeklini aldığını görmekle beraber diğer alanlarla ilgili de şüphelerimi terketmiş değilim. Çünkü ikinci olarak şunun da altını çizmek gerektiğini düşünmekteyim: Ülkemiz bu yarıştan ne elde etmiş oluyor? Altın madalya mı? Alına alına en nihayet alınabilecek olan o mu? O halde devletimiz bu madalyalardan binlerce yaptırıp gençlere dağıtabilir. Yok, o gençlerin sağlıklı vücudları mı kârımız oluyor, bunu da daha masrafsız yollarla sağlayabiliriz. İlla baldırlarına dahi inmeyen giysilerle görücüye çıkmalarına gerek yok.
Peki nihayetinde ne kazanmış oluyoruz? Yani, milletler arasında, "Bak bizimkilerin içinde de yüz metreyi şu kadar saniyede koşan var!" denilmekle elimize geçen nedir? Filenin Sultanları’nın Türkiye’ye kârı nedir? Ne türden bir üretim yapılmaktadır? Şunca masraf edilen olimpiyatlardan evimize dönüp geldiğimizde ’bâki kalan hoş sada’sı ne olmaktadır? Bence, "Benim babam senin babanı döver!" tarzı, bir ’milliyetçilikler mücadelesi’dir olimpiyatlar. Kazanana kalan en fazla budur. Bu fani gururdur. Bu kuru avuntudur. Bu oyun-oyalanmadır. Avucunu yalayanların elindeyse bu kadarı bile kalmamaktadır.
Gözümün nuru Bediüzzaman, bir yerde, ’felsefe tilmizini’ tarif ederken der ki: "Hem o şakirt, menfaatperest hod-endiştir ki, gaye-i himmeti, nefis ve batnın ve fercin hevesatını tatmin ve menfaat-i şahsiyesini bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan dessas bir hodgâmdır..." Bizim de olimpiyatlarda aradığımız biraz buna benzer sanki. Evet. Kavmimizle övünmek istiyoruz. Çünkü şahsen de övünmek istiyoruz. Kendimizi övsek, birisi "Halep oradaysa arşın burada!" diyeceği için veya insanlar kendini övene sıcak bakmadığı için veyahut övünecek somut birşey bulamadığımız için, şeytanımız bize başka bir hile öğretiyor. Kendimizi övmeden kendimizi övmüş oluyoruz. Bir "Ne mutlu Türküm diyene aman amaaaaan!" çekiyoruz mesela, içinde "Ne mutlu Zeki Kamilzade’yim diyene!" saklı, göz kırpıştırıyor.
Kendimi seviyorum kârilerim. Ne yapayım? Çöpe mi atayım? İşte siz de çöpe atamıyorsunuz. Ve ortaya türlü müsabakalar çıkıyor. Böylece hiçbirşey yapmadan birşeyler yapılmış oluyor. Tıpkı heykel yapmak gibi. Tıpkı başıboş köpekler için her kaldırım kenarına mama bırakmak gibi. Bunlar aslında ’iş olmayan’ ama ’iş gibi itibarı olan’ şeylerdir. Bir milleti de en çok bunlar mahveder. Yani iş gibi görünen ama aslında öyle olmayan işsizlikler. Hiçbirşey üretilmeyen emekler. Bir adım ileri gidilmeyen uğraşlar.
Popçuluk, rapçilik, tiktokçuluk, hip-hopçuluk, goygoyculuk, futbolculuk vs. Hakikaten ümmet-i Muhammed’e (a.s.m.) ne faydası vardır böyle şeylerin? Ülkeyi hangi konuda ileriye götürmektedirler sahiden? Yarın Amerika, İngiltere ve İsrail, "Filistin’i, Lübnan’ı, Suriye’yi hallettik. Artık biraz da Türkiye’ye bakalım..." deseler nesine engel olacaklardır? Ben söylemiş olayım: Hiçbirşeyine. Hiç, hiç, hiç, hiçbirşeyine. Çünkü aslında ortada üretilen hiçbirşey yoktur. Gelişen birşey yoktur. Olan sadece kör nefsin tatminidir. Gençlere de bu nefis tatmininin özendirilmesidir. Sapsahte bir ’amel-i salih’tir yani.
Amel-i salihin de sahtesi olur mu? Olur tabii. Ümmet-i Muhammedi (a.s.m.) gerçekte bir gıdım ileriye götürmeyen yollardaki her emek sahte ’amel-i salih’tir. Bir de arkasındaki maksadları düşünelim: Bize vaktiyle güzellik yarışmasında birincilik neden verildi? Müslüman kızlarının o hale gelmesine karşı duyulan sevincin izharı değil miydi bu? Hem daha nicesinin kasap askısındaki et misali sergiye çıkmasını arzu etmek değil miydi arkasındaki amaç? Şimdi de Filenin Sultanlarına, Sahanın Sultanlarına, Potanın Sultanlarına, Koşunun Sultanlarına, Zıplamanın Sultanlarına, Hoplamanın Sultanlarına vs... Hasılı: Kadınların bedenlerini sergiledikleri her alana aynı iltifat yapılıyor. Kazanansa yine masayı kuran oluyor.
Bundan da kötüsü, başımızdaki nispeten dindar hükümet de, tehlikenin ne olduğunu anlamamış gibi görünüyor. Bir yandan LGBT ile mücadele ediyor, diğer yandan da LGBT’li olduğunu sağır sultana kadar duyurmuş bazı sultanlarla olimpiyatlarda övünüyor. Va esefa! Bu övünç gençlerimizi maalesef zehirliyor. Çünkü gençler neye özenilip neye özenilmeyeceğini henüz ayıramıyorlar. Sultanları severken sapkınlığı da seviyorlar. Böyle ikircikli bir mücadeleden sonuç alınabilir mi? Elbette hayır. Aksine, bu defa, ’dindar bilinen bir hükümet’ tarafından tarlamız sürülmüş olacak. Hem belki buna karşı koymak da öncekilerden daha güçleşecek. Çünkü kurt gövdeye girecek. Eh, ne diyelim, Hak Teala ululemrimizi hidayet etsin. Olimpiyatlar bahanesiyle dahi olsun Batı’yı taklit etme tiryakiliğinden cümlemizi korusun.
Yazıyı yine gözümün nuru Bediüzzaman’dan bir alıntıyla bitiriyorum muhterem kârilerim:
"Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.