- 240 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
ÖLENLER ÇOCUK ÇÜNKÜ...
‘’Ben yaşarken vurdular çocukları,
Sahiden olabiliyormuş,
Ben inanmıyorumdum o kadar.
Sahiden vurdular,
İlerde bir soru sorarlarsa çocuklarımız:
Adı,
“Neden artık gökyüzü kırmızı baba?” diye olursa,
Çok ağır susarız.
Şu an ağır susuyoruz,
Neden gökyüzü kırmızı baba?’’(Alıntı)
Çapaklı göğün ve tüm sözcüklerin tek tanrısı olsa olsa ilhamın başkaldırısı ve ihbarı ölümün inkârı verilen hükmün ve yazılası bir idam fermanı adeta her ağıt yüreğe ağır gelen her sarkıt yüreğe saplanan ve her dikit şairin endamlı kaleminin yediği bir vurgun gibi ve aralıksız çözülen kördüğüm.
Günü uyuttuk geceyi mesken bildik bileli ve öğretilerin ve tüm insanlığın canı cehenneme yer gök kan içerisinde çocukların ölü bedenlerinin tutulamayan çetelesinde saklı zulüm ve isyan.
Ruhun sarmalı.
Kan kokusu.
Çürümüş bedenler.
Acıyı büyüten acıyı zulme döndüren kaç kişi kaldık şunun şurasında sevgiyle düşüp de yola…
Artık masallar yazmak istemiyor kalemim sadece şiirlere öykünüp aslında içimdeki çocuğun üstündeki örtüyü açmamak adına hep susuyorum ölüm öncesi kıyamet sonrası cehennemi yaşarken yaşamaktan başka da bir şey gelmiyor elimizden.
Ilık kan.
Soğuk beden.
Taştan kalpler ve o lahit:
Bir ah, bir ünlem bir imleç bir de yakarış.
Teslimiyetim Rabbime ezelden bekleyiş yüreğimin dar açısında kapışan nice beyit nice öğreti unutulmuş imgelerin kursağında takılı o imleç ve protesto ettiğim kadar öznel zaferimi öznemden arınıp karışıyorum göç eden ruhlar kervanına ve çocuk kalmanın diyetini ödüyorum çünkü bu dünyaya ben fazlayım ama hiçbir çocuk da fazla olmamasını gerekirken çoktan kanat açtılar cennetin yokuşuna.
Ölüm bir ferman.
Ölüler gövdesinden ayrı ruhların kesirli hüznünde yuvarlanmış sayılar mertebesinde dikiş tutturamazken insanlık ve adı s/onsuzluk ile anılan her ölüm hele ki ölenler çocuksa zırva biliyorum artık masalları zıvanadan çıkmış insanlığı yersem ne ki yargılasam geri dönecek mi gidenler?
Sabrın sonlandığı.
Şükrün zirve yaptığı ve kaç kişi kaldık sahiden şunun şurasında?
Gökteki renk değişimi bulutlar artık beyaz değil ve hiç birimiz masum değiliz defalarca dinlediğimiz şarkının nakaratı artık bizlerin tasviri bizlerin hikâyesi.
Kinayeler de soluksuz.
Ruhlar yorgun.
Göçen bedenler kayıp.
Miadı dolmuş çocuk şarkıları ve oyun parkları artık sadece ölü çocuklara yer açıyor artık canlı olan hiçbir çocuk oynamıyor oyun parkında çünkü çocukların da nesli tükendi ve neşrinde dinmeyen zulmün yazılası nesirler şiirlerin sonlanmayan hikâyesi ve şiirler de yaralı dizelerse yamalı şair ise çoktan kırmış olması gerekirken kalemini sadece bir hançer belleyip kınında değil yüreğinde taşıyor.
Taşkın zihniyetler.
Taşralı gülücükler.
Ve sözüm ona modern ve gelişmiş ülkeler ve şehirler modern hayatın tadını kana bulayıp da çocukların bedeninden çaldıkları kadar tadıyorlar.
Hayatın bir anlamı yok artık ne geride kalanlar için ne de hayatını kaybedenlerin daha kaybedecek neyi kaldı ki?
Sus payı söylemlerde saklı derviş adımları ile şehir ışıklarının da söndüğü ne ki oysaki gelişmiş ülkelerde sönmek bilmiyor neonlar.
Ölüm hırçın bir rüzgâr.
Ölenler çocuk çünkü.
Renkler yok artık gök kuşağı ebediyen kaybetti hüviyetini ve hürriyetini:
Kan döken.
Kan damlayan.
Kanın da hükmettiği.
Masallar yazmıyor artık hiçbir kalem.
Kadavralar dahi daha mutlu yattıkları sedyede ne de olsa insanlığa hizmet ediyor her biri gel gör ki çürümüş insanlığın karanlık koridorlarında insanlıktan çıkmış pespaye dünyanın radarına takılı ölüm ve de ölümcül imgeler…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.