- 72 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TERAVİH
Akşam yemeğini yedikten sonra yatakhanelere doğru geçmeye başladık. Nöbetçi öğretmen, "Herkes elini, ayağını yıkasın, yataklarına geçsin, ortalıkta dolaşmasın!" diyerek öğrencileri tek tek uyarıyordu. O sırada, üzerinde kırmızı eşofmanıyla sarı kıvırcık saçlı bir öğrencinin kollarını sıvayarak lavaboya doğru gittiğini gören Faruk Hoca, çocuğa dönerek, "Oğlum, bu saatte kol bacak açık, nereye gidiyorsun?" dedi. Çocuk, "Öğretmenim, bugün teravih namazı başladı. Mescitte namaz kılıp ondan sonra yatacağım," deyince Faruk Hoca şaşkınlıkla, "Allah Allah, sen teravih namazı mı kılacaksın?" dedi. "Evet öğretmenim, teravih namazı kılacağım," diye cevap verdi çocuk. Ramazan ayı yeni başlamıştı; Ramazan’ın ikinci ya da üçüncü günüydü. Bu duruş karşısında Faruk Hoca, "Sor bakalım arkadaşlarına, başka teravih namazı kılacak varsa beraber kılalım," dedi.
Faruk Hoca sevecen biriydi. Tahminen kırk ya da elli yaşlarındaydı. Siyah saçları alın kısmından dökülmeye başlamış, her iki taraftan içeriye doğru körfez oluşturmuştu. Bu haliyle olgun ve babacan bir tavrı vardı. Öğrencilerin hal ve hatırlarını sorar, eksiklerini giderirdi. Türkçe derslerimizde okuma alışkanlığı kazanmamız için çabalar, şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlerdi. Öğretmenler Günü’nde bir tiyatro yazmış ve okulda büyük beğeni toplamıştı. Tüm öğrenciler bu tiyatroyu Faruk Hoca’nın yazdığını biliyor ve ona farklı bir gözle bakıyordu.
Çocukluğumda, köyümüzde babamla birlikte teravihe gider, çocuklarla beraber arka saflarda neşe içinde namaz kılardık. Teravih namazının ne kadar eğlenceli olduğunu bildiğim için yurtta bizim sınıftan ne kadar arkadaşım varsa koşarak onlara söyledim: "Faruk Hoca teravih namazı kıldıracakmış. Abdest alıp herkes mescide gelsin!" dedim. Bu haber yurtta sevinçle karşılandı. Yaklaşık 20-30 kişi mescidin önünde abdest alarak beklemeye başladı. Biraz sonra Faruk Hoca da abdestini almış olarak geldi, mescidi açtı. Bir mescide, bir kalabalığa baktı. Kararsız bir halde mescidin kapısında bir iki saniye durduktan sonra kenara çekilerek bizi içeri aldı. Terliklerimizi çıkararak mescide girdik.
Mescit, penceresi olmayan, yaklaşık dört metreye beş metrelik kutu gibi bir yerdi. Duvarları beyaz badana ile boyanmıştı, tavanın tam ortasında küçük bir ampul sallanıyordu. Mescidin içinde başka hiçbir şey yoktu, ortada sadece küçük bir halı vardı. Duvarlardan yaklaşık birer metre açıklık vardı; yerlerdeki mozaikler görünüyordu. Mescit büyüktü fakat kenarları bomboştu, anlaşılan içeride pek namaz kılan yoktu; göstermelik olarak mescit alanı olarak ayrılan bir yere benziyordu. Şimdiye kadar böyle bir kalabalık burada namaz kılmamıştı. Gelenlerin çoğu mescidin nerede olduğunu bile bilmiyordu.
Faruk Hoca şaşkınlık içinde, "Çocuklar, biraz bekleyin, 15 dakika sonra geliyorum," diyerek eve gitti. Evindeki halı ve kilimleri omzuna atarak yurda geri geldi. Halıları serdikten sonra teravih namazını kıldırdı. "Yarın da namaz kılmak isteyen olursa yine buraya geleceğim," dedi. Bu davranışı, bütün öğrencilerin gönlünde taht kurmasına sebep olmuştu. Bu gece sabaha kadar tüm öğrenciler arasında Faruk Hoca konuşuluyordu. Faruk Hoca artık bizim için bir öğretmenden daha fazlasıydı.
Gündüz, yurdun karşısında bulunan okulumuzdaydık. Okulumuzda yaklaşık beş yüz öğrenci eğitim görüyordu ve hepsi yatılıydı. Ben de kendi köyümde ilkokulu okuduktan sonra, ortaokul olmadığı için devlet parasız yatılılık sınavına girerek burayı kazanmıştım. Her yıl yüzlerce öğrenci bu okulda okumak için sınava giriyor fakat sadece altmış öğrenci alınıyordu. Öğrenciler arasında arkadaşlık ve dostluk çok iyiydi. Akşam yaşadıklarımız kulaktan kulağa yayılmış, tüm arkadaşlarımız tarafından duyulmuştu. Teravih kıldığımızı duyan arkadaşlarımız da mescidin kapısına toplandılar.
Faruk Hoca bu kalabalık karşısında şaşkınlıkla, "Çocuklar, bu kalabalıkla burada teravih namazı kılmamız imkansız," dedikten sonra bir müddet düşündü. "Çocuklar, cami yakın. İsterseniz camiye gidelim. Camiye gitmek isteyenler aşağı insin, hep beraber gidelim," dedi ve bir listeye isimlerimizi yazdı. Yaklaşık yirmi kişiydik. Diğer nöbetçi öğretmene, "Hocam, ben bu çocukları teravihe götürüyorum. Bunlar bana emanet. İsimleri sizde kalsın, soran olursa camiye gidiyoruz," dedi. Nöbetçi öğretmen de "Allah kabul etsin," dedikten sonra Faruk Hoca önde, biz arkada neşe içinde teravihe gitmek üzere yola çıktık.
Yurda döndüğümüzde herkes başımıza toplanmış, camide nasıl teravih kıldığımızı ve çıkışta dağıtılan şekerleri anlatıyorduk. Ertesi gün Faruk Hoca tekrar geldi ve "Camiye gidecekler hazır mı?" dedi. Yine isimlerimizi yazıp nöbetçi öğretmene bıraktıktan sonra okul bahçesinin nizamiyesine doğru ilerledik. Tam nizamiyeden çıkmak üzereydik ki arkamızdan bir ses geldi: "Faruk Hoca! Bir dakika bekle!" Karanlık bir bölgeden biri geliyordu. Sokak lambasının altına geldiğinde okul müdürü olduğunu anladık. Müdür bey, Faruk Hoca’ya yaklaşarak, "Faruk bey, çocukları nereye götürüyorsunuz?" dedi.
Faruk Hoca da, "Müdür bey, çocuklar teravih namazı kılmak istiyorlar. Mescidimiz çok küçük, içeride halı yok. Evden kendi halılarımı getirdim ama yaklaşık yirmi otuz çocuk teravih namazı kılmak istiyor. Mescit en fazla on beş kişilik. Çocukları camiye götürüyorum, sorumlulukları bende. İsimlerini yazdım, nöbetçi öğretmene de bıraktım. Merak etmeyin, hepsine göz kulak olurum," dedi.
Müdür, kısa boylu ve bıyıksızdı. Başının üst kısmında saçları biraz dökülmüştü. Hep kuralcı ve ciddi dururdu; tüm öğrenciler müdürden çok korkardı. Müdür, Faruk Hoca’ya bir adım daha yaklaştı. "Faruk bey, çocukları teravihe götüremezsiniz. Dün benden izinsiz götürmüşsünüz. Bugün gitmenize müsaade edemem," deyince, Faruk Hoca, "Müdür bey, çocuklar çok istiyor. Emin olun, hepsine göz kulak olurum," dedi. Müdür ise, "Olmaz Faruk bey, çocukları yurda bırakıp evinize geçin," diyerek karşılık verdi.
Faruk Hoca önce uzun uzun yere baktı, sonra başını kaldırarak müdür beyin gözlerinin içine baktı ve "Tamam, müdür bey," dedi. O anda çok üzüldüğünü ve çaresiz olduğunu hepimiz hissetmiştik. Boğuk ve düşük bir ses tonuyla, "Çocuklar, hadi yurda geçiyorsunuz," diyerek hepimizi yurda yönlendirdi.
Tam yurda dönmek üzereydik ki öndeki arkadaşlarımızdan biri, "Öğretmenim, yani bugün teravih namazı kılmayacak mıyız?" diye sordu. Faruk Hoca bir an durakladı, geriye döndü ve bir komutan gibi dikelerek müdüre baktı. "Müdür bey, bu çocuklar teravih kılmak istiyor. Ne pahasına olursa olsun, ben bu çocukları teravihe götüreceğim," dedi. Ardından çocuklara, "Hadi bakalım, teravihe gidiyoruz, düşün peşime!" diyerek tekrar yola çıktık. Müdür arkamızdan, "Çocuklar, sakın gitmeyin, sizin için çok kötü olur. Geri dönün!" dese de sadece iki üç arkadaşımız geri döndü, diğer hepimiz Faruk Hoca’yı takip ettik.
Teravih namazından dönerken okulun nizamiyesinde mavi ve kırmızı ışıkların yanıp söndüğünü gördük. Merakla yaklaştığımızda bir polis arabası ve üç dört polis memurunu, okul müdürüyle beraber beklerken bulduk. Bir polis memuru, isimlerimizi yazdıktan sonra bizi yurda götürmek istedi. Diğer polisler ise Faruk Hoca’ya dönerek, "Hakkınızda şikayet var. Çocukları camiye götürmüşsünüz. İfadenizi alacağız," dediler ve Faruk Hoca’nın ellerine kelepçe taktılar. Faruk Hoca, "Memur bey, kelepçe takmanıza gerek yok. Sizinle beraber gelebilirim, bir yere kaçmıyorum. Hem çocuklar kendileri camiye gitmek istediler. Yalnız göndersem daha mı iyiydi? Ben çocuklara refakat ettim," dese de polisler, "Kusura bakmayın, kurallar böyle," diyerek kelepçe taktılar.
Hepimiz üzgün bir şekilde Faruk Hoca’ya bakıyorduk. Faruk Hoca, "Çocuklar, korkmayın, bir şey olmayacak. Yurda geçin, yarın okulda görüşürüz," dedi. Polisler Faruk Hoca’yı ite kaka arabaya bindirip götürdüler. Müdür bey de sinirli bir şekilde yurda gelerek hepimizi aşağıda topladı. "Çocuklar, bir daha hiç kimse camiye gitmeyecek. Giden olursa yurttan atarım. Faruk Hoca da belki artık okulda devam etmeyecek. Aklınızı başınıza alın, sizi buraya anne ve babalarınız okumaya gönderdi, namaz kılsınlar diye değil," diyerek bizi uyardı.
Ertesi gün, Faruk Hoca gerçekten okula gelmedi. Ben ve arkadaşlarım kendimizi suçlu hissediyorduk; o gün derslerin nasıl geçtiğini bile anlamadık, çok üzgündük. Faruk öğretmenimize nasıl yardım edebiliriz diye düşünürken, bir öğretmenimiz birkaç arkadaşımızı yanına çağırarak, "Çocuklar, Faruk Hoca’nızı karakolda tutuyorlar. Köyü yakın olanlar velilerine haber versin. Eğer babalarınız, ‘Çocukların camiye gitmesi için Faruk Hoca’ya biz vekalet verdik,’ diye ifade verirlerse, Faruk Hoca’nızı bırakacaklarmış," dedi. Köyü yakın olan arkadaşlarımız babalarını çağırdı. Onlar da karakola giderek Faruk Hoca’ya vekalet verdiler ve Faruk Hoca ertesi gün okula döndü. Ancak o gün son teravih namazımızdı; bir daha camiye gidemedik. Mescit de kapatıldı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.