- 179 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Geçmişin sırları
Yıllar sonra doğduğum kasabaya dönmeye karar vermiştim. Zaman aradan akıp gitmişti, o kadar ki aynaya baktığımda yüzümü tanıyamıyordum artık. Kasaba halkı beni tanıyacak mıydı? Çocukluğumdan beri göçebe bir yaşam tarzına alışkındım, ancak bu sefer içimde tarif edemediğim bir tedirginlik vardı. Tren kuru toprak parçalarının, dümdüz ovaların arasından geçerken bu yolculuğun geriye mi gittiğini sorguluyordum. Her karede çocukluğumdan bir kesit beliriyordu zihnimde.
Bazen insanın yüreği ona fısıldar, "oraya git, oraya git" diye. Ama içimdeki huzursuzluk, sanki uzun zamandır ihmal ettiğim bir görevi yapmam gerektiğini söylüyordu. Bir bilet alıp yollara koyulmuş ve kendimi bu tren vagonunda bulmuştum.
Kasabaya yaklaştıkça içimdeki tedirginlik gitgide büyüyordu. Geçmişle aramda görünmez bir köprü kurulmuş gibiydi. Babam ben çocukken adını bile duymaktan hoşlanmadığım amansız bir hastalıktan ölmüştü...Ama annemin ölmeden önce söyledikleri kafamı iyice karıştırmıştı. Babam, işlemediği bir cinayetin suçunu üstlenip yıllarca hapishanede yatmıştı.
Tren garda durdu. Yavaşça yerimde kalkıp vagondan indim. Garda çıkış yönüne doğru ilerledim. Bir tuhaflık vardı, herkesin yüzü asıktı kimse kimseye bakmıyor, birbirine saldıracakmış gibi nefret dolu tavırlar sergiliyordu, eskiden sıcak kanlı insanların böylesine değişmiş olabileceğini düşünmemiştim. Dayım kasabadan hiç ayrılmamıştı, uzun sessiz bir sokağın başında elimde valizimle bekledim gelmesini. Beni alıp eve götürdü. Dayım bir hayli yaşlanmıştı. Neler olduğunu sordum
** kasabada bir nehir vardı hatırlarsın, o nehrin suyu kurudu, sadece bir çiçek var o da nasıl dayanıyor anlamış değilim
** nasıl olur, o nehir daima akardı içinde balıklar yüzerdi. Bu insanlara ne olmuş böyle, herkesin yüzü asık
** korkuyor herkes, bu lanet nasıl geldiyse artık hiç kimse anlamadı. Nehir kuruduktan sonra Güven, sevgi aşkı sanki yok olup gitti.
O gece bir hayli sohbet ettik, babamı kimin yüzünden hapse girdiğini sordum cevap vermedi.
O günden sonra nehir kurumuş.
Ertesi sabah kasabanın merkezine gitmeye karar verdim. Çocukluğumdan beri ilk defa sokaklarda bu kadar huzursuz yürüyordum. İnsanlar birbirine selam bile vermiyordu. Herkes başını önüne eğmiş, kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyordu. Sanki kasabayı bir korku sarıyordu, görünmez bir varlık onların üstüne çökmüş gibiydi.
Kasabanın meydanına vardığımda, kurumuş nehrin eski yatağına baktım. İçinde bir zamanlar balıklar yüzen suyun yerinde sadece çatlamış bir toprak vardı. Nehir yatağının ortasında tek bir çiçek duruyordu. Dayımın bahsettiği çiçek buydu işte. Ona yaklaştım. Çiçek, tüm bu kuraklık içinde nasıl hayatta kalabiliyordu?
Birden arkamda bir ses duydum. Kasabanın en yaşlı hatırı sayılır kişisi Mehmet dede yanıma gelmişti. Yüzünde derin çizgiler vardı. "O çiçeği sulayan sensin," dedi. Şaşırdım. "Ne demek istiyorsunuz?"
Mehmet dede bana yaklaştı ve alçak bir sesle konuşmaya devam etti: "Bu kasabaya bir lanet bulaştı. Su kuruduğunda, insanların kalbinden de sevgi ve umut çekildi. Ama bir kişi, geçmişte yapılan bir haksızlığı düzeltirse bu lanet son bulacak."
"Baban," diye ekledi, "o haksızlığı yaşayanlardan biriydi. Ama onun hapishaneye girmesine sebep olan kişi hâlâ burada ve gerçeği saklıyor. Eğer o kişiyi bulursan, kasaba kurtulabilir."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.