- 217 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Hastalık ve Ölüm
HASTALIK ve ÖLÜM
"ne ölümden korkmak ayıp, ne de düşünmek ölümü.*"
Nereniz ağrıyorsa canınız oradadır demişlerdi hastalandığımda. Benimkisi hastalıkların en belalısı, en kötüsü, en ağrılı-sancılısı ve en biteviyesi. (Kum dökme hastalığı)
Bu zamana değin ona yakın uzun ve zorlu sancı nöbetlerim oldu. Ben mi inatçıyım, yoksa doktorların aklıma soktuğu tehlikeler yüzünden mi dayanabiliyorum bilmiyorum. Bu hastalığı çeken veya yakınlarından bilenlerin, doğum sancılarına eş acılar çektiğime şahitlik ettikleri var. Düşüncesini illiyet bağından kurtarmış biri için, bu acı kolay, dayanılabilir bir acı mıdır? Bana göre ağrının etkisi aklı başında bir insanı delirtecek denli şiddetli ve korkunç. Her krizden fırsat yaratmayı deneyimleyen, yaşayarak öğrenen biri olarak bu sancı ve özellikle de kan işeme korkularımdan öğrendiğim bir şey var ki o da şudur:
- Ölüm korkularımdan kurtulup, arınmak.
İlk gençliğimden altmışdördüncü yaşımı yaşadığım bu zamana değin; yaşama, salt yaşadığım için bağlı kalmaya zaten alışığım. Hastalığım bu bağı da çözüyor. Tengri yardım etse de hastalığın şiddeti gücümü aşıp bana ölümü arzulatmasa. Zira bu duygu durumu, ölümden korkmaya eşdeğer kötücül bir durum. Ölümden korkmak, ölümü düşünmek, ölmeyi istemek kaçınılması gereken durumlardandır. Ancak ölüm korkusundan kaçınmak görece daha kolaydır. Tanıdığım pek çok insana görece olarak acı eşiğim yüksek olmasına karşın, acılara katlanırken istifini bozmamayı da kabullenemiyorum. İnsanın yüreği sağlamsa acılarını yenmek için ağlayıp sızlanmaktan gocunmasın diye düşünüyorum.
Düşüncelerimiz kıvranmıyorsa, bedenimiz varsın kıvransın. Düşünbilim bizi başkaları için değil, kendimiz için; güçlü görünmek için değil ve fakat güçlü olmak için yetiştirir. Bu denli zorlu hallerde insandan acılarını bal eylemesini beklemek insafsızlıktır. Biz savaşı kazanalım da, varsın fiyakamız bozulsu. Ne gam? Vücut kıvranmakla, bağırmakla rahatlıyorsa bırakalım kıvransın, bağırsın. Ona kıvran veya bağır demeyelim fakat kıvranmasına, bağırmasına da karışmayalım. Döğüş sporlarını yapan sporcular, hamle yaparken inler gibi bağırırlar. Tenisci Maria Sharapova her raketi topa vuruşunda avaz avaz bağırıyor. Neden? Çünkü bağırmak sinirleri geriyor ve vuruş daha kuvvetli oluyor da ondan.
Bunları yazmamdaki muradım, kum sancılarına yaygara koparanları, kramp ağrılarına ağlayıp sızlayanları hoş görmektir. Zira ben bu sancıları şimdiye değin nispeten durgun geçiriyorum. Bağırıp çağırmıyorum. Sadece inim inim iniliyorum. Fakat böyle mağrur, sakin kalmak, üstenci olmak hiç kendimi zorlamıyorum. Neden?
- Böyle bir üstünlüğe değer veren biri olmadığımdan.
Oğlum henüz on yaşına basmamıştı ki bana yanıtlamasında o ana değin en zorlandığım soruyu sordu:
- Beni bu dünyaya neden getirdiniz?
- Bu dünya bir penceredir. Sen de bu pencereden bak diye!
- Bu dünyada ölüm olduğunu biliyorsunuz değil mi?
- Evet.
- O halde öleceğimi bile bile beni neden dünyaya getirdiniz?
Ölümü engelleyemiyoruz... 14 Eylül 1980 sabahı Bayrampaşa Cezaevinde 30 yaşında asılarak katledilen İrfan Çelik’e, asılmasından saatler önce yoldaşları "bunlar seni ölme mahkum ettiler." dediklerinde yanıtı "doğa da onları" olmuş. Tüm dertlerin, çilelerin, işkencelerin ve zulümlerin bittiği yere gideceğiz diye hemdert olmak ne aptalca bir düşünce.
Doğumumuz nasıl ki her şeyin doğumuysa, ölümümüz de öyle. Öyleyse yüz sene daha yaşayamayacağız diye hayıflanmak, yüz sene önce yaşamadığımıza dövünmek denli deliliktir. Nice kerameti kendinden menkul idareci, yönetici, sihirci-büyücü ölümsüzlüğü aradı. Kimi ölmeden bala bulanıp mumyalandı, kimi buz kalıplarını yorgan yaptı. Şu ana değin ölümsüzlüğü bulana rastlamadım. Düşünbilim her şey zıddı ile vardır. Zıtların birlikteliği evrenseldir. Yaşamı anlamlandıran ölümdür. Son söz olarak dedim ki oğluma:
İnsan yaşatarak yaşar birbirini
Tam da bu nedenle verdim sana babamın ismini
Ve yaşam meşalesini birbirine devreder koşucular gibi
Unutmadıkça yaşatır, unutulmadıkça yaşarsın
27.09.2024 saat 05:51 - Yeniköy
*KARLI KAYIN ORMANINDA
Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?
Ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır?
Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak.
Ben ordan geçerken biri :
"Amca, dese, gir içeri."
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.
Eski takvim hesabıyle
bu sabah başladı bahar.
Geri geldi Memed’ime
yolladığım oyuncaklar.
Kurulmamış zembereği
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi leğende
beyaz kotrasını Memet.
Kar tertemiz, kar kabarık,
yürüyorum yumuşacık.
Dün gece on bir buçukta
ölmüş Berut, tanışırdık.
Bende boz bir halısı var
bir de kitabı, imzalı.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yıl yaşar halı.
Yedi tepeli şehrimde
bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
ne de düşünmek ölümü.
En acayip gücümüzdür,
kahramanlıktır yaşamak :
Öleceğimizi bilip
öleceğimizi mutlak.
Memleket mi, daha uzak,
gençliğim mi, yıldızlar mı?
Bayramoğlu, Bayramoğlu,
ölümden öte köy var mı?
Geceleyin, karlı kayın
ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
gündüz gibi görüyorum.
Şimdi şuradan saptım mıydı,
şose, tiren yolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
pırıl pırıldır Moskova...
Nazım HİKMET
14 Mart 1956, Moskova, Peredelkino
Dinlemek için:
youtu.be/EjV8pITmGBw?si=-RYPhLb3ztCY5ZEk
YORUMLAR
kalemine emeğine sağlık çok geçmiş olsun "yolda kalan da bir yürüyen de, harcanıp gidiyor ömür dediğin." hasretle kucaklarım dikkat et kendine:::))