- 387 Okunma
- 7 Yorum
- 15 Beğeni
Kağıttan Kuş
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kağıttan kuş da yapılıyor bayım.
Lakin ben sadece gemi yapmayı öğrendim!
Sana yazmayalı uzun zaman oldu. Zaman uzayıp, kısalan sessiz bir yol aramızda. Bir yolun sonunda ayrılanlar için zaman her daim susmaya mahkum! Beni bıraktığın o yerde arayıp, bulma diye daha uzağa gittim. Denizi görüp, dalgaların sesini duyuyorum hala. Tüm yorgun kalabalıklardan uzağım şimdi. İnsan gönülden uzağa düşünce tamam diyor zaten. Daha ne kadar uzağa gidebilirim ki. X’i eşitliğin bir tarafında yapayalnız bıraktım. Yahut X gibi yapayalnız kaldım!
Alışırsın denen büyülü masallara hiç inanmadım. Hatta alışamadım. Her katil gibi suç mahalline gidip geldikçe, eksik parçaları bulmaya başladım. Günlerce bu şehirde ne eksik diye düşünüp durdum. Vapurları yok bu şehrin. Daha kötüsü vapur düdüğü yok. Sıra sıra, limana yanaşmayı bekleyen yük gemileri var. Gecenin karanlığında içinde ışıklar yanıyor. Işıkları yanmasa, terkedilmiş birer hayalet gemi gibiler. Belki de bu şehirde her limana uğrayan çingene vapuru olmaması daha iyidir. Zaten simitçi bile bulmak zor bu şehirde.
Trafik yok bu şehirde. Kimse koşuşturmuyor. Hiç bir telaşı yok insanların. Bu durağanlık insana bazen ölülerle yaşıyormuş hissi veriyor. Bir yerlerde sanki kar, boran, fırtına var; kıyamet kopuyor da bu şehirde çıt çıkmıyor. Gök hiç yarılmamış sanki bu şehirde. Rahmet toprağı şöyle bir okşayıp geçiyor.
Oysa iki yakası bir araya gelmeyen şehrin; bir yakasında, yağmurlu bir günde, trafiğin ortasında nasıl da kalıvermiştik. Gıdım gıdım ilerleyen trafikte radyo dinleyip, şarkılara eşlik edip, köprüyü zar zor geçmiştik. Yol uzadıkça düştüğümüz hale kah öfkelendik, kah gülüp eğlendik. Diğer araçlarda yolculuk edenlere birer rol yükledik. Kimine memur, kimine çatlak profesör diye payeler verdik. Onlar bize ne dedi diye tahminler yürüttük, çok güldük. Evimin önünde indim ben. Şimdi kapıdan girdim, diye mesaj attın sen. Her yol bitiyor nihayetinde...
Alışırsın, unutursun, zamana bırak diyordun. İnsanoğlu acaip işte. Zamanın süzgecinden bir bir toplayıp geri alıyor suya bıraktıklarını. Yahut ille de bazı anılar su yüzüne çıkıyor. Yazdığın bir not kağıdını buldum geçen gün. İki kanat, tek yürek bir kuş gibi değil, bir gemi gibi katlayıp saklamışım. Senin kuş olup uçan yüreğin, benim kağıttan gemilerim yok artık.
Bit pazarına gittiğimiz günü yaşar gibiyim. Artık belki de çalmayan, sürekli başa saran eski kasetler gibi. Tezgahta satılan siyah beyaz resimlere takılıp kalmıştık saatlerce. Hiç tanımadığımız insanların hayatı geçmişti poz poz elimizden. Ölmeden önce ilk yapmamız gereken resimleri yok etmek demiştim ben. Kiminin arkasında bir not, kiminin arkasında bir tarih, yer adı ve isimler yazan o resimlere bakarken. Birileri biz ölünce kaldırıp çöpe atmadan, tezgahlara düşmeden resimleri yok etmeli. Hatta tanı beni, anla beni, duy beni diyen o not kağıdından yaptığım gemiyi. İlk önce onu yakmalı.
Zeynep Özmen
25Eylül2024
YORUMLAR
o gün gözlerim toprakla hemhal olmuş terli bir sabırla yavrusunu emziren karıncaya ilişmişti yanından usulca akan ırmakta kağıttan gemiler süzülüyordu her biri adeta destanlardan düşen bir anın derinliğinde kaybolan serazat hayallerdi suyun sinesine küreklerini vurmadan dinginlikten doğan fırtınasız sancılar gibi yüreğimi yara yara geçiyorlardı ağaçların dallarından düşen gölgeler bile feryada durmuştu gökyüzü koca bir divit misali kara bulutlarla bezenmişti
vakit abdal sabrıyla ağır ağır akıp giderken her an bir sevdadan kopup düştüğüm ırmak gibi benden de bir parça eksiliyordu zamanın yüreğime yüklediği o nazenin sızı avuçlarımdan dökülen kum tanelerinin hoyrat rüzgarla savrulmasına benziyordu o gün sanki benden öte ben yoktu ne bir kervan yolu buldu içimde ne de akçeli bir umudun tesellisi
ruhumun yeldeğirmenleri arasında döndüğü o anı seyyalede hayaller rüzgarın önünde sürüklenen yapraklar gibi savrulurken gönlüm bir gölgeye sığınmak bir dalda vefa bulmak arzusundaydı lakin ne o vefalı gölge ne de yapraksız dal kalmıştı her adım içimdeki ahı biraz daha büyütüyor her nefes ciğerlerimi dolduran hicranı biraz daha perçinliyordu öyle ki artık sesler dahi yankı vermiyor derin boşluklar nara atıyordu zira bu boşluklar insanı kendi benliğinden soyutlayan dağlayan o dipsiz kuyulardı
o karıncanın sabrını izlerken derinlere daldım herkes böyle mi kavuşur toprağa aşkın kanatları kırılır mı türküler susar mı kağıttan gemiler devrilir sevdalar suya karışır ve geriye yalnızca sessiz dillere destan bir melal mi kalır
her sevdalı kuş, gökyüzünde kanat çırpar,
ama unutma, uçurumlar hep yukarıya baktırır.