- 137 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ali Erbaş Hoca İsa aleyhisselamı öldürmeyi nasıl başardı?
Yıllar önce bir abim "İmanımızı artık ilahiyatçılardan korumaya çalışıyoruz Zeki kardeşim!" dediğinde çok gülmüştüm. Sonra gülmem geçti tabii. Çünkü tecrübelerimle ne demek istediğini anladım. Bir de anladım ki, fıkralar, başınızdan geçmediğinde komik oluyor. Lakin, yanlış anlaşılmasın, Zeki Kamilzade kardeşiniz yine de fıkraları sever. O da size bazen anlatır. İşte yeni bir tanesi geliyor:
Bizim Temel biraralar yazarlığa heves etmiş. Fakat nereden başlayacağını da kestiremiyormuş. Demişler: "Orhan Pamuk’a git. Kitapları çok satar. En iyi tavsiyeyi ondan alırsın." Hemen uçağa atlayıp İstanbul’a varmış. Sormuş, soruşturmuş, en nihayet Pamuk’u Nişantaşı’nda yakalamış. Meramını anlatmış. Pamuk da, Nobel’ine kadar görmüş geçirmiş bir yazar olarak, üç tavsiyede bulunmuş: "Bak, Temelciğim..." demiş. "Eğer romanının çok satmasını istiyorsan üç şeyi ihmal etmeyeceksin: 1) İçine mutlaka cinsellik katacaksın. 2) Mutlaka dinî bir tat ekleyeceksin. 3) Bir de gizemi eksik etmeyeceksin."
Söyledikleri Temel’in de aklına yatmış. Çalışmalara başlamış. Bir yıl kadar sonra taslak metinle İstanbul’a dönmüş. Pamuk’u yine bir tenhada yakalamış. Yazdıklarını inceletmiş. Pamuk, aman, böyle demeyeceğim. ’Pamuk’ deyince sanki kedi yavrusundan bahsediyormuşuz gibi oluyor. Şunu Orhan Bey’e çevirelim. Orhan Bey karıştırmış, karıştırmış. Sonra demiş ki: "Bak şimdi Temelciğim. Ben bu taslağa bir isim versem şöyle derdim: ’Fadime Kocasını Neden Aldattı?’ Neden? Çünkü ’Neden Aldattı?’ diyorsun, gizem, merak edilecek birşey var yani. Sonra ’Aldattı’ diyorsun, cinsellik imâsında da bulunuyorsun, OK. Fakat hiçbir dinî çağrışım yok bu eserde. Onu eksik bırakırsan romanın kıvamına ulaşmamış olur. ’Çok satanlar’ listesine giremezsin. Çok satanlardan olmak için üçü birarada olmalıdır."
Acayip, roman dediğin Nescafe midir ki, ’üçü birarada’ olsun? Fakat Orhan Bey’in de sözü yabana atılmaz. Temel bu nasihatleri de kulağına küpe yapmış. Hemen atlamış uçağa, memleketine dönmüş, çalışmalara başlamış. Tam bir yıl sonra, ikinci taslak elinde, tekrar İstanbul’daymış. Orhan Bey’i ziyaret edip "Güm!" diye önüne koymuş. Orhan Bey gözucuyla bakmış. Başlığı okumuş. Ooo! Sonra yüzüne memnuniyet ifade eden bir gülümseme yayılmış. Demek ki bizim Temel görevi başarıyla tamamlamış.
Kapaktaysa şöyle yazıyormuş: "Allah Cezasinu Versun. Ha Bu Fadime Karisi Kocasinu Neden Aldatti?"
Katmak başka, karıştırmak başka, katakulle başka şeyler tabii. Benzeri bir hadiseyi de İsmet İnönü’den naklederler. Onun da icmali şöyle: Efendim, hem CHP’nin hem de başındaki masterchef (doğrusu ’milli şef’ olacaktı) İnönü’nün İslam’la başı pek hoş değilmiş. (Halen de pek hoş değildir ya.) Fakat, ne yaparsınız ki, Türkiye halkı müslümandır. CHP, %99’u ateist olan bir ülkede değil, müslüman olan bir ülkede kurulmuştur. Üstelik bir de o yıllarda epeyce dindardır bu %99. Çünkü Osmanlı bakiyesidir. Daha dün hilafet merkezidir. Bu nedenle seçimlerde CHP’yi herdaim tokatlamaktadır.
Tekerrür eden üzücü durum karşısında CHP’nin derebeyleri oturur düşünürler. Bu işin bir hal çaresine bakmak isterler. Sonra utana sıkıla İsmet İnönü’ye derler ki: "Masterchefimiz, bu seçim işi Acun Ilıcalı yarışmalarına benzemiyor, kaybedip duruyoruz. Acaba, hakikatte hiç böyle olmasanız da, arada bir dindarmış gibi falan mı yapsanız? Bir-iki dinî ifade mi kullansanız? Mesela: ’Allah’ mı deseniz? Belki böylece milletin gönlü meyleder. Yoksa sittin sene CHP’nin kazanabilmesi mümkün görünmüyor."
Masterchefin de, aman, Milli Şefin de aklı bu işe yatar. (Allah Acun’a müstehakını versin. Yemek programı yapa yapa kafamızı iyice karıştırdı.) İlk seçim konuşmasında hemen uygulamaya karar verir. (Bu taktik CHP için gelecekte de hep ’kullanılır’ olarak kalacaktır.) Fakat insan ahlakını-alışkanlıklarını kolay kolay değiştiremez. Laikliğini öyle kolayca dilinden-boynundan atamaz. Miting boyunca İnönü yine hiçbir dinî ifade kullanmaz. Hatta bir kerecik olsun ’Allah’ dahi demez. Peygamber’i, Kur’an’ı zaten hiç anmaz. Nihayet konuşma bitip dönerken derebeyleri telaşla fısıldarlar: "Şefimiz, Milli Şefimiz, ne oldunuz, hani dinî birşeyler de söyleyecektiniz?" Hatırlayınca bir "Haaaaa!" çeker en tumtraklısından Masterchef İnönü. Ve hemen kalabalığa dönüp yüce vaadini yerine getirir: "Haydi Allah’a ısmarladık!"
Bütün bunlardan niye bahsettim şimdi muhterem kârilerim? Öylesine değil elbette. Cık, cık, cık. Zeki Kamilzade kardeşiniz ’öylesine’ bahsetmez. Böyle düşünmenize cidden pek üzüldüm. Sadede koşayım: Şuna dikkatinizi çekmek istedim evveliyetle: Din dediğiniz herşeyden önce samimiyet istiyor. Bütün hayatınızı kuşatacak bir istikamet istiyor. Evet. Hayatınız, din ile müzeyyen değilse, istikametiniz salabet bulmamışsa, ayaklar yalpalıyor, diller sürçüyor. Kaş yapayım diyenler epeyce göz çıkarıyorlar.
Geçenlerde de Diyanet İşleri Başkanımız Ali Erbaş Hoca cümle sünnilerin gözünü ’hık’ diye çıkarmış. "Başkanımızdır ve de hocadır. Gözümüz ona feda olsun!" diyeceğiz amma iş bununla da kalmamış ki. Bir de İsa aleyhisselamı öldürmüş hoca. Yaaaa... "Yahu göğe çekilmiş peygamberi nasıl bulup öldürsün?" diyeceksiniz, haklısınız, fakat demek hocanın da bağlantıları var. Ulaşabildiği yerler var. Takip ettiği konumlar var. Yoksa, Temmuz’un 21’inde, Türkiye Diyanet Vakfı’nın koskocaman konferans salonunda, onca hoca önünde, böyle bir acib yalanı neden söylesin? Hoca ’yalan’ söyler mi?
"Yahu Zeki Kamilzade, ne dediğini kulağın duyuyor mu, hem belki de kulağın yanlış duyuyor?" demeyin sakın. Sonra mosmor olursunuz. Zira çok şahidim var. Mesela: Konu hakkında sosyalmedyada paylaşım yapan Ebubekir Sifil Hoca diyor ki: "Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın Hz. İsa (a.s)’ın ile öldüğünü söylemesi büyük bir hatadır. Hz. İsa (a.s)’ın ölmediği, göğe çekildiği ve kıyamete yakın yeryüzüne ineceği konusu Kur’an ve Sünnet’le sabittir. Tarih içinde Mu’tezile’ye mensup birkaç isim dışında bu meseleyi inkâr eden olmamıştır. Sn. Erbaş’ı bu hatadan dönmeye davet ediyoruz..." Yine, mesela, genç âlimlerimizden Ömer Faruk Korkmaz Hoca da diyor ki: "Diyanet işleri başkanı Ali Erbaş beyin Nuzûl-i Mesih bağlamında dillendirdiği görüş asla Ehl-i Sünnet itikadıyla bağdaşmaz. Konuyla ilgili bu gibi şüpheleri daha önce uzun uzadıya tahlil ettiğimiz için tekrara lüzum görmüyorum."
Yani, Ali Erbaş Hoca’nın İsa aleyhisselamı öldürmesi meselesi, hiç "Sana öyle geliyor..." meselesi değildir. Ve de kardeşinizin kepçe kulakları yanlış duymamıştır. Üstelik bu hâdisenin üzerinden günler geçmesine rağmen ne Ali Erbaş Hoca’nın ne de Diyanet’in resmi organlarından ’tevbe’ açıklaması yapılmamıştır. (Ortada kime ait olduğu bilinmeyen bir metin dolaşmaktadır sadece. Lakin bu metnin de kaynağı belli değildir. Belki de uydurmadır? Zira onaylanması gereken yerlerden onaylanmamıştır.)
Gözümü nuru Bediüzzaman ise, değil Ali Erbaş Hoca gibi AK Parti hükümetinin Diyanet İşleri Başkanıyken, yani yediği önünde yemediği arkasındayken; aksine; CHP’nin zulmü altında, kelle koltukta, bu memleketin müslüman evlatlarının imanlarını korumaya çalışırken, mevzu hakkında şöyle demiştir:
"Evet, her vakit semâvâttan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’ eden (Hazret-i Cibril’in Dıhye suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazret-i İsâ aleyhisselâmı, İsâ dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsâ, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîmin hikmetinden uzak değil. Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek."
Eh, yani, Ali Erbaş Hocamızdan konuya açıklık getirmesini çabuklukla bekliyoruz. Evet. Ümmetin bütün salih âlimlerinin "İsrailoğulları tarafından öldürülmedi!" dediği, "Allah onu semaya yükseltti!" diye anlattığı, "Ahirzamanda tekrar dünyaya dönecek!" diye haber verdiği İsa aleyhisselamı öldürmeyi nasıl başardı? Belki bu bilgi sadece bize de lazım değil. CIA, KGB, Mossat, MI6, MİT vs. de bu bilginin peşindedir. Böyle bir suikast yeteneğine hiçbir ülke ulaşamamıştır çünkü. Nasıl becerildi şu iş yahu? Herhalde "Peygamber kıssalarına biraz makuliyet katalım!" arzusuyla yapılmamıştır şu çıkış. Öyle ya. Din işi roman işine benzemez. Oturup tekrar yazılmaz. Her defasında silbaştan olmaz. Böyle şeyleri Temel gibi yeniyetme romancılar yapar. Orhan Pamuk gibi çok satanlar yapar. Hocalar yapmaz. Yani yapamazlar. Yapamazlar değil mi? Her neyse... Kestane kebap, Diyanet’ten pek acele cevap, vesselam.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.