Molozlardan Şatolar
İşte gidiyorum. Kimi bildiğim, kimi hiç bilmediğim mekanlara gönüllü olarak gidiyorum.
Aylardır, yüreğim hararetle "git" diyor, oysa beynim korkudan tir tir titriyor. Bu bendeki öyle bir korku ki, bütün benliğimi merdaneden geçiriyor.Terazisi bozuluyor künyemin: ne olduğum, ne yapmaya çalıştığım meçhullaşıyor. Yetmiyormuş gibi, bir de dipsiz komplekslere ev sahipliği yapıyor varlığım. Gri bir suret ediniyor dilimde özenle şekil verdiğim sesli, sessiz sözlerim.
Bilmem ki, nasıl anlatsam derdimi...
Her saat başı varsayımlar üzerinde derinleşiyor düşüncelerim: "ya deprem olursa"da kilitlenip kalma seansını çoktan aşmış bulunuyorum. Şimdilerde, "depremin ne zaman olacağı"nın gerçeği ile göz gözeyim. Bu gerçeğin bakışları öyle keskin bir ustura ki, kanatıyor beyin hücrelerimi, "deprem" sözcüğünün d’si ve ardından gelen her harf.
Beynim... yumurtanın sarısı gibi formundan çıkarak darmadağın bir bulamaça evriliyor. Bu da yetmezmiş gibi, molozlardan şatolar inşa ediyor darmadağın beynim. Korkulu düşüncelerimin o uğraksız koylarında tüm geçitler kapalı ve beynimin bulunduğu mıntıkada derin hendekler kazılı.
Hep kendi kendimle sorunum! Durmaksızın polemikteyim kehanetin kendisiyle. Bir yandan demagoji yaparak kendimi savunuyorum; diğer yandan da, kendimi acımasızca sorgu makinasına tabi tutuyorum. Hem savaşıyorum kendimle, hem de kendimin barış güverciniyim, yenilgiden ırak... Dahası da var: rüyalarıma giriyor depremden kaçışlarım. Tüm evren sallanıyor alevler içinde. Kentler su altında kalıyor. Ben en yüksek tepelere tırmanmak isterken, gerisin geri yuvarlanıyorum. Bağıramıyorum, çünkü sesim çıkmıyor (gerçi her halükarda duyan birilerinin olmayacağını da biliyorum).
Öyle bir dilemma içinde savruluyorum ki kuru bir yaprak gibi; hem büsbütün haklıyım, hem de en mağduruyum alemin. Bir bakmışsın, mucizevi bir şekilde, en cesur ben oluvermişim, üç dakika sonra mazlumdan da mazlumum.
Deprem çantasını düşünürken bilinçliyim; fakat, gideceğim o evleri, sokakları, kayalıkları, bayırları düşününce, cahil olabileceklerden daha cahilim.
Tamamiyle rotasız düşüncelerime mahkum bir haldeyim. Mesela, diyorum; ya duştaysam, ya derin uyuyorsam deprem anında ve o sallantıyı rüya sanıyorsam? Uyansam bile, 7, 4 gibi bir sarsıntının yaratmış olacağı panikten evden çıkamayacak olursam peki? Ha, bir de demirden cümle kapıları açılmazsa, merdivenler yerinden kopmuşsa...?
Kendime soruyorum: bunca tezatlık aynı anda oluyor ve aynı bedenin, aynı beynin içinde sürreal bir varoluşun içine sürükleniyorum. Soru soran da benim, yanıtlayan da yine ben... Artık pes yani!
DEPREM...
Asıl rahatsızlık veren yanı şu bu sorunun: Bilmeden, bir tesadüf, bir şanssızlık sonucu deprem bölgesine düşmüyorum. Bilakis, tümüyle bilinçli bir tercih ile güvenli mekanımdan ayrılıp,sokak kedilerin bile iyi sezinlediği bir deprem bölgesine gidiyorum. Üstelik sismologların neredeyse her gün verdikleri demeçler ve bilgileri kılavuz bilerek çıkıp gidiyorum. Hani sanki doğaüstü gizli bir güç (metafizikçiler sevinsin!) beni oraya itiyor. Nedense, o mekani cazip kılıyor bende...
Peki hal böyleyken, bile bile gitmek, ölüme kucak açmak, biraz aptallık sayılmaz mı? Doğanın öldürücü gücüne kafa tutmak, sayılmaz mı? (Bir ses bana: "ne doğası, iktidar olanların kötü niyetlerinden ölüyoruz bu coğrafyada", diyor.)
Demek istediğim, içine düştüğüm çok çetrefilli bir mesele.
Türkiye’de yaşayan yakınlarımla konuştuğum zaman:
Aman, korkuyla yaşanmaz be tatlım.
Biz zaten her gün hafif hafif sallanıyoruz yıllardır.
Valla umrumuzda da değil artık.
Gerçeğimiz, kaderimiz bu, kuzum!
Değiştiremeyiz, ha ha ha...
Hem nereye kaçalım, cancazım?
Deprem olacak diye her şeyden vaz mı geçelim yani?
Sana mı gelsek yoksa? Memleketin kabul eder mi bizi, ha ha ha!
Çok haklılar, çok! Onlara acıyarak bazen sırıtıyor, bazen de susuyorum. Sonra halime acıdıklarından, ironiyle diyorlar ki: "bir çadır alalım sana, orada yatar kalkarsın tatlım. Olan bize olsun, ha ha ha!"
Ne yani, çadırda kalmak çok mu garantili, diyorum dudak bükerek. Tabii ya, üzerinde yattığım toprak ile sürüklenir, sonra da içine gömülürüm, hani kimsenin ruhu duymadan üstelik. Herkesi cenaze masraflarından kurtarmış olurum! O arada yılanlara, akreplere iyi bir av olamadıysam eğer, diyorum.
Derin bir iç çekiyorum sonra. hani çıkışı olmayan bir tünelin içinde sıkışıp kalan, biçare ve bikes bir insan konumundayım. Bilsem ki deprem olacak ve hiç acı çekmeden anında öleceğim, amenna. Ama dedim ya, bunun garantisini hiç kimse veremez.
Ah, beton yığınları arasında sıkışıp kalmak, sesini duyuramamak, üşüyerek, susuz kalarak, yavaş yavaş ölmek var işin ucunda. Tıpkı Orhan Aydın’ın biricik kızının ve on binlercesinin acı çekerek can verdiği Güneydoğu depremi gibi.
Tanrım; varsan ve anlıyor ve duyuyorsan beni; çıkar beni bu zifiri tunelden.
Bil ki sevgili Tanrı, hiç sevmiyorum buyurduğun karanlığı..!
Not: foto bana ait
H. Korkmaz 21/9-24 Sthlm
YORUMLAR
Hemen hemen her sene hafif şiddetli de olsa denk geldim depremlere, oldu mu oluyor ondan kaçamıyorsun. Biz ordakilere göre şanslıyız tabi ama ha biz, ha ailemiz ya da bir başkası...Acı ve gözyaşları aynı, insan kendi başına gelmiş kadar üzülüyor kuşkusuz ki ama tabi birebir ordakiler için acının, kayıpların, sarsıntıların boyutu bizimle kıyaslanamayacak, ölçülemeyecek kadar fazla...hele ki bu son büyük depremin kaybı ve üzüntüsü de hala hafızalarda taptazeyken...
Korkunun ecele faydası yok gülüm ve gerçekten de bazı yerler sürekli sallanıyor. İstesen de kaçamazsın bazı durumlarda insanın kalbi de ayağı da sürükleyip götürüyor.
Hızır herkesi beterin beterinden korusun🙏🙏
Sevgimdesin.