- 166 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
AKLIMDAKİ SORULAR-2
AKLIMDAKİ SORULAR-2
Aklımdaki Sorular yazımın ikinci kısmını paylaşacağım bugün. Birinci kısma sığmayan bazı konuların cevabını önce kendi vicdanımda aradım; sonra iman sahibi insanlarla bu konu üzerinde bir düşünce turu oluşturmak istedim.
İnsanlar/inananlar, hangi bilgi kaynağına yöneliyorsa o bilgilerin doğruluğuna inanır ve inandığı gibi yaşar ki, bu bana göre doğal bir durumdur. İstediğim şu ki; insanoğlu başka kaynaklara da bakmalı. Bakmalı ama öncelikle ön yargılarından arınarak bakmalı. Farklı bilgiler insanları yoldan çıkaracak diye bir şey söz konusu zaten olamaz. Ancak, bazı bilgiler var ki, insanı düşünmeye ve araştırmaya yöneltir. İnsan düşündükçe olgunlaşır. Hiç akledemediği bilgiler insanlarda yeni ufukların açılmasına da yol açabilir. Ben, bunu kendimde denedim, faydasını gördüm. Kendime uzak gördüğüm araştırmacıların ve ilahiyatçıların da eserlerini okudum. Notlarımı aldım; vicdan muhasebesi yaptım önce. Yanlışlarını ya da aklıma ve vicdanıma ters gelen bilgileri vicdanımda ve aklımda test ettim. Doğruları bir kenara not ettim. Yanlışları zaten vicdanımda yanlış olarak yankılandı. Bu sebeple; okuduğum kitaplarımda “onu severim, bunu sevmem, onun kitabı okunur mu, zinhar dinden çıkarır gibi” ön kabulleri bir tarafa bırakarak okuyorum kitaplarımı. Şimdi konumuza girelim ve “bence” yanlış olanları yine “kendi” vicdanımda ve aklımda kısaca değerlendirmek istiyorum:
A-) Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır:
Bu nasıl bir sorudur böyle, diye soruyorum. Araştırıyorum, bu sözün tarikat şeyhlerinin ortaya attığı bir söz olduğunu öğreniyorum. Neden acaba, diye sorduğumda şu sonuca varıyorum. Özellikle günümüz şeyhleri-evliyaları müritlerini kendine sıkı sıkıya bağlamak amacıyla söylediği sonucuna varıyorum. Yani; bir şeyhe sıkı sıkıya bağlı kalmazsan şayet, şeytana yoldaş olunacağı inancı vicdanlara ve akıllara yazılıyor. Şeytanın şerrinden korunmak için ille de bir şeyhin olmalı! Soruyorum tekrar; peki, Hz. Muhammed’in ümmetleri olarak bizler, O’nun yolunu takip ettiğimizde şeytanın yoluna mı girmiş oluyoruz acaba? Cihan Şümul bir Peygamberimizi rehber edinmek var iken; köşklerde yaşayan, müritleri üzerinden mal üstüne mal, dolar üstüne dolar ekleyen sarıklı-cübbeli; bazıları da pedofili olan ne idüğü belirsizleri neden “kutup”, “evliya” olarak göreyim? Bu rezaletleri yıllar boyu gördüğüm için benim kutubum, yıldızım, rehberim daima Kuran ve Hz. Muhammet olmuştur ve olmaya devam edecektir. O müptezeller, tarikatlar ve cemaatler kurarak kendi anlayışlarının dinini oluşturdular. Dikkat edelim; her tarikat ve cemaat günümüz itibariyle bir-birine savaş açmış durumdalar. Bu savaş sonrasında anlaşıldı ki, kavgaların yegâne sebebi mal-mülk ve post paylaşımıymış! Bu tip din sömürücülerin şerrinden Yüce Allah’ıma sığınıyorum!
b-) Cevşen sapkınlığı:
Nedir gevşen kısaca tanıyalım: Cevşen, bazı İslam mezhep ve tarikatlarında kaza ve beladan koruduğu inancıyla taşınan dua metni. Genellikle üçgen muhafazalar içinde veya kol-ye şeklinde taşınır. Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sagir olarak bilinen, metinleri birbirinden farklı iki duayı ifade eder.
Cevşeni tanıdık! Şimdi sorularımı soruyorum: Bu dua metni insanları her türlü kazadan ve beladan koruyor idiyse, Hz. Muhammed (s.a.v) kendine ve mümin askerlerine neden böyle bir koruyucu duayı boyunlarına takmalarını istemedi? Neden Peygamberimiz başta olmak üzere komutanları ve mümin askerleri zırh giyiyorlardı? Böyle bir koruyucu dua/zırh öncelikle İslam Peygamberi tarafından dillendirilmesi ve hayata geçirilmesi gerekmiyor muydu? Hadislerde Cevşen’den bahsedilir ancak Peygamberimizin uygulamalarında ben böyle bir uygulama görmedim. Diyelim ki Cevşen’i boyunlarına taktılar; onca mümin neden şehit oldu? Peygamberimizin dişi neden kırıldı? Neden Hz. Ali savaşın en harlı zamanında Peygamberimizi Ebu Bekir ile birlikte koruyorlardı? Bu durumda Ali ve Ebu Bekir Hz. Muhammed’in Cevhen’i olmuş olmuyor mu? Cevşen, neden Hz. Hamza’yı vahşinin mızrağından korumadı? Hamza şehit oldu! Savaşlarda Cevşen, müminleri korusaydı ölümler de olmayacaktı, şehitlik mertebesi de olmayacaktı! Oysa Kuran’da şehitlik övülmüştür! Şunu unutmayalım; savaşa giden müminler, namazlarını kılar, dualarını yapar ve şehitlik mertebesine varmak ister, öyle değil mi?
Hacı Bayram camisine gittiğinizde dini kitap satan kitapçılar görürsünüz ve hepsinde de Cevşen satıldığını Görürsünüz. Yani Cevşen ve muska dediğimiz şeyler ticari birer araçtır! Tarikatlar ve cemaatler akçalı işleri pek seviyorlar vesselam!
c-) İslam’ın şartı beş mi?
İslam’ın beş şartına bir bakalım:
1-) Şehadet etmek.
2-) Namaz kılmak.
3-) Zekât vermek.
4-) Oruç tutmak.
5-) Hacca gitmek.
İslam’ın bu şartlarına kesinlikle itiraz edilemez. Ancak kamu malına el uzatmanın günah olduğu Kuran’da geçmiyor mu? Yalan söylemek, hırsızlık yapmak, iftira atmak, sebepsiz insan öldürmek, fitne-fesat peşinde koşmak vs. Kuran’da günah olarak geçmiyor mu? İslamın bu beş şartına bakıldığında Müslümanların diğer konularda “günah işleyebilirler” sonucu çıkmıyor mu? Oysa Yüce Allah’ın Kuran’da çok sayıda temel emri ve yasağı olduğu açık ayetlerle ortadadır. Bu konuda yıllarca araştırma yapan Prof Dr. Ali Gündüz’ın yazdığı “114 Kod Atlası” eserinde Yüce Allah’ın Hz. Muhammed’e dirkt olarak 114 emir ve yasakla seslendiğini tespit etmiştir. Başka ilahiyatçılarda Kuran’da mevcut olan 57 emir ve 56 yasağın listesini çıkarmıştır. Buradan soralım; İslam dini bu beş şarta mı bağlanmış? Diğer emir ve yasakları ne yapacağız? İslam’ın beş şartı diye ortaya konulan bu şartların sonraki dönem din âlimlerince ortaya atıldığı ve İslam’ı basitleştirmenin bir yolu olduğunu düşünüyorum. İslam’ın beş şartı olmadı, imanın altı şartı gibi İslam’ı sıradanlaştıran safsatalara inanmıyorum. Bu sebeple; İslam olmak için bu beş şart değil, Kuran’ın hükümlerini içselleştirmek ve yaşamak gerekiyor çünkü Kuran’da bu beş şart ve imanın altı esası zaten Kuran’da ayetlerle ortadadır. Kuran’dan cımbızlayıp “beş şart”, “altı esas” diye sıradanlaştırmak bana hiç mantıklı gelmiyor.
d-) Hadisler, dinin kaynağı olabilir mi?
Hadis dinciliği, kimi araştırmalara göre dört halife döneminden seksen yıl sonra, kimi araştırmalar da dört halife döneminden iki yüz yıl sonra ortaya çıktığını söylemiştir. Muaviye dönemini akla getirirsek şayet, yaklaşık seksen yıl sonra başladığını söyleyebiliriz. Zira Emevi döneminde saraylarda hadis odalarının açıldığı bilinir…
Soru ortada. Hadislere güvenilir mi? Nereden çıktı bu hadis dinciliği? Bu soruların cevabını arayıp bulmak için farklı ilahiyatçıların kitabını aldım ve okudum. Karşılaştırmalı olarak okuduğum kitaplarda çok çarpıcı bilgilere ulaştım. O bilgilerden bazıları şöyle:
“Benden Kuran haricinde hiçbir şey yazmayınız. Kim benden bir şey yazdıysa onu imha etsin”
Hz. Muhammed, kendi döneminde hadis yazılmasını yasaklamıştı. Neden yasakladığını soran sahabelerine verdiği cevap çok çarpıcıydı. Mealen şöyle söylemiştir: “Musa’nın dini de, İsa’nın dini de hadisler yüzünden yok oldular. Korkarım, Yüce Allah’ın huzuruna vardığımda benim sözlerim Kuran’ın önünde görünürse Yüce Allah’a nasıl hesap veririm.”
Hz. Ömer ile Resulullah arasında geçen bir diyalogda; Ömer, Allah Resulünden halkın doğru yoldan sapmamaları için kendisine bir şeyler söyleyip yazmasını istediğinde; “Allah’ın kitabı bize yeter” diye cevap vermiştir. Bir başka sözünde; “Kuran’dan başka hidayet kaynağı arayan sapıtmıştır.”, “size sıkıca sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız bir şey bırakıyorum; Allah’ın kitabı” diyerek hadis kapısını kapatıp, tek kaynağın Kuran olduğunu açıkça beyan etmiştir. Konuyla ilgili çok sayıda kaynak bulunmaktadır. Kaynak: Emre Dorman: Allah’a Öğretilen Din” kitabı.
Hadis olmadan dinin anlaşılamayacağını söyleyen bir takım tarikat mensubu kişilerle bu konuları konuşmuştum. Onların ileri sürdüğü tezlere göre Hz. Muhammed’in hadisleri ya-sakladığını doğruluyorlar ancak “şu sözü de söyledi” diyerek ekliyorlar. Hz. Peygambere isnad edilen iki tez var. Birine göre Hz. Peygamber demiş ki; “Kuran’ın tebliği tamam olduğunda hadislerimi yazabilirsiniz.” İkinci teze göre Hz. Peygamber demiş ki; “fitne ortadan kalktığında hadislerimi yazabilirsiniz.” Ben de bu zevata dedim ki; “insanoğlunun olduğu yerde fitnenin ortadan kalktığı bir dönem göster bana” Cevap veremedi. Benim bu tür insanlarla olan diyalogumu geçelim.
Ayetler ve Hz. Muhammed’in (sav) kesin emri ortadayken ve açık kaynaklarda insanlara ses verirken halen “hadisler olmadan din olmaz” demenin mantığını anlayamıyorum.
e-) Mezhepler dini temsil ediyor mu?
Mezhepleri konu alan kitapları okuduğumda; din adamlarının kendi zamanına, toplumun örfüne göre Kuran ayetlerini yorumladıklarını gördüm. “Dört hak mezhep” diye bilinen mezhep imamlarının farklı coğrafyalarda yaşadığı bilinen bir gerçektir. Bu sebepten do-layı her mezhep âliminin yorumları birbiriyle çelişiyor. Bu çelişkiyi normal görmek gerekir.
Şunu da belirtelim ki; hiçbir mezhep imamı kendi adını taşıyan bir mezhep kurmamıştır. Bu mezhepleri öğrencileri kurup, kendi âlimlerinin ismini “hürmeten” vermişlerdir. Bu açık bilgiler ışığında şu sonuca ulaşıyorum. İslam, çelişki ve şaibe götürmez. Bu noktadan bakıldığında gerek hadislerde, gerek mezheplerde ve alt türevleri olan tarikat ve cemaatlerde bol miktarda çelişki ve şaibe görüyorum. Ancak Kuran’da 114 Temel emir ve yasaklara baktığımda aklımı karıştıracak ayetler olmadığını görüyorum. Çünkü bu ayetler tamamen acık yani muhkem ayetlerdir. Bu nedenle ben, Kuran’ın bizlere sunduğu bu açık ayetlere uyarak yaşamak için ne mezhebe, ne tarikata ve cemaate ihtiyaç duymuyorum. Bu temel emir ve yasakları merak edenler açık kaynaklardan ve kitaplardan araştırabilirler.
f-) Sünnetsiz Müslüman olunamaz mı?
Sünnet olmak Kuran’da geçmiyor. Allah’ın elçisi de Müslüman olan gayri Müslümlerden sünnet olmalarını şart koşmamıştır. Buna dair okuduğum kitaplarda bir bilgi görmedim. Ömer bin Abdülaziz, Müslüman olmak isteyenlerin sünnet olmalarını talep eden bir yakınına şöyle söylediği rivayet edilir: “Allah’ın elçisi sünnetçi olarak gönderilmedi”
Şunu ifade edelim ki; Yahudiler de Müslümanlar gibi sünnet olurlar. Sünnetli olma durumu kimi rivayete göre peygamberler sünnetli doğmuştur. Avrupa’da da sünnet olan Hristiyan-lar vardır. Onlar, sağlık açısından sünnet olmaktadırlar. Müslümanlar ise İslam’ın bir emri gibi algılayıp sünnet olmaktadır.
YORUMLAR
insanın zihni, bir kutunun içine hapsedildiğinde dahi sonsuzlukla buluşur. kim bilir, belki de en derin hakikatler, dar bir çerçevenin ötesinde aranır. ancak bu yolculuk, akıl ve vicdanın rehberliğinde olmalıdır; zira yoldan çıkan, bilginin kendisi değil, onu anlamaktan yoksun kalandır.
düşünmenin ve sorgulamanın güzelliği, insana kazandırdığı olgunlukta yatar. her bir soru, insanın vicdanında yankı bulan bir cevaba gebedir. fakat, bazen insanlar tek bir yolun doğru olduğuna inanır, başka yollara bakmaktan korkarlar. oysa bilgi, akıl ve inanç, birbirine sıkı sıkıya bağlı olmalıdır; aksi takdirde insanın ruhu daralır, ufku kapanır.
selamlar…