SENGİSİZ
SENGİSİZ
Bir zamanlar küçük bir kasabada, Ali adında bir adam yaşardı. Dışarıdan bakıldığında sessiz, içine kapanık biri gibi görünürdü. Kasabanın sokaklarında ağır adımlarla yürür, insanlara pek karışmazdı. Fakat kimse onun iç dünyasında neler yaşadığını bilmezdi. Görünüşünün ardında, zihninde kopan fırtınalar ve yıkılmış hayaller saklıydı. İçindeki duvarlar çoktan çökmüş, zindanlar ufak ufak yıkıntılarla dolup taşmıştı. Kendi içinde savaşan, ruhunu sarıp sarmalayan hüzünle baş başaydı Ali ; zaman zaman kendi iç dünyasını tamir etmekle meşguldü.
Gençliğinde büyük bir aşk yaşamıştı. Adı Ayla’ydı sevdiği kızın. O güne kadar hiçbir şeyin anlamı yokmuş gibi gelirdi ona, ta ki Ayla’nın gözlerinde dünyayı yeniden keşfedene kadar. Yüzüne vurduğunda o ışık, hayatı değişmişti. Her şeyini bu aşka adamıştı, fakat zaman içinde aşk yerini ağır yaralara bırakmıştı. Ayla, başka bir şehre gitmiş, arkasında yalnızca kırık bir kalp bırakmıştı. Ali, o günden beri ne tam anlamıyla sevmiş ne de başkasına kalbini açabilmişti. Kırılan bir aynanın parçalarını tekrar birleştirmek gibiydi onun için hayat. Ne kadar çabalasa da hep bir parça eksik kalıyordu.
Gece olunca, odasında sessizce oturur, düşünceleriyle baş başa kalırdı. İçinde bir yerlerde, hayatını kuşatan hüzne rağmen bir umut kırıntısı saklıydı. Bu umut, gökyüzünde parlayan küçük bir yıldız gibi ona göz kırpardı, fakat yıldız bile bazen kaybolur, sanki karanlıklar her şeyin üstünü örterdi. Geçmişin anıları onu yakalamak için peşine düşer, her adımında arkasından gelirdi. Kendi kendine düşünür, "Eğer bilseydim, kalbimi böyle kırıklıklarla doldurmazdım," derdi. Her biri, yüreğinde ağır bir yük gibi duran bu kırık "canlar", sanki taşsız, temelsiz bir duvarın harcını oluşturuyordu.
Bir gün, kasabanın sokaklarında dolaşırken bir kasımpatı tarlasının yanından geçti. Çiçekler, donmuş yapraklarıyla rüzgara direnirken, Ali bir an için kendi içindeki soğuğu hissetti. Kasımpatıların solmuş yaprakları ona kendi ruhunun matlaşmış yanlarını hatırlattı. İçinden bir şeyler dökülür gibi oldu, "Zemheride yanmak," dedi kendi kendine, "tıpkı bu kasımpatılar gibi…"
Ali, hayatta her zaman bir sınırda olduğunu hissederdi. Tutunmaya çalıştığı her şey elinden kayıp giderdi, tıpkı suyun avuçlardan sızması gibi. Bir sabah uyandığında ellerini kesilmiş gibi hissederdi; başka bir günse, bir alerji gibi içinde küflenmiş duygulara boğulurdu. Yeşilin en güzel tonları bile ona artık küflenmiş, çirkin, bozuk görünürdü.
Günler geçtikçe, Alinin içinde biriktirdiği kurtlanmış anılar, ceviz kabuğunda çürümeye yüz tutmuş hayaller gibiydi. Ne kadar çabalarsa çabalasın, geçmişin izlerinden kaçamıyordu. Onu en çok yaralayan şeyse, bu kırık hayallerin içindeki tılsımın, yarınlara hiçbir zaman taşınamamış olmasıydı. Sokak lambası altında toplanan kelebekler gibi kısa ömürlü, bir cemrenin ardından gelmeyen bir bahar gibiydi her şey. Yarım kalmış aşklar, sokakların sonuna hapsedilmişti; asla tam olamayacak, eksik kalmaya mahkum.
Ali’nin hayatında bir kale vardı; bu kale, onun en sağlam görünen yanını temsil ediyordu, ama kale de yıkılmaya yüz tutmuştu. Duvarları delik deşik, içeriye sızan acılarla doluydu. Zindanlarında vurulmuş, aşkın zincirlerine bağlı bir mahkum gibiydi o. Kendi hisarının içinde yabancı bir bayrak dalgalanıyordu; işgal altındaydı, ama teslim olmuyordu.
Bir gece, Ali gökyüzüne baktığında bir yıldızın ışığı gözlerine vurdu. İçinde, çok derinlerde bir umut belirdi. "Ey gök kırıntısı!" dedi sessizce, "Geceme düşen bu ışıkla umudumun parıltısını mı getiriyorsun bana?" Belki de bu ışık ona geçit sunuyordu, geçmişin ağır yüklerini geride bırakması için bir fırsat veriyordu. Ama o biliyordu ki, sabah olduğunda güneş yine aldatıcı ışığıyla doğacaktı. Güneş her şeyi aydınlatırdı, ama hiçbir şeyi değiştirmezdi.
Ali, yüz ömür boyunca sürecekmiş gibi gelen bu acıdan kurtulmak istiyordu. "Eğer altın değil de aşk bekleseydin gönlümden," dedi kendi kendine, "görmeden de verirdim yüreğimi." Ama biliyordu ki, aşk sadece zahirde yaşanan bir yüzsüzlükten ibaret kalmıştı. Artık kendini ona verecek bir yürek bulamıyordu.
Ve böylece, Ali’nin hikayesi, umutla hüzün arasında sıkışmış bir ruhun çığlığı olarak kaldı. Ne geçmişi silebildi, ne de geleceğe umutla bakabildi. Sadece, hayatın ona sunduğu "sengisiz" bir yolda yürümeye devam etti, her adımında bir parça daha eksilerek.
...
---Sengisizliğimi soruyorsan, bensizliğime danış;
Duruyorsa kırıntısı bir yerlerde, o zaman kendinle yeniden tanış!---
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.