- 467 Okunma
- 10 Yorum
- 10 Beğeni
İnsanın Varolabilme Sancısı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
**Yaşarken İnsan’ın Varolabilme Sancısı**
İnsan varoluşsal bir arayışın içinde sürekli olarak kendini sorgulayan bir varlıktır. Yaşamın anlamı, bireyin kendi kimliğini bulma ve varoluşsal boşluğu doldurma çabası, tarih boyunca felsefi, psikolojik ve dini düşüncelerin merkezinde yer almıştır. Bu çaba, insanların varolabilme sancısının temelini oluşturur.
Varolabilme sancısı, bireyin yaşamını anlamlandırma, kendini tanıma ve kimlik geliştirme sürecinde karşılaştığı zorlukları ifade eder. Her insan, yaşamının anlamını bulmak ve bu anlam doğrultusunda bir kimlik oluşturmak için çaba sarf eder. Ancak, bu süreç, bireyler için genellikle karmaşık ve sancılıdır. Varoluşsal sorgulamalar, belirsizlikler ve içsel çatışmalar, bu sancının temel nedenlerindendir.
Felsefi açıdan bakıldığında, varoluşsal sancının kaynağı, bireyin kendi varlığının geçiciliğini ve yaşamın belirsizliğini kabul etmesidir. Ünlü varoluşçu filozoflardan Jean-Paul Sartre, insanın “öz”ü oluşturacak bir doğaya sahip olmadığını ve varoluşun, özün öncesinde geldiğini öne sürer. Bu, bireyin kendi yaşamının anlamını ve amacını kendisinin yaratması gerektiği anlamına gelir. Bu sorumluluk, birçok kişi için büyük bir yük olabilir ve varoluşsal anksiyete yaratabilir.
Psikolojik açıdan ele alındığında, varolabilme sancısı, bireylerin kendilerini değerli ve anlamlı hissetme arayışından kaynaklanır. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisi, bireylerin temel ihtiyaçlarının ötesine geçerek kendilerini gerçekleştirme arayışına girmelerini öngörür. Ancak, bu sürecin karmaşıklığı ve bilinmezliği, varoluşsal kaygılara yol açar. Kişisel hedefler ve anlam arayışı, bireyin içsel çatışmalar yaşamasına neden olabilir.
Dini perspektiften bakıldığında ise, varoluşsal sancı, bireylerin yaşamın anlamını tanrı veya yüksek bir güç ile ilişkilendirme çabasından doğar. Birçok din, yaşamın amacını ve varoluşsal soruları çözmeye yönelik çeşitli öğretiler sunar. Bu öğretiler, bireylerin varoluşsal sancılarını hafifletebilir ancak bazı bireyler bu cevapların tatmin edici olup olmadığını sorgulayabilir.
Sonuç olarak, insanın varolabilme sancısı, bireyin yaşamını anlamlandırma ve kendini bulma çabasının bir yansımasıdır. Bu sancı, felsefi, psikolojik ve dini açılardan ele alındığında, insanın temel bir özelliği olarak karşımıza çıkar. Bu sancının üstesinden gelme süreci, bireyin kendini anlaması ve varoluşsal huzur bulması açısından kritik öneme sahiptir.
YORUMLAR
her insanın içinde o derin arayış, tıpkı sessiz bir çölün ortasında rüzgarın iz bırakması gibidir; görünmeyen bir elin ruhu şekillendirme çabasıdır. varlık, her ne kadar anlamın peşinde koşan bir gölge gibi görünse de, gerçekte insanın kendi özünü bulma yolculuğudur. bu yolculuk, tıpkı masmavi bir denizin sonsuz ufkunda kaybolan bir gemi gibidir; nerede başladığı belli olsa da nereye varacağı bilinmez. insan, bu sonsuz denizde yüzdükçe, içsel huzura ya da daha derin bir boşluğa yaklaşır.
bir damla suyun, çölde kaybolan yolcuyu kurtarabileceği gibi, bir anlık farkındalık da insanın varoluşunu aydınlatabilir. ama o damlayı bulmak, o farkındalığı yaşamak, her birey için farklı bir mücadeledir. belki de bu mücadele, insanın ilahi olanı arama arzusuyla körüklenir; varoluşun anlamını bulma sancısı, zaman zaman göklerden gelen bir vahiy gibi belirir. lakin insanın özünü keşfetme çabası, bulutların ardındaki güneşi aramaktan öteye gitmez bazen. belirsizlik, tıpkı bir aşkın naif beklentisi gibi, insanı sabırla bekletir.
SadeceGökyüzü
SadeceGökyüzü
SadeceGökyüzü
Sartre, bulunduğu çağın duygu ve düşünce biçimi olan (zeitgeist) varoluşçuluktan etkilendiğini görüyoruz. Yaşadığı dönem II. Dünya Savaşının geçtiği yıllar. Savaşa katılıyor ve ayrıca esir düşüyor... Bir yandan üretimin arttığı kapitalist sistemin tüm dünyayı sardığı ve insanların baskı altına alan bir dünyada özgürlükçü bir varoluş akımın doğması normal bir döngüdür. Bu oluşum 1968 gençlik hareketlerini tetikleyecektir...
Asıl burada üstünde durulması gereken nokta ise Sarte varlığı görünen hissedilen olarak tanımlaması. Bu bakıç açısı ile kaderciliğe karşı çıkıyor. Ve dediğiniz gibi varoluşun özden önce geldiğini savunur. Varlık düşüncesine farklı açıdan bakan filozoflarda mevcut. Örneğin, Parmenides'de tam tersini söyler.
Var oluş sancısının düşünen insanlrada ölümün varlığını kabullenmekle başladığını düşünürüm.
SadeceGökyüzü
Arıkann
3.)Dini aşamadan oluşur.Kierkegaard böylece hakikat özneldir diyerek özgürlüğü ve birey olmanın anlamaına odaklanmíştır.
Filozof varoluşsal meSeleleri din ile ilişkili açıklamıştır.Örneğin ona göre kutsal ile iletişimde halinde olan bireyler '' umutsuzluğa" düşmesi zordur .Fakat filozof dinde şüpheye önem vermiştir.Çünkü şüphesiz inanç ona göre tözden yoksundur.
Ona göre ölüm hayata anlam katmaktadır.Çünkü az zmaanda çok şey yapma ve daha dikkatli yapma fikrni tetikler.
ayrıca Hegel' in ve Marx' ın tarihsellik anlayışına karşıdır.
Saygılarımla..
Umay Alkım
İnsanoğlu var olduğu günden itibaren,
hep hayatta kalma mücadelesi vermiştir. Lakin bazen asıl gaye-i hayatını unutmaktadır.
Bizler bu dünyaya ne için geldik?,
neden ve nasıl geldik?
Ve gayemiz nedir?
Bu sorulara cevap verebiliyorsak varoluş sebebimizi bulmuşuz demektir.
Siz varoluş sebebimizi genel itibariyle biraz felsefi yönden eke almışsınız.
Aslında insanoğlunun varoluş sebebi
Yüce Yaratıcının bizlere yüklediği vazife ve misyondur diye düşünüyorum.
Selam ve saygılarımla
SadeceGökyüzü
CaNMaYBuL
Seni 3 yıl oldu hayatımdan çıkaralı…
Ne işim olur seninlee
CaNMaYBuL
Seni 3 yıl oldu hayatımdan çıkaralı…
Ne işim olur seninlee
CaNMaYBuL
Seni 3 yıl oldu hayatımdan çıkaralı…
Ne işim olur seninlee