- 619 Okunma
- 7 Yorum
- 12 Beğeni
İTALYAN TV BONMARŞESİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Haber programlarının gözde sunucusu Fanetta Gisella haber kuşağı sonrası yeni programını şu sözlerle açıyordu.
"Sanki herkes her şeyi biliyor ama hiç kimse konuşmuyor "
Kahvede oyunlarına devam eden köylüler,
"- Abi öldürmüş olmalı
- kesinlikle abi zaten uyuşturucu müptelasıymış
- Katil kesinlikle amca olmalı baba evde yokken amcanın ne işi vardı orda?
- Katil kesinlikle amca!
- Minik yavrucak kesinlikle amcayla anneyi uygunsuz vaziyette görmüş olmalı "
BON MARCHE
Bu İtalyan kasabası vergilerini İtalyan hükümetine ödüyor ama Fransız sadakatini unutmuş değil
2. Jacques Cathelineau isyanı çok kanlı bastırılmış görünen kasabaya bakılırsa etkilide olmuştu.
İsyanın etkileri ne kadar heyecanlı olmuş olsa da bastıran travmada o kadar kalıcı etkiler doğurmuştu
Kasabanın doğasında herkesi çifteleyen bir sosyolojik ortam vukuu bulmuştu. Herkes evvela kasabanın yerlisi Fransız sonra hükümetin mükellefi İtalyan oluyordu.
Kasabanın başkanı bu ikiliğin flu kesişim noktasını oluşturur o kimi zaman sığınılacak devlet otoritesi kimi zaman korkulacak hükümet ajanıydı.
Bu durumun ilk isyandan ve arda sıra gelen acılarının ve streslerininin tezahürü devam eden başka bir travması vardı.
2. Jacques Cathelineau isyanı, ayrılıkçı jack commensal puarte örgütünü de filizlendirecek bir zakkum oluvermişti.
Kasabanın yüzyıllık yalnızlık ve yüzyıllık sadakat öyküsü feodal zihniyetiyle merkeze bağlılığını, her fırsatta ispatlama ihtiyacı duyan diğer taraftan ayrılıkçı milliyetçilerin hain yargılarına da bedeller ve fidyeler ödeyerek sandığınız kadar size uzak değiliz mesajıyla bugünlere geldi.
İşler her zaman planladığı gibi gitmez!
Başkan Silvian Sargent Marche çocukluk hatıralarından, büyük babasının İl Duce büyük İtalyan çıkarması esnasında 1902 de Trablusgarp çatışmaları esnasında Türk komutan Cemal paşadan duyduğunu söylediği sözlerini anımsadı. “ Evdeki hesap çarşıya uymaz”
Silvian Sargent Marche büyük büyük dedesinden kalan mirası layıkıyla yerine getirme gayretinde gündüzleri ata topraklarını var gücüyle işler, yanında yer alan ziraat işçilerinin iaşelerini temin ederken diğer taraftan hükümetin kasabayla ilgili tasarruflarını icra etmektedir.
Başkanın görevleri bilinen haliyle bu kadardır ama diğer taraftan JCP militanlarının da yıllık vergilerini ödemesi ve olası gazaplarını kasabanın üstünden uzak tutmak için bazen bir koç yiğit bazen bir fidan kızı hatta henüz buluğa etmemiş evlatlarını örgüte göndermek zorundaydı.
Esasında örgüt beynelmilel bir güç haline gelmiş taraftar bulmakta pek zorluk çekmiyordu fakat para hiçbir zaman vazgeçilecek bir ganimet olamazdı.
Sargent Marche çifçi ailesi olmanın geleneğini her yönüyle ele veren bir ailedeydi tam dokuz erkek kardeşlerdi.
Ailede her şey büyük baba o yoksa en büyük abinin önderliğinde aile meclisinde alınan kararlar ile yürütülürdü. Silvian’ın önderliğine altı kardeş itaat ederken diğer üç kardeş onlardan ayrılmıştı. Üç kardeş kendilerini kasabanın içinde tamamen ziraate vermişlerdi. Fakat Silvian Sargent ve kardeşleri ziraat yanında başka işlerde keşfetti kimisi duvar ustası kimi demirci ustası kimi manav işletmesi açarak esnaflığı seçmiş ve bu kalabalık aile civar İtalyan şehirlerine dağılmıştı.
Bir hasat mevsiminin daha sonu yaklaşıyordu yaz boyu toplanan ürünün vergisi verilecek diğer taraftan JCP ye de fidye bedeli gönderilecekti. Fakat bu yaz diğer yazlardan kurak geçmiş beklenen verim alınmamıştı. Büyük dede Bon Marche’dan kalan büyük arazi aile bölünmesi esnasında her kardeşe yüz otuz yüz kırk dönüm kadar düşecek küçük parçalara ayrılmıştı. Vergi tamamdı ama fidye için gereken para yetmiyordu. Henüz bölüşümü yapılmamış olan son arazi satılmış kardeş başına ikiyüzbin liret para düşmüştü. Nihai bedel ise bu miktarın yaklaşık on iki katı kadardı. Büyük abi Silvian kasabanın başkanıydı fakat onun bir küçüğü Aref Marche JCP ile kasabanın müzakerelerini yöneten bir nevi gölge başkandı. Aron Marche rençberlik eder civar şehirlerede pamuk mısır vb ürünlerin satışına giderdi. Aron’un altı çocuğu vardı büyüklerinin kimisi evlenmiş kasabada kendi ailesini kurmuştu henüz askerliğini yapmamış hayırsız oğlu ise uyuşturucu batağındaydı ve her haliyle başına bir dert açmasından endişe ederdi. Tüm bunların yanında en küçük ve en sevimli olan çocuğu ise Carine Marche onun sevdiği çocuğuydu ve bunu herkes bilirdi. Carine henüz sekiz yaşında kara gözleri siyah üzüm gibi parlıyor yasından beklenmeyen bir olgunlukla kilisenin pazar ayinlerini kimi zaman yalnız gitmek durumunda olsa bile hiç kaçırmıyordu.
Cuma günü Aref Marche ve kardeşleri kasabadan ayrılarak örgütün istediği haracı banka havalelerine takılmadan nakit temin için kasabadan civar şehirlere dağılmışlardı. Büyük abi başkan Silvian Sargent Marche ise sabahtan böceklenmiş pamuk tarlalarının ilaçlanması için çağırdığı Norice Masonla arazide buluşmuştu. Kısa süren ziyaretin ardından Nourice Mason ellerini Silvian Sargent Marche’ın omuzlarına kayarak kulağına o sırada karşı yamaçta gezinen on beş yaşlarındaki yeğeni Ramon’u fısıldadı ve vaktin daraldığını söyleyerek oradan ayrılmıştı.
Minik Carine pazar ayini sonrası göğsüne bastırdığı kokulu katolik tesbihiyle inancını tazeliyor ve koşar adım evine gidiyordu. Güneş öğle sonrasında iyice alçalmış gün batımına birkaç saat kalmıştı. Aref Marche’un serseri ve bağımlı oğlu Darcy Marche bu sıralarda babasının yola çıkmak üzere olduğunu fakat istenen parayı toplayamadığını öğrenmiş amcasını tehdit eden Nourice’in evine problemi kendince çözmeye gitmişti Nouris’in karısını ya da kızını esir alcak örgütün istediği haraç için biraz zaman kazanacaktı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymamıştır. Nourice’in karısı henüz on yedi yaşındaki bu kuvvetli ama aklızayıf delikanlıyla şiddetli bir mücadeleye girecek onun gözlerini morartıp kollarından ısırarak etkisiz hale getirmiş fakat yaralı vaziyette evden kaçmasına engel olamamıştır.
Gururu ezilmiş darbe yemiş bu bağımlı zayıf akıllı genç Darcy Marche eve girdiği esnada Anne Medeline Marche’ın yüksek soluklu aşağılamalarıyla beceriksizliğinden bir kez daha pişman olmuş strese girmişti. Susmak bilmeyen annesine karşı kendisini savunamıyor, tahammülü giderek güçleşiyordu. Sonunda annesini susturmak üzere üzerine atılmış; bir eliyle ağzını sıkı sıkı kapatmaya çalışırken diğer eliyle de açık kalan kapıyı örtmek üzere hamlede bulunmuştu. Tam bu sırada eve girmek üzere olan Carine Marche büyük karanlık bir kötülüğün annesine iliştiğini görür. Dehşetin heyecanıyla, zaten cok defalar sorunlar çıkartan akılsız abisinin kollarında çırpınan anneyi kurtarmak için küçücük bedeniyle atılır ve abisinin bir süredir kanayan - annesinin ısırdığını düşündüğü -kolundan bir ısırıkla onu durdurmaya çalışır. Fakat bir elinde annesi diğer kolunda kardeşiyle baş edemeyen akılsız abi Darcy Marche küçük Carine’in ısırdığı kolunu bırakması için ne kadar savursa da durduramaz. Carine’in ağzını açması için diğer elini anneden bırakır ve küçük çocuğun zarif boynuna sarılan kirli karanlık nasırlı elleri yavrucak boynuna yapışır fakat bu narin beden bu baskıya dayanamaz baygın bir vaziyetle yere yığılır. Akılsız Darcy kardeşini öldürdüğü korkusuyla iyice çılgına döner diğer tarafta ise feodal kökenlerinde acıyı, nefreti, beceriyi ve aile gururunu hepsini bir arada düşünen anne kendini Darcyden daha çabuk toparlar ve hiç olmadık yerlere varan krizin çözümü için amca Silvian Sargent Marche arar ve durumu haber verir. Tüm bu olan biten arasında amcanın yanından ayrılan Nourice Mason evine gelmiş ve olan biten karşısında haraç için beklediği süre henüz dolmamasına rağmen parayı getirecek Aref Marche ve kardeşlerini beklemeden doğruca Aref’in evine gitmeye hem karısına saldırının hesabını sormaya hem de örgütün beklediği bedeli Darcy’i ya da ailenin bir başka çocuğunu esir alarak ödemeye karar vermiştir.
Amca çok kısa sürede eve gelmiş olan bitenler sonrasında bir kaç görüşme yapmış duruma çare aramaktadır. Yerde yatan minik yeğeni Carine’in baygın vücuduna bakarken Nourice birazdan karşılarına çıkması halinde ne yapacağını düşünüyordu. Para gelmemişti, Aref henüz ortalarda yoktu. Amca ailenin komple bir katliama uğramasından arazilerinin tamamen yakılmasındansa yeğeni Darcy i rehin vermeyi düşündü fakat bu düşünceden hızla uzaklaştı zira Darcy’nin teslimi kuşkusuz onun göz göre göre katledilmesi demekti. Tam o sırada Nourice’in arabasının sesi duyuldu ve cok kısa bir süre sonra ise vitesi boşa alan aracın el freni gıcırtısı duyuldu. Amca daha fazla düşünmek istemedi o an aklına gelen en mantıklı çözümü baygın ve asla katliama ugramayacağını düşündüğü minik Carine baygın vaziyette battaniye ile Nouricein arabasına yerleştirdi.
Aradan geçen bir kaç hafta içinde uzak köylerde JCP militanlarının su altında ki mağaralarda cesetlerinin kadavra köpekleriyle dahi bulunamadığını konuşan köylüler akşam haberlerinde bir süre önce kaybolan minik Carine Marche’in bedenine ulaşıldığını amca Silvian Sargent Marche ve abisi Darcy Marche’ın italyan kolluk kuvevetlerince göz altına alındığını izlediler.
Kahvede oyunlarına devam eden köylüler,
- Abi öldürmüş olmalı
- kesinlikle abi zaten uyuşturucu müptelasıymış
- Katil kesinlikle amca olmalı baba evde yokken amcanın ne işi vardı orda?
- Katil kesinlikle amca!
- Minik yavrucak kesinlikle amcayla anneyi uygunsuz vaziyette görmüş olmalı
...
TV ışıkları, Tv çadırları, emekli polisler, detektifler hatta kuvvet komutanları ve bir sürü italyan gazeteci ve televizyoncusu 91 adet numuneyi, diş izlerini tarla fiyatlarını köye gelen Aref’in ısrarla Nourice işaret ederken abisi Silvian Sargent Marche için sessiz kalmasını konuşuyorlar diğer taraftan bu Fransız kasabasında ki omerta sessizliğine anlam arıyorlardı.
YORUMLAR
Minicik bir beden üzerinden vahşetlerine , siyasetlerine, adiliklerine masallar reytingler ekliyorlar.
Lanet olsun!
Herkes anne baba olmasın, vatandaş olmasın!
Aynı havayı solumak bile zûl.
Aidiyeti olmayan milletler çürür ahlakı yozlaşır.
Küçücük çocuk ya, insan Allah rahmet eylesin demeye utanıyor.
Son paragrafta omerta yasasını okuyunca şeytanlara; Yüce İsa adına sessiz olun ve oraları sonsuza dek terk edin! diye bağırmak geldi içimden keza şeytanlar gitmeden hiçbiri konuşacağa benzemiyor.
Ayrıca İtalya, Fransa derken siz, bir baktım kırmızı bir pazartesi gününde Kolombiya'nın sakin bir kasabasındayım. Hakikâten iyi pazar, iyi anlaşma ve "ne ararsan var içinde" ironisini öyle ustaca işlemişsiniz ki tam bon marche!
Sayısız lokasyonda ve binlerce kilometre uzakta olmamıza rağmen bonmarşenin o ucuz, o bulaşıcı enerji(!) ve etkisini hâlâ iliklerimize kadar hissediyoruz.
Çokça tebriğimle.
tanrı, bazen sessizliğin en ağır yükünü taşır; ne dualarda ne de isyanlarda karşılık bulur. insan, onu en derin acısında arar, ama belki de en derin sessizlikte kaybolmuştur o. çünkü tanrı, yakıcı bir sorudur; cevabı ise hiçbir dilde bulunamaz.
gerekçe….
boşlukta asılı duran, sonsuz bir karanlığın içinde unutulmuş bir yer var. galaksilerin kıyısında, yıldızların ışığına en uzak mesafede; öyle bir yer ki, varlığı sadece belirsizliklerin ortasında sürüyor. ne haritalarda işaretlenmiş ne de kimsenin yolunun düşeceği bir nokta. yıldızlar ona dokunamıyor, gezegenler onu fark edemiyor. bu yer, sessizliğin evrenin en derin boşluklarında dolaştığı bir yer.
burada, zaman bile kendi yolunu şaşırmış. saniyeler birbirine dolanıyor, geçmiş ve gelecek tek bir çizgi haline gelmiş. hiçbir şey olmuyor, ama her şey birikiyor. var olan her şeyin görünmez olduğu bu yerde, kimsenin kimseye anlatmadığı hikayeler var. bu hikayeler, galaksilerin arasındaki ince boşlukta duyulan gölgeler gibi, görünmez, ama hissedilir. belki de bu yerin sakinleri, zamanın dışında yaşamayı öğrenmişler. çünkü burada ne bir başlangıç var ne de bir son.
belirsiz bir sınırda, o sessiz ve terk edilmiş yerde yaşayan varlıklar, birbirlerine bakmadan duruyorlar. birbirlerinden bir şeyler saklıyorlar ama bu sırlar, ağır bir yük değil. belki de evrenin sonsuz boşluğunda yaşamanın getirdiği bir alışkanlık bu: sırlar, onları birbirine yaklaştırmaktan çok, daha uzak tutuyor. belki de bu yüzden, kimse konuşmuyor. çünkü konuşmak, o ağır boşlukta daha fazla ağırlık yaratır. ve onlar, zaten ağırlıkların arasında kaybolmuş durumda.
boşluğun ortasında, uzayın sessizliğinde, kimin dost kimin düşman olduğu bile bilinmez. bir gezegenin karanlık tarafında mı yoksa bir yıldızın ölmek üzere olan ışığının gölgesinde mi oldukları da meçhul. bu varlıklar için önemli olan tek şey, o sonsuz sessizlikte kaybolmamaktır. ama sessizliğin içinde, kaybolmak da kaçınılmazdır.
işte böyle bir yer. sonsuz karanlıkta, yıldızların asla ulaşamayacağı bir köşede, sessizliğiyle bilinen bir nokta. kimse bilmez, kimse hatırlamaz, ama orada bir yerde var. ve o varlıklar, belki de yalnızca sessizliğin içinde birbirlerini ararlar.
vebenzeri vesair mi diyoruz yani? o kadar çok medyada gözüktü ki ilgili konu, haberin içeriğini okumasam da manşetlerden konunun ne olduğunu anlayacak veya gazete veya tvlerin veya devlet yönlendirmesinin veya para ile atılan veya attırılacak manşetlerin veya çıkar çatışması içindeki bireyden aileden toplumsal yapılara veya çıkar ilişkilerinin veya öyle ya da böyle kendi düşüncesini veya inancını aklamaya çalışan yorumların, anekdotların ve hikayelerin nasıl hareket edeceğini görebilirdim. Lakin gerçeğin ortaya çıktı noktadaki püf noktasını asla çözemezdim.
vebenzeri vesair mi diyoruz yani? örneklendirme yapıyoruz geçmişle bugün arasında veya bugün olacakla yarın olabilecekler konusunda oran orantı, olasılık hesabı mı kuracağız.
bir tarafta gazete ve tv köpekleri pardon sokak köpeklerini korumak isteyen hayvanseverler diğer tarafta bir yakını sokak köpeklerinin saldırısı sonucu ölmüş veya çok kötü yaralanmış kimseler aileler veya toplumun bir kesimi mi yani..
mançurya kelimesini ilk okuduğumdan beri nedense sevdim, genellikle doğu asya, konumsal olarak biraz kuzeyde sanırım. tam olarak neresi olduğunu bilmem. lakin oraya hakim olanın asyaya hakim olacağını da okumuş olabilirim veya isimleri yani bölgeleri karıştırıyor olabilirim.
bir heves uğruna yola düşüyordu 15 yaşındaki genç, asker olacaktı akıncı olacaktı, verecek alacaktı kefereye... aradan geçen yıllar içinde niçe köy bastı, tapınak yaktı, nice köle kul edindi, silahşörlüğünü de geliştirdi, artık üstad oldu, gökteki kuşu gözbebeğinden vuracak kadar iyi okcuydu, sultanın korumalığına da kadar yükseldi. yine bir dönem sefer var dediler, sefere çıktı, anlı şanlı ünvanlarıyla, kahramanlıklarıyla, iki ordu bir ovada veya bir vadide veya yamaçta karşılaştı, toz göğe yükseldi, kan toprağı bunalttı, inildemeler, haykırışlar, nidalar, kiminin kolu gitmişti kiminin kellesi kiminin göğsünden bir mızrak girmişti, kiminin kafası parçalanmış, kiminin kemikleri at nallarının altında un ufak olmuştu... kahramanımız da bir gece mücadelesinden zar zor hayatta kalmış, yarı canlı halde bir bataklıkta kimsesiz kalmıştı, dayandı, pes etmedi, nehri buldu,, nehri takip etti... bir şekilde hayatta kaldı... 3 yıl sonra başehre döndüğünde sultan da değişmişti vezirlerde... kaydı ölü olarak geçmişti defterlere, lakin hayatta kalmayı başarmıştı..
tüm bu değişiklikler ve yaşadığı 3 yıllık yalnızlık ve hayatta kalma mücadelesinden sonra döndüğünde ne için kim için neden savaştığını anlamlandıramadı, çekti gitti kendi yoluna...
kıpçak bozkırlarında seyahat eden büyükelçi, bir ağaca asılı 5 erkek 4 kadın yaşları 10 ile 20 arasında değişen 8 çocuk, mızraklara geçirilmiş 3 de bebek gördü.
50 dakikalık mesafeyi 40 dakikada alabilmek için gaza basıyordu virajlara sert giriyor, düz yollarda gazı köklüyor vitesi de küçültüyordu, 41 dakikada ulaşabildi varacağı yere,... belki varamayabilirdi de, günümüz karşılatırmalarını düşününce ortalama 60-100 kiloluk et ve kemik yığını ortalama 1000-1500 kiloluk araçları kontrol ediyorlardı, iki araç çarpışabilirdi o yolda, her iki araçtan da yüzde 70 ölüm yüzde 30 yaralanma meydana çıkabilirdi...
bahsettiğin veya geniş pencereden örneklendirdiğin konuyu neden aylar sonra yani uzun bir süredir yazmıyorken, bu konuyu klavyene doladığını anlıyor muyum, sanmam...
zaten kimseyi anlamakla uğraşmıyorum epeydir... peki anlıyor muyum? anlatabiliyor muyum, o da şüpheli..
lakin iyiliğini diliyorum daim nesildaşım. çekip git sende kendi yolunda, iyilikler çıksın karşına... iyi insan arama.. kimi olur kötüler de iyilik yapabilir ve o da senin şansına karşına çıkıverir, yoldan bahsettik ya olmayacak yerde tekerin patladı ve istepne de yok, gecenin bir yarısı, telefon da çekmiyor mu, bir arabada üç ayyaş çıktı karşına, uyuşturucu kaçakcılığı da yapmışlardı, insan kaçakcılığı da, lakin o gün senin tekerini değiştirdiler veya şişirdiler... veya arabalarındaki telsizden bir şekilde çekiciye ulaştılar ve konumunu verdiler, veya lastikçi buldular sana...
seçemediklerimiz var, aile, anne baba, kardeş köy şehir veya ülke veya kıta veya galaksi. seçemediklerimiz var... o yüzden seçmeyi bırakmak ve kendi yolunda çekip gitmek midir yolculuğun kendisi. başlamak senin elinde değil de bitirmek biraz insan elinde veya öyle bir nokta gelir ki, insansın duygular hayaller okudukların seyrettiklerin şimşek hızıyla gözünün önünden geçer, lakin o an sen seçemiyorsundur, senin yerine bir başkası seçmesi lazım...
seçimlerin ve senin yerine seçim yapanların hep iyi olsun nesildaşım...
bugün sokakta bir evin önün önünde çay içiliyordu, malum konu açılmıştı, biraz onlardan buldum yazıda... tvlerde ne gösteriyorsa insanlar onları doluyor diline.. kmlerce uzakta bile..
saygılarımla efenim..
not: yazıyı bitirmesi zor oldu, yabancı özel isimler kafa karıştırdı, lakin örneklendirildi zihnim tarafımdan, tarihi anedotlar da okuyucuya yerinde verilmişti, italyan fransız, türk, aile ilişkileri, ikilimler, çatışmalar ve çıkarlar...
not 2: ateş düştüğü yeri değil herkesi biraz önce veya biraz sonra yakacak sonuçta.
Y.