- 60 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
-GARDIROP ATATÜRKÇÜLÜĞÜ HER YERDE Mİ?-
Bir devrin meşhur gazeteci yazarlarından İlhan Selçuk’un bin dokuz yüz altmış altıda kaleme aldığı “Gardırop Atatürkçülüğü” başlıklı bir yazısı vardır.
“Türkiye’de hiç kimse gardırop Atatürkçüsü kadar Atatürkçülüğe zarar vermedi. Hiç kimse gardırop Atatürkçüsü kadar devrimleri kemiremedi. Hiç kimse Türkiye’nin çağdaş medeniyet seviyesine erişmek çabasını gardırop Atatürkçüsü kadar baltalayamadı.” Sözleriyle başlar yazı.
Yine bir bölümünde “İngiliz kumaşında, Fransız kravatında, İskoçya viskisinde, İtalyan şapkasında, Batı medeniyetini başlatıp bitiren zavallı. Bir gardırobun eni boyu ve yüksekliğinde dünyası çizilen entelektüel. Halkı hor gören, Batı’nın üstünlüğüne körü körüne inanan.” Şeklinde ifade etmektedir.
Evet, kalıp yaklaşımlarda bulabiliriz kavramın tezahürlerini. Ülkenin dört bir yanını büstlerle, heykellerle, resimlerle, fotoğraflarla donatmak noktasında, Atam sana canım feda nutuklarında, ilerleme, gelişme, kalkınma çizgisinin dışında kalan statükocu anlayışta, içi boşaltılmış hamasi söylemlerde, göğe yükselen nidalarda, askeri darbe ve müdahalelerde, batı dünyasına ram olan ve fakat bunu kamufle etmek bağlamında yüzyıl öncesine öykünen yaklaşımlarda, Atatürk uygulamalarının, inkılaplarının anlamına varmayan, tarihi devirleri kavramakta olguların, konjonktürün izini sürmeyen her yaklaşımda bu Gardırop Atatürkçülüğü vardır.
Şu kadar ki algılanması ve sorgulanması noktasında bir netlik bulunmamaktadır. Sosyal medyada, internet köşelerinde yahu ne alaka! Gardırop Atatürkçüsü neye kime göre, o şekilde tanımlanan insanlarda bir biçimde Atatürkçü değil mi demeler. Halbuki bu, problemin olmadığını değil olduğunu duyurur eninde sonunda. Oldukça müşkül uyandıran bir meseleyle karşı karşıya olduğumuzu gösterir nihayet. Gardırop Atatürkçüsü olan el kaldırıp evet burada der mi? Sınıfta adı ya da okul numarası okunan talebe mi bu?
Ne ki kavramın ülkemiz semalarındaki gerçekliği net ve kesindir. Felsefeye önem verir görünen, okullarda daha çok okutulmalı diyen, sorunlarımızı felsefe eğitiminden uzaklıkta bulan ama kendisi hemen hiç alakası olmayan, dogmatizmin kucağına düşmüş ve fakat mucuk mucuk Atatürkçülüğünü de eksik etmeyen insan evladı kimse kusura bakmasın gardırop Atatürkçüsünün ta kendisidir.
Öyle ki dünyadaki gelişmelerin safi ağırlığını duymayan, emperyalizm sömürge ülkeler ilişkilerine, kuzey güney paradoksuna, yeryüzündeki zulüm ve haksızlıklara duyarsız, iç bünyedeki tepişme ortamından yakasını kurtaramayan ancak ağzından da bebeğin emziği misali Ataammm! Neredesin be kumandanım nidaları düşmeyen her yaklaşımda bu mekanizma işlemektedir maalesef.
Yine artık aramızda olmayan ünlü gazetecimize bırakalım mı sözü?
“Amerikan zencisine, Amerikan beyazından düşman, Batı’nın üstünlüğüne Batı’dan fazla inanan, Kongoluya Belçikalıdan daha hırslı, Çinliden korkan, Cezayir’e kin duyan, Nasır’a İngiliz’den fazla diş bileyen… Batı toplumunu tenkit ve tahlil eden çağdaş düşünceyi ve akımları küfür sayan… Atatürk’ün milli kurtuluş savaşını, Amerikan kapitalizmine, emperyalizmine satmakta mezat memuru…” demektedir usta kalem. Kraldan fazla kralcılık hallerimizde nüveleri var demek. Tamda bu yüzden gardırop Atatürkçüsü fenerin kendisine tutulmasından mustarip olmakta, numarası tutmadığında hiddetlenmektedir.
İnkılap tarihi derslerinin yüklediği kadardır çapı, çerçevesi, kapladığı alan çünkü. Aslında bu son husus salt söz ettiğim yapıyı değil tüm toplum kesimlerini derinden etkilemekte.
Öyleyse neşter vuralım mı konuya? Evet! Okul hayatımızın ve hatta çalışma hayatımızın meşhurlarından İnkılap tarihi dersleri. Ne anlatılır bu derslerde, metodoloji nedir? Genel tarihten ayrı bir üst tarih branşıdır her şeyden önce. Ağırlıklı olarak bin dokuz yüz sekiz otuz sekiz arası otuz senelik bir evreyi işlemektedir. Hani derim ki ikinci Meşrutiyet inkılabı, imparatorluğun hızlı çöküşü, kurtuluş savaşı, inkılaplar yallah. Bu eğitimsel çizgi birbirine zıt, bıçak sırtı teşkil eden iki zümre peyda etmekte ülkemizde. Bir yanda Atatürkçülük adı altında, tarih algısı dünya tarihinde neredeyse söz ettiğim otuz yıl -ki Kennedy suikastini tarih zanneden Amerikalı tipolojisiyle benzeşebilir de- ile teşekkül eden kesim, diğer yanda bu halden işkillenip aynı evreye komplo teorisi zaviyesinden bakan İslamcı, Osmanlıcı insan evladı.
Oysa tarihin yasalarından uzaklaşmaktadır bu komplocu anlayışta. Binlerce yıllık insanlık tarihi komplo teorisi gözlüğüyle mi inceleniyor? Bilakis doğa kanunları misali yasaları yok mudur tarihsel gelişiminde? Oysa bizde iki çatışan siyasi ideolojik yapı; ilki yücelikler, kutsallıklar üzerinden ikincisi bunu lanetleyen, bir vakanüvis edasıyla olgulardan, iç dış dinamiklerden uzak olay örgüsü tarihçiliği yapmakta.
Görünen o ki çözüm modernist yaklaşımlar ve bunların komplikasyonu, yan etkisi gelenekçi ideolojilerden yakamızı kurtarmakta yatmakta.
L.T.
YORUMLAR
ah keşke İlhan Selçuk sonrası ülkemizde yaşanan 20 küsur yılda yaşananları da yazsaydınız. Ata'ya selam ederken hem de, din olgusuyla başlayan asıl o yozlaşmayı .
ve ne diyoruz o zaman, gözünüz aydın olsun, tarikatçı " maarif" bakanınız " yüzyılın, pardon " Türkiye yüzyılın"nın " yeni" maarif proğramını açıkladı, yapay zeka orada, uzay buradayken artık çocuklarla oturup ağlarsınız sınıftaki " kabir" başlarında !
eyvallah.