- 132 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AKLIMDAKİ SORULAR
AKLIMDAKİ SORULAR
Bazı konulara çok fena kafayı takıyorum. Durum bu olunca; İslam’ı, kalıplaşmış din anlayışının çok ötelerinde aramak gerektiğine inanıyorum. Vicdanım beni buralara sürüklerken, inancım bana temel kaynağa, öz kaynağa yönelmemi ve farklı bilgileri oralarda aramamı emrediyor.
Bazı konuları nasıl anlıyoruz?
Kuran’da cin, melek, şeytan, ifrit, iblis gibi terimler geçmekte ve meleklere iman etmemiz istenmektedir. Evet müminler olarak Kuran’ın bahsettiği meleklere tam olarak iman ederiz ancak Yüce Allah melek derken 1400 yıl önce algıladığımız meleğe mi, yoksa başka anlamı olan meleğe mi inanmamızı istiyor? Yıllarını Kuran araştırmalarına ayıran pek çok ilahiyatçının bu konuda yaptığı açıklamalara bakıldığında melek konusunun geleneksel İslam’ın anlattığı gibi olmadığını görebiliriz. Dikkat edersek; dört büyük melek olarak bildiğimiz meleklerin sonlarında “il” kelimesi bulunur. Dört büyük melek çalışmalarında bu “il” ve “el” kelimeleri İbranicede “Tanrı” anlamına gelmektedir ve Arap diline “Allah” olarak girmiştir. İl ve el kelimelerini ayırdığımızda vahiy meleği olduğuna inanılan Cebra-il kelimesinin güç ve kudret anlamına geldiği teoloji bilimi ışığında ortaya çıkmıştır: Hakka suresi 40. Ayet: “Kuşku yok ki, O Kuran şerefli bir elçinin sözüdür.” Necm suresi 3-4. Ayet. “O konuştuğu zaman kendi kuruntularına göre konuşmaz. O’nun söylediği yalnızca O’na bildirilenlerdir.” Bu ve benzeri ayetlerden şu sonucu çıkarmak mümkündür. Yüce Allah, vahyetme kudretiyle peygamberlerin gönüllerine-zihinlerine ayetlerini yazmıştır. Ayetler, programlandığı gibi peygamberlerin dillerinden söz olarak çıkmaktadır. Ancak geleneksel İslam düşünürleri-mollaları, Cebrail’in vahiy getirdiğini ileri sürerler!
Azra(il) de Allah’ın can alma kudretinin adıdır. Zira Yüce Allah, ölümü yaratmış ve ölümü gerçekleştirecek olan yüzlerce sebebi de yaratmıştır. O sebeplerden bir veya birkaçı bir canlıya değmiş ise o canlının ölümü gerçekleşir.
Mikail, kâinatı yönetmekle görevli meleğin adıdır. Yine (il-el) kelimelerini Mikail kelimesinden ayırdığımızda yönetme kudreti ortaya çıkıyor. İkisi birleşik haldeyken Allah’ın kâinatı yönetme kudreti olduğu anlaşılıyor. Bu durumda Mikail, Allah’ın programladığı kâinat üzerinde nasıl bir tasarrufa sahip olacak? Hangi doğal olayların oluşmasını sağlayacak? Olması gereken zaten Allah’ın yüce ilmi dâhilinde olup durmaktadır, öyle değil mi?
İsrafil; kıyamet günü “sur” borusuna üflemekle görevli meleğin adıdır. Bu melek, ağzında borusuyla kıyamet gününe kadar öylece bekler. Allah, emir verdiğinde sur borusunu çalar ve kıyamet kopar. Yüce Allah, kâinatı yaratırken nasıl ki hiçbir yardımcıya ihtiyaç duymadı, kıyamet kopacağı zaman da herhangi bir meleğe ihtiyaç duymaz. Zira Yüce Allah, kâinatın kopmasını belirli zamana göre kodlamış ve programlamıştır. O vakit geldiğinde kıyamet zaten kopacaktır. Sur borusu sesi dediğimiz ses ise; kıyametin kopma anında doğal olarak ortaya çıkacak seslerdir ve Yüce Allah bu sesi “boru sesi” olarak tasvir etmiştir. Yani, İsrafil dediğimiz melek de Yüce Allah’ın kudretini temsil eden mecazi bir kelimedir.
Şahsen ben, teoloji biliminin ortaya koyduğu bu sonuçların doğru bir anlamlandırma olduğunu şu sorularla anlamaya çalışıyorum.
Yüce Allah’ın hiçbir yardımcıya ihtiyacı yoktur. Kâinatı kendi ilmi ve kudretiyle yaratmıştır. Kainatı yaratırken milyarlarca varlığı yaratmayı murat etmiş; her varlığı oluşturacak milyarlarca bileşeni de yaratmıştır. “OL” emri ile oluşum sürecini başlatmıştır. Milyarlarca yıl süren bu oluşum sürecinde oluşması gereken tüm canlılar ve diğer varlıklar, çeşitli evrelerden geçerek kodlandığı ve programlandığı gibi hareket ederek bugünkü durumuna gelmiştir. Yüce Allah’ın hay/can verme, hayatı sonlandırma, yeryüzünü istiva etme ve yönetme kudreti kendi sistemi içerisinde dönüp duruyorken görevli meleklere neden gerek duyulmuş? Bir ayet ile devam edelim: Fatır-41 Gökleri ve yeri hiçbir arızaya meydan vermeden tutan ve yok olup gitmekten koruyan Allah’tır. Şayet yıkılıp gidecek olsalar, yemin olsun ki, Allah’tan başka onları tutabilecek hiçbir güç yoktur.” İşte bu ayetlerden dolayı tüm doğal olayları Allah’ın melekleri olarak anlıyorum ve bunda da herhangi bir anormallik görmüyorum.
Hafaza melekleri:
Geleneksek İslam anlayışında hafaza melekleri; insanoğlunun yaptığı iyi-kötü bütün davranışlarını kaydeden ve insanları korumakla görevli olan meleklerdir. Bu meleklerin diğer bir ismi de Kiramen Katibîn’dir. Bununla birlikte hafaza melekleri ile kiramen kâtibin meleklerinin farklı olduğu şeklinde bazı görüşler de bulunmaktadır.
Bugünkü bilim insanları, atmosferde her nesnenin hareketini kayıt altına alan bir manyetik alanın olduğunu ispat etmiştir. Yüce Allah’ın böyle bir kudreti var iken sağ ve sol omuzlarımıza kondurulan meleklerin sevapları ve günahları yazması Yüce Allah’ın sonsuz ilmi ve kudreti karşısında oldukça amatör kalıyor. Hesap gününde amel defterleri açılacağı bildirilir. Bana göre bu amel defterleri, meleklerin yazdığı defterler değildir. Amel defterleri, manyetik alanda kayıt altına alınan seslerimiz ve görüntülerimizdir. Zira her sözümüz ve hareketimiz neticede enerjidir. Ve insanlar, yapıp-ettikleriyle yüzleştirilip, hak ettikleri yere gönderilecektir.
Bir başka konu; hafaza melekleri insanları korumak için görevlendirilmiş! Onca masum insan haksızlığa uğrayıp, hayatını kaybederken var olduğu iddia edilen melekler neden görevlerini yerine getirmiyor? Neden insanları o tehlikeler karşısında korumuyor veya kurtarmıyor?
Her Müslüman, bir işe başlarken besmele çeker. Anlamı; “Rahman Ve Rahim Olan Allah adıyla” olarak ifade edilir. Euzubillahimineşşeytanirracim; “Esirgeyen bağışlayan Allah’ın adıyla demektir.” Günlük yaşamda kısaca Bismillah olarak okunmaktadır. Bazı âlimlere göre müstakil bir ayet olan bu tümceye baktığımızda esirgeyenin de bağışlayanın da Yüce Allah olduğu açıkça bildirilmiştir. İnsanları korumakla görevli herhangi bir melek söz konusu değildir.
Cin, şeytan ve ifrit kelimeleri Kuran’da sıklıkla geçmektedir. Yine birçok ilahiyatçıya göre bu kelimeler insanların içindeki kötülüğü temsil eden sıfatlardır. Şu gerçeği hatırlatmakta fayda vardır: Kuran’da çok sayıda mecaz anlamlı ayetler bulunmaktadır.
Kader konusuna gelince: Kaderi yine Yüce Kuran’dan anlamaya çalışalım: İsrâ Sûresi’nin 13. Ayeti’nde; “Biz, her insanın kaderini (kendi) boynuna dolamışızdır; öyle ki, Kıyamet Günü onun önüne, her şeyi açık açık kaydedilmiş bulacağı bir sicil çıkaracağız; ’oku sicilini’ bugün kendi hesabını kendin çıkaracak durumdasın” hükmü yazılıdır. Bu ayette insanlar uyarılmaktadır. İnsanların kendi elleriyle ve dilleriyle bilinçli olarak yaptıklarının sonucudur kader. Kader, geleneksel İslam’ın anlattığı gibi “Allah’ın takdiri” değildir. Yani Yüce Allah, hiç kimseyi kötü işlere yöneltmez. Pek çok ilahiyatçıya göre kader; Yüce Allah’ın Sünnetullahıdır, yani değişmeyen kozmik sistem kanunudur.
Geleneksel İslam anlayışına göre kabir hayatı vardır ve her insan mezara konulduğunda Münker ve Nekir isimli melekler tarafından din ve peygamberi ile ilgili sorular sorarlar. Mezar ehli, bu sorulara doğru cevap verirse sağ tarafından bir alan açılır ve haşr zamanına kadar cenneti seyreder. Sorulara doğru cevap veremeyenler ise hem azap görürler hem de sol taraflarından açılan alanlardan cehennemi görür ve haşr zamanına kadar cehennem azabı çeker.
Pek çok Kuran âlimi/ilahiyatçı, dünya ile ahiret hayatının Kuran’da geçtiğini söylerken, kabir hayatıyla ilgili ayetin olmadığını ileri sürerler. Olduğunu iddia edenlerin tek kaynağı “berzah âlemi” diye geçen bir sözdür. Geleneksel İslamcılar, “Berzah Âlemi” kelimelerinden kabir hayatının var olduğu sonucuna varmıştır. Pek çok din âlimi ise; Berzah Âlemi’nin kabir hayatı anlamına gelmediği, ölüm ile dünya arasına konulan bir engel olduğunu ileri sürerler. Bu durumda reenkarnasyonun imkânsızlığına da dikkat çekerler. Bazı âlimler ise ruhların toplandığı âlem olarak düşünürler. Bu bilgiler ışığında kabir hayatının olmayacağına ve imamların da defnedilen ölülere “talkın” vermelerini batıl inanç olduğunu düşünüyorum. Zira ölüler işitmezler. Ve dünya ile alakaları kesilmiştir.
Aklımda oluşan bu tür sorulara; yapılan bilimsel çalışmalara, Kuran’ın muhkem ayetlerine dayanarak cevaplar aramaya çalıştım. Elbette bahsi geçen konularda her Müslümanın kabulü kendinedir ve hiçbir Müslümanın inancını sorgulamak değildir.
Faydalandığım kaynaklar: Kuran’ın ilgili ayetleri, İhsan Eliaçık, Edip Yüksel, Prof. Dr. İsmail Yakıt.