- 296 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
YÜZLEŞİYOR MUYUZ YOKSA?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
YÜZLEŞİYOR MUYUZ YOKSA!
İnsanoğlu, kendini tanıyacak döneme girdiği günden beri nereden gelip, nereye gideceğini hep merak etmiştir. İnsanlaşma süreci ilerledikçe; bu soru, bu kâinatın nasıl oluştuğuna dönüştü. Bir kendine bakıyor, bir çevresine bakıyor, bir doğaya bakıyordu. İlkel dinlerin; totemlerin/putperestliğin ortaya çıktığı dönemlerdi. O dönemlerde en baskın inançlar, kitlesel inanç biçimine dönüşüyordu. Farklı isimler altında yeni dinler ortaya çıkıyordu.
Hangi din ortaya çıkarsa çıksın, insanoğlu her zaman kendisini sorgulamıştır. Kendisinin kim olduğunu, niçin var olduğunu, sonrasının ne olacağını hep merak etmiştir. Geleneklerin ve inançlarının gereği olarak sorularına cevaplar bulabiliyorlardı ancak hiçbir zaman tatmin olamıyorlardı. Nasıl olabilirlerdi ki?
İlk insan olarak bildiğimiz Âdem’den bugüne kadar insanlar çeşitli evrelerden geçmiştir. Zira evrenimiz de milyarlarca yıllık bir süreç içerisinde evrimleşerek bugünkü halini almıştır; ancak bu son değildir ve olmayacaktır. Yüce Allah’ın evrim kanunu tüm haşmetiyle devam ediyor.
Ve dinler son şeklini aldı. Hz. İbrahim ile başlayalım. Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği din “tevhit” diniydi. Yani Allah’ı birleyen bir dindi. Allah’tan başka hiçbir ilahı kabul etmiyordu. İyiliği, dürüstlüğü, adaleti ve ibadetleri emrediyordu. Hz. Musa da kavmine peygamber olarak gönderildi. Kavmine “tevlit” inancını vaaz etti. Tanrı’ya eş koşulamazdı. O tek ve mutlak bir güçtü. İbrahimî dinde olduğu gibi iyiliği, adaleti, dürüstlüğü ve ibadetleri vaaz ediyordu. Her iki dinde de cennet-cehennem kavramı sürekli insanlara anlatılıyordu. Amaç; insanların işlediği günahlar sebebiyle cehennemde yanmalarını istemiyordu. Bu emirler silsilesinin bir başka amacı; huzurlu bir dünyayı inşa etmekti. Hz. İsa/Chris döneminde de “tevhit” inancı vaaz edildi. Tanrı tekti, eşi ve ortağı yoktu. Cennet ve cehennem vardı. Yani tüm dinlerde ölüm sonrası yeniden bir diriliş olacaktır; günahkârlar hesaba çekilip, günahı nispetinde azap çekecektir. İyi insanlar ise cennet ile ödüllendirilecektir. Hz. Muhammed de, İslam dininin tebliğcisi olarak sahneye çıktı; tıpkı diğer peygamberler gibi “tevhit” dinini vaaz etti. Diğer peygamberler gibi delil olarak kutsal vahiylerini gösterdi. Diğer dinlerde olduğu gibi cennet, cehennem, ibadet, adalet, iyilik ve yardımlaşma konularını vaaz etti.
Tüm dinler dönemlerini tamamlamıştır; ancak İslam dini son dindi ve tüm insanlar bu dine inanmalıydı. Musa’nın dini de, İsa’nın dini de aslından koptu, “melikler” dinine dönüştü. Bozulmaların temelinde mezhepleşmeler bulunmaktadır. İslam dini de bir takım yorumlarla, Musevilikten ve İsevilikten nakledilen batıl inançlarla bozuldu; ancak bozulmayan bir gerçek vardı o da Kuran’dı. Kuran, bozulan tüm dinleri bünyesinde toplayarak gelecek nesillere orijinal halini bildirdi. Böylece tüm dinler Kuran ile koruma altına alındı. Kuran’ı okuyan her din mensubu aynı zamanda kendi dininin vaazlarını da okumuş olacaklardır.
İnsanların akıllarını kurcalayan tüm sorular dinler sayesinde cevap bulmuştur. Her din mensubu nereden geldiğini, nereye gideceğini öğrenmiş oldu. Her din mensubu, kendi dinlerinin vaazlarını en doğru kabul ettiğinden öteden beri dinler arası savaşlar yaşanmış; baskın olan dinler, diğer dinleri hızar gibi biçip geçmiştir. İnsanlar, o dönemlerde din adına ağır bedeller ödemiştir. İnsanları rahatlatan tek kaide, din adına yapılan savaşlar Allah katında “cihat” kabul edileceğinden karşılığında cennete gireceklerdi. İnsanlar böylece gideceği yeri dinleriyle bulmuş oldu. Ya nereden geldiğimiz konusu! O soruların cevabını da insanlar yine dinlerinde buldular. Bu dünya bir imtihan alanıydı; hak ile batılın savaş alanıydı ve bu Allah’ın/Tanrı’nın ilahi muradıydı. Sorunun ikinci kısmını da insanlar dinleri sayesinde buldular.
Diğer dinlerin bozulduğu gerçeğinden hareket ederek, kendi dinimiz üzerinden devam edelim:
“Dinde zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. Artık kim sahte tanrıları reddeder de Allah’a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir ve bilir.” Bakara-256
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez.” Bakara-190
Kuran’da daha pek çok ayet vardır. İki ayet üzerinde düşündüğümüzde Kuran’ın kesinlikle dayatmacı olmadığı anlaşılır. Hiç bir kavim kılıç zoruyla İslamlaştırılamaz. İslam dininin tebliğ dini olduğunu halen anlayamayan bir takım Müslümanlar, Müslüman olduğu halde kendi mezhebinden olmadığı için cihat ilan edip, “Müslümanlar birbirinin kardeşidir” anlayışın tepeleyip, kelle kesmeye cihat diyor! Karşılığında cennete gireceğine inanıyor. Araplar, Türkleri İslamlaştırmak için savaş ilan etmiş, binlerce Türk’ün kanını akıtmıştır. Bu tarihi hakikattir. Oysa cihat kavramını tam ve doğru olarak anlayabilselerdi bu tür kanlı vahşetlere cihat demezlerdi. Cihadın belirli şartları olduğunu anlardı. Yüce Allah, Müslümanlarla savaşanlara karşı savunma amaçlı cihada izin vermiştir ve aşırılığa asla müsaade etmemiştir.
Şimdi cihadın şartlarına bir göz atalım:
Bunlardan ilki; insanın şeytan/nefsani duygular ile mücadele ederek kalbini temizlemesi anlamına gelir. İkincisi; İslam’ın dil ile yayılmasıdır. Üçüncüsü; insanın doğru şeyleri yapması anlamına gelir. Durum böyle iken, geçmişte yanlış anlaşılan cihat aynı tazelikte devam ediyor. Geçmiş dönemlerde ganimet elde etmek için uyduruk bahanelerle savaşlar yapılmıştır. “Kızlar, kadınlar, mal ve mülk cihat eden Müslümanlara helal kılınmıştır.” Bunun adı, Kuran’ın beyanıyla bir zulümdür ve karşılığı da cehennemdir. Bu dünyaya imtihan için geldiğine inanan Müslümanlar, bu yaptıklarınızla cehenneme gidip bedel ödeyeceksiniz. O bedeli ödemeye hazır olun?
Bugünkü inancımdan kaynaklanan bilgiler ışığında aklımda şöyle bir soru yankılanıyor. Neden insanların çoğunluğuna bu dünya zindan? Neden masumlar katlediliyor? Neden zalimlerin iktidarı vücut buluyor? Masum çocukların suçu nedir ki, hunharca katlediliyor? Kendime sorduğum sorunun cevabını İslam’da buluyorum: İnsanlar, insanlıklarıyla yüzleştirilerek; hatalarını görüp, ibret alsınlar.
Çok defa şahit oldum ki, insanlar; “Allah, neden bunlara müsaade ediyor? Neden kötülerin başına bela yağdırmıyor? Allah neden müdahale etmiyor? Diyorlar. Bu, bana göre bir vicdan sızlamasıdır. Yüce Allah, hiçbir kuluna zorluk vermez. Hiç bir kuluna zulmetmez. İnsanlara akıl, fikir, vicdan vermiş; bu değerli araçlarla insanların dünyayı yaşanır hale getirmesini istemiştir. Temel emir ve yasaklarını peygamberleri aracılığıyla tüm insanlığa bildirmiştir. Allah’ın yolundan sapıldığında insanlar kötülük üretmeye başlar ve bu kötülükten çocuk, genç, ihtiyar, masum, hayvan, doğa etkilenir. Bu dünya sahnesi, insanların yaptıklarıyla yüzleştirildiği bir dünyadır. Yüce Allah, isteseydi; kötülük üreten her insanı o anda taş eder, başına ateşler de yağdırırdı.
Yüzleştirildiğimizi Kuran’da görerek konumuzu kapatalım:
“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzündendir. Bununla beraber Allah, o günah ve kusurların pek çoğunu da affediyor.” Şura-30
YORUMLAR
Dava insanlık davası ise ne ırkın ne de dinin inançların farklılığının bir önemi yoktur kutlarım çalışmanızı
Halit Durucan
Ayette diyor ya Rabbimiz Allah cc. ''Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.'' budur işte zalimden zulümden alçaklıktan dem vuranlar o yönde çaba gösterenleri hazin bir son beklemektedir... Bir de şimdi saçma sapan bir düşünce çıkmış bazılarında rastlıyorum ''Allah'tan korkulmaz Allah sevilir.'' diye dikte etmeye çalışıyorlar. Onlara sormak lazım o zaman cehennem niye var, diye... Bir çok ayette ''Benden korkun'' diye hitabı var Allah'ın... Açsınlar mealden okusunlar... Kutlarım güzel bir yazı olmuş...
her soru, insanın ruhunda açılan bir yaradır; ve her cevap, o yaraya tuz basar, kanamayı durdurmaz, yalnızca acıyı daha derine gömer.
insan kendi varlığını sorgularken yalnızdır. ne bir rehber, ne bir yol haritası vardır; sadece soruların ve belirsizliğin soğuk rüzgarları eşlik eder ona. nereden gelip nereye gittiğimiz, varoluşun en eski bilmecesidir. cevaplar her zaman havada süzüldü, hiçbir zaman tam olarak tutulamayan gölgeler gibi. tüm dinler ve inanç sistemleri, bu karanlıkta ışık olma iddiasındadır. fakat, o ışık hiç sönmeyen bir meşale mi, yoksa gelip geçici bir alev mi?
kainatın sırrını çözmeye çalışan ilk insanlardan bugüne kadar, değişen tek şey soruların biçimi oldu. Âdem’den İbrahim’e, Musa’dan İsa’ya ve nihayet Muhammed’e kadar; her biri aynı soruyu sordu: bu evren neden var? insan neden var? her peygamber, bir hakikat parçasını taşıdı, ama o hakikatin tümü hiçbir zaman açığa çıkmadı. evren, bir doğum sancısı içinde şekillenirken, insanlar da inançlarının içinde kendilerini şekillendirdi. inançlar büyüdü, evrildi, ama ne kadar büyürse büyüsün, insanın o kadim sorusu hiç kaybolmadı. çünkü soru, cevabın çok ötesindeydi; cevaptan daha büyüktü.
dünya, dinlerin sınırlarını aşıp sonsuz bir sorgulama alanına dönüştü. bu dünya, ne bir cennet ne de bir cehennem; ikisinin arasında sıkışıp kalan bir araftır.
Selamlar