Etik Ve Varoluşsallık Üzerine Felsefi Sorular
1- Mutlu olmak ahlaksızlık olabilir mi?
2- Tüm dünya dinleri olmadan ahlak ve etik nasıl ortaya çıkar?
3- Milyonlarca insanın hayatını kurtarsa bile hayvanlar üzerinde yapılan testler yasa dışı mı olmalı?
4- Adalet ve intikam arasındaki fark nedir?
5- Hayvanlar ne bakımdan ahlakidir?
6- Yiyecek ve giyecek için hayvanları öldürmek ahlaki midir?
7- Bitkiler acı çekebilir mi?
8- Uykunuzda işlediğiniz bir suçtan dolayı hüküm giymeniz mümkün mü?
9- İnsanlar silahlarla mı korunuyor yoksa öldürülüyor mu?
10- Ahlak olmasaydı daha fazla hayat kurtarılabilir miydi?
11- Nükleer silahlar dünya barışının korunmasına yardımcı olur mu?
12- Organ bağışı hayat kurtarır. İnsanların organ bağışına zorlanması gerekmez mi?
13- Ne zaman yaşlanırsın?
14- Hayatınızda en çok pişman olacağınız şey nedir?
15- Hayatın bir anlamı olmalı mı?
16- Cenazenize kaç kişinin geleceğini düşünüyorsunuz?
17- Hangi kıyamet distopyası daha muhtemel?
18- Yaşamın var olması için ölümün var olması mı gerekiyor?
19- Başkalarının sizi nasıl hatırlamasını istiyorsunuz?
20- Ölmeden önce en çok neyi başarmak istiyorsunuz?
Not: Sorular alıntı olup türkçeye uyarlanmıştır. Bu karekterde daha fazla soru gelmeyecektir. Nefes alabilirsiniz! :)
H. Korkmaz 1/9-24 Sthlm
YORUMLAR
insanoğlu, hayat yolculuğunda kalbiyle attığı her adımda, âlemlerin kapısını aralayarak ilerler. bu yolculukta, ahlâk denilen latîf seyyârenin gölgesinde saklıdır tüm sırlar. o gölge ki, her bir damlası, cihanın en derin ırmaklarından süzülüp gelmiştir. ahlâk, bir levhâ-yı mahfûz misâli, insanın ruhuna nakşolunmuş bir hakikattir. bu hakikat, kimine göre bir gül bahçesinde açan tomurcuk, kimine göre dikenli yollarda bir feryâttır.
mutluluğun, serap misâli ufukta belirdiği anlarda, insan, içindeki huzursuz rüzgârlarla meşk eder. bu rüzgârlar ki, bazen nefsin arzularıyla dolu, bazen de hakikatin sert yeliyle savrulur. mutluluğun ahlâkın hudûduna dokunduğu demde, insanın kalbi bir viraneye döner mi, yoksa âlem-i sırların en derin çukurunda hakikatin sesi duyulur mu?mutluluk, bazen bir gül-i nâzenin misâli insanın eline konar, bazen de zakkumun acımtırak lezzeti gibi dudaklarda tuzlu bir iz bırakır.
dünya dinlerinin sesi olmadan da insan, kendi iç aleminde bir ahlâk mescidine ulaşabilir mi? din, bir kemendi aşina gibi kalbe dolanırken, o kemendi çözdüğümüzde dahi, vicdanımızın yasaları bu alemin semâsında mıydı? belki de insan, her bir nefes alışında doğanın mûsikisini dinler, bu mûsikinin tınılarıyla kendi ahlâkının nağmelerini terennüm ederdi.
hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, insanlığın bedbahtlığı ile nâsiyeden tutarak yükseldiği bir merdiven gibidir. bu merdiven, insanı şehvetin doruklarına mı çıkarır, yoksa şefkatin derinliklerine mi indirir? adalet ve intikamın incecik bir kıl gibi birbirine dolandığı anlarda, insan, nefsin ısrarına mı kulak verir, yoksa vicdanın sesine mi? adalet, zamanın içinden süzülen bir cevherdir; intikam ise anlık bir hiddetin karanlık yankısıdır.
hayvanlar, insana şefkat olarak yaratılmıştır. insan, her bir canlıya nâzenin bir gül gibi bakmalı, onun naifliğini anlamalı değil midir? yiyecek ve giyecek için hayvanları kurban etmek, bir zamanlar zarûrî idi belki, ama şimdi, bu dünyada ahlâkın ışığında yeniden değerlendirilmesi gereken bir mesele değil midir? bitkiler, rüzgârın uğultusunda ağlayan bir çocuk misâli, acı çeker mi? bu sual, yalnızca bedbaht bir cevabı değil, insanın doğayla kurduğu bağın derinliğini ve bu bağın şefkatle yoğrulmuş hâlini anlatır.
insanın uykusunda işlediği bir suçtan ötürü hüküm giymesi, rüyaların tınında saklı kalan hakikati gün yüzüne çıkarır. bilinç, bir derya ummandır; bu deryada kaybolanlar, ahlâkın hudûdunu aşar mı? silahlar, insanların güvenini sağlarken, aynı zamanda barışın nazik dokusunu da parçalar mı? ahlâk olmasaydı, daha fazla can mı kurtarılırdı, yoksa daha büyük yıkımlar mı yaşanırdı? bu sorular, ahlâkın ve yaşamın birbirine nasıl dolandığını gösterir. ahlâk, bir yandan can verirken, diğer yandan hayatı sınırlayan bir kafes olur; bu kafesin demirlerini aşmak ne kadar mümkündür?
cenazemize kimlerin geleceğini düşünmek, bu dünyada bırakacağımız izlerin ne kadar kalıcı olduğunu anlamamıza yarar. kıyamet distopyaları arasında hangisinin daha muhtemel olduğunu sorgulamak, insanın geleceğe dair kaygılarının bir yansımasıdır. ölümün varlığı, hayatın bir kervansaray misâli yolculuk olduğunu hatırlatır. bu yolculukta, başkalarının bizi nasıl hatırlayacağı, yaşanmışlığımızın kalıcı izlerini bırakma arzusudur.
Tüya
Zaten soruları ortaya sürmemdeki amaç da, düşünmek, belki düşüncelerimizi sorgulamak, yapıcı bir üslupla, saygıyı koruyarak tartışmak, hatta araştırmaya yönelmekti...
Selamlar, saygılar, sayın Canmaybul.
Sadece bu sorular bile çok yerinde.
Oturup bunları konuşmamız ve yorumlamamız gerektiğine inanıyorum.
Bu platform bu konularda kendini geliştirmeli.
Buna öncülük ettiğiniz için sizi kutlarım.
Saygılarımla..
Tüya
Çok teşekkürler, saygılar, sayın Bayduygusal.
Güzel ve derin sorular. Müsaadenizle ben seçtiğim üç konuya yüzeysel cevap vermek istiyorum.
2-Tüm dünya dinleri olmadan ahlak ve etik nasıl ortaya çıkar?
Ahlak ve etik sistemler, dinlerin ötesinde, insan aklının ve toplumsal etkileşimin bir ürünüdür. Dinler, ahlaki normları ve değerleri belirlemede etkili olmuş, ancak bu normlar insan topluluklarının sosyal işleyiş ve uyum ihtiyaçları çerçevesinde evrim geçirmiştir. Ahlak, insanın rasyonel düşünme kapasitesinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Örneğin, Kant’ın kategorik imperatifi, evrensel ahlaki yasaların akıl yoluyla keşfedilebileceğini savunur. Ayrıca, sosyal sözleşme teorisyenleri, ahlaki normların toplumsal anlaşmalar ve ortak fayda ilkeleri doğrultusunda ortaya çıktığını öne sürerler. Rawls'un adalet teorisi, ahlaki ve etik değerlerin bireylerin kendi çıkarlarının ötesinde objektif bir temele dayanabileceğini belirtir. Dolayısıyla, dinlerin ötesinde ahlak ve etik, rasyonel düşünce ve sosyal etkileşimlerin bir sonucu olarak varlık bulabilir.
4- Adalet ve intikam arasındaki fark nedir?
Adalet ve intikam, motivasyon ve sonuç açısından temelden farklıdır. Adalet, toplumsal düzeni koruma ve bireyler arası eşitliği sağlama amacını güder ve genellikle tarafsızlık ve objektiflik ilkesine dayanır. Aristoteles’in adalet anlayışında, adalet bireylerin haklarına ve toplumsal normlara uygun davranmalarını ifade eder. Adalet, sistematik bir yaklaşım ve toplumsal normlar çerçevesinde uygulanır. Öte yandan, intikam, bireysel bir öç alma arayışını ve kişisel bir tatmin hedefini taşır. İntikam, genellikle duygusal bir tepki olarak ortaya çıkar ve bireylerin kişisel adaletsizlik duygusunu gidermeyi amaçlar. Nietzsche’nin “intikamın ahlaki bir değer olarak” eleştirisinde belirttiği gibi, intikam daha çok kişisel bir hınç ve acıma duygusunun tezahürüdür. Bu bağlamda, adaletin sosyal düzeni sağlama ve hakkaniyet sağlama işlevi varken, intikamın bireysel duygusal tatmin ve kişisel öç alma hedefi vardır.
15-Hayatın bir anlamı olmalı mı?
Hayatın anlamı, filozofların ve düşünürlerin uzun zamandır üzerinde düşündüğü bir sorudur. Varoluşsal filozoflar, Sartre ve Camus gibi, hayatın anlamının önceden belirlenmiş olmadığını, bireylerin kendi yaşamlarına anlam katmaları gerektiğini savunurlar. Sartre’ın "varoluş önce gelir" görüşüne göre, bireyler kendi özlerini ve değerlerini yaratma özgürlüğüne sahiptir. Camus, hayatın anlamsızlığına rağmen, bireylerin yaşamlarını dolu dolu yaşaması gerektiğini belirtir. Buna karşın, bazı metafizik yaklaşımlar, yaşamın evrensel bir amaca hizmet ettiğini öne sürer. Platon’dan itibaren, anlam arayışının, bireyin doğa ve kozmik düzenle uyumlu bir yaşam sürmesi gerektiğini savunan çeşitli düşünce akımları bulunmaktadır. Hayatın anlamı, bireysel değerler ve kişisel hedeflerle şekillenen bir deneyimdir, bu da hayatın anlamının varoluşsal ve bireysel bir çerçevede sürekli olarak yeniden tanımlanabileceğini gösterir
Güzel sorular için teşekkürler...
Tüya
İyi ki başvuracağımız düşünürler var ve bir nebze güç katıyorlar hayatla olan ilişkimizin anlamına, varoluş çabamıza, diyorum.
İyi ki varsınız kırymetli kaleminizle, sayın Adam.
Baki teşekkürüm ve saygımla.