- 157 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
MANTOLU ADAM
Kimse görmese iyi olur şu halimi. Lağımdan fırlamış farelere benziyorum. Onları çok iyi bilirim. Tıpkı onlar gibi her an sidik kokuyorum. Bir tek benim dünyam değil, herkesin dünyası benim başıma yıkılmış sanki. Rüyalarımda kuyularda uyanıyorum. Rüya içinde gördüğüm her rüyada, bir başka kuyunun dibine düşüveriyorum. Tıpkı diğer fareler gibi. Sıkıldım artık bu ıslak, bu sidik kokan, bu havasız tünellerde olta atıp durmaktan.
Bir gün, bir gece yarısı tıpkı böyle düşünürken, çarpıp evdeki tüm kapıları, sokağa atmıştım kendimi. Perme perişandım. Kimseyle konuşamıyordum, kimseye anlatamıyor. Ki ben hep perişanımdır böyle. Hep bin pare, biçare… öyle çok ağlamıştım ki neredeyse soluğum daralmıştı. Öyle hissediyordum. Soluğum düğüm olup boğazımda kalmıştı işte. Azıcık nefes almak için gömleğimin önünü çekiştirip yırtmıştım. Göğsümdeki metal düğme, fırlayıp şıngırdayarak yuvarlanmıştı ıslak kaldırımda. Başımın döndüğünü hissetmiştim. Daha az evvelinde dinmişti yağmur. Hatırlıyorum. Uzak olamayacak kadar yakın, yakın olamayacak kadar uzağımdan bir adam görünmüştü o gece yarısı, o saatte ve yine aynı sokakta. Yaklaştı, yaklaştık… eğilip bir şey alır gibi oldu yerden, cebine attı. Elleri ceplerindeydi. Sık sık karşılaşıyorum onunla orda şurda burda. En çok da burda.
İşte o evsiz, yanımdan geçerken tiksinç bir bakış attı göğsü yırtılmış gömleğime. Kendinden haberi yok gibi. Saçı sakalı birbirine karışmış tiksinç tiksinç geçiyordu işte yanımdan. Birdenbire çıkarıp bana uzattı kirli, yırtık pırtık mantosunu, üstüne başına bakmadan. Utanmadan almıştım. Mantoyu almıştım. Alan elim acımıştı. Elim acımıştı ama almıştım. Çekip gitmişti evsiz. Ardına bile bakmamıştı. Bakıyor mu acaba deyip dönüp bakmak istemiştim. Ama bakmamıştım. Mantoyu giymiştim. Sırtım acımıştı. Sırtım acımıştı ama giymiştim mantoyu.
Ceplerinde taş mı var?
Düşünmüştüm bir hayli… elimi mantonun cebine attığımda bir şeyler gelmişti elime avuç avuç. Karanlık ya, toprak olduğunu anlamamıştım eve gidene kadar. Avuçladığım gibi cebime bırakmıştım o şeyi.
Üşüyor mudur?
Düşünmüyor gibi yapsaydım inanırdım. İnanırdım. Önce ben inanırdım, en çok ben. Elimde, neredeyse dibi görünen bir şarap şişesi vardı. Şişeyi kafama dikip koca bir yudum almıştım. Az öncesinde yağmaya niyetli yağmur karar değiştirip yağmaktan vazgeçmişti. Yemek borumu acıtarak mideme inen şarabın asidik baloncuklarını saymaya başlamıştım ki yanımdan geçen son model arabanın birinin tekerinden, çukurlarda birikmiş çamur sıçramıştı üzerime. Üstüm başım balçığa bulanmıştı. Yürümeye devam etmiştim. Balçıklı üstümü başımı umursamıyordum. Balçık terime karışmıştı, şarap kokusu balçığa.
Karşıdan bana doğru yürüyen adamın biri, gözlerini dikmiş, donuk donuk bana bakıyordu. Uzaktan. Ağlıyor gibiydi bu herif. Benden daha çok ağlamış gibiydi. Benden daha çok yalnız. Gömleğini göğsünden tutup paralamışlardı. Dayak yemişti ya da. Yürüdü, yürüdüm…
Biraz daha yaklaşınca, şıngırtı çıkararak bana doğru yuvarlanan küçük bir şey görmüştüm kaldırımda. Normalde o kafayla görünecek kadar büyük bir şey değildi ama sokak lambasının ışığında parıldayıp gözüme çalınmıştı. Ayağımın dibinde devrilerek duruvermişti bu şey. Eğilip almıştım. Karanlık ya? Gecenin loş ışığında ne olduğunu anlamamıştım. Cebime atmıştım.
Adam titriyor, gözlerini kaçırıyordu gözlerimden. Haline bir hayli üzülmüştüm. Kendim içinde olduğum hale bakmadan. Sırtımdaki mantoyu çıkarıp eline sıkıştırmıştım. Mezarlıktan aşırdığım toprağı cebimde unutarak. Hiçbir şey demeden almıştı o da. Arkama bakmadan yürüyüp gitmiştim. Aklımdan çıkmış gibi yapmıştım ama çıkaramamıştım. Bunu bir tek ben biliyordum. Yanından geçtiğim dükkânın vitrinindeki boy aynasından onu izliyordum. Her an arkasını dönecekmiş gibi adımlamaya devam etmişti ama dönmemişti. Elindeki şarap şişesini kafasına dikmişti. Bunu gördüm. Köşeyi döndüm.
Üşüyor mudur?
Merak etmiyormuş gibi yaptım. İnandım mı? En çok ben inandım, bir tek ben...
YORUMLAR
hayatım boyunca tanrı ya da tanrılara hiç küfretmedim. bazen bir tanrı olsam ne yapardım diye düşündüğüm de oluyor. işte o an içimden geçenleri söylemek istiyorum.
insan olmanın ağırlığını insana hissettirmek en önemli görevim olurdu. zira ona bahşedilen hayal kurma ve aklını kullanma becerisi, her şeyin bir düzen içinde işlemesini sağlayacağından emin olurdum. sonra empati yapar, insan olmanın hazzını onlarla yaşamak için adeta sağır olur, sadece dinler ve izlerdim.
hayatın kuyularında uyananlar, bir rüyadan yeni bir karanlığın içine çekilirken, neyin hakikat neyin hayal olduğunu sorgulamaya mecbur bırakırdım.
insanı her adımında yalnızlığıyla bir kez daha yüzleştirir, her çamur sıçramasında dünyanın kirini derinlemesine hissetmesini ve her şarap yudumunda hayata meydan okumasına asla ses çıkarmazdım.
düşüncelerin, hayatın ağırlığıyla ezildiği anlarda, insanın yapabileceği tek şey, varlığını evrenle birlikte kucaklamaktır.
hayat bir döngüdür. dünyaya düşen her ruh, bir gün yeniden yükselir; karanlıkta kaybolan her ışık, bir gün yeniden parlar. çünkü hayat, tünelin sonunda değil, tünelin kendisinde yaşanır. ve biz, bu tünelin içinde yürürken, attığımız her adımda kendimizi bir kez daha buluruz.
tanrı olmaktan vazgeçip insan olmayı seçmiş biri olarak, ölmeye kadar, ölüm anına kadar insan olmaya ve insan kalmaya ant içmişim.
Sevgiler