- 364 Okunma
- 6 Yorum
- 10 Beğeni
Tombak Şamdan
-Her şey zıddı ile kaim-
Çocukluk yıllarımda sokağımızda bir kadın otururdu. Çapraz karşımızdaydı evi…
Cuma günleri evinden tütsü kokuları gelirdi, Müzekker bir mizacı vardı, modern tabirle eril enerjisi yüksek… Hani övünçle erkek gibi dediklerinden…
Geceleri geç uyur, gündüzleri de hep bir yerlere yetişme gayretinde dünyanın çarkını o çeviriyormuş da; el çekse duracakmış gibi bir havayla sarı saçlarını salardı/ Tütün sarardı.
Makyaj yapmaz, İyi giyinir, kokular sürerdi. Her işe en iyisini kendi bildiğinden emin yetişir, herkes tarafından sevilirdi… Herkes dediğim de onun çevresinde; onu yüzde çeyrek nisbette tanıyan herkes… Eni konu bilinseydi eğer o alacalı ruhu, bence sayısı da azalabilirdi yakınındakilerin…
Bir ben, bir de kulağı kertikli tekir kedi biliyorduk bunu…Biliyorduk dediğim öğrendik(!) Ama ben önceden de yüzüne bakınca gelen tuhaf ürpertiden bunu hissedebiliyordum .
Akıl yanılır kalp yanılmaz ya hani…
...
Kapısının önünde bir gün, çocuk aklı işte, avcumda peynir yedirdiğim kediyi kovalarken öyle bir bakış atmıştı ki bana, offf…
O bakışta zerre bir şevkat emaresi yoktu, olamazdı. Göz kalbin aynasıysa eğer,- ki bu gerçekti- öyle bir kalpte yer bulamazdı, tutunamazdı.
“Kapınızın önünde besle şu geberesiceyi tipsiz ” derken saçılan tükürüklerinin aksine benim boğazım öyle bir kurumuştu ki, boğazıma kadar çıkan kalbimi, korkudan yerini unutup geri yuttum zannedip korkarak bir depar...
Topuğu ardıma vura vura, tekir bir yana ben bir yana …
Ama işte insanın mihengi merhametiymiş. Yaş aldıkça iyice anlıyor insan.
Sekiz yaşında bir kız çocuğu ve bir sokak kedisine hangi öfkenin yıktığı enkazı boşaltabilirdi ki insan olan?
-O yıktı/Biz korktuk.-
Yerde hafriyat niyetine bir iki peynir kırıntısı...
Ben o şevkati gözünde göremedim ne o gün ne de daha sonraki günlerde...
Çirkin diyemem, ama güzel olmayan bir şey sezerdim onda…Yoldan geçenin peş peşe iki kere baktığına bile şahit olmuştum bir keresinde, o penceredeydi...Beyaz giyer, yazın omuzlarının ve biraz da gerdanının görünmesini severdi. Bunu hissederdim.
Çünkü konuşurken omuzlarını ya da boynunu kaşıyarak işaret fişeğini fırlatır, karsısındaki gayr-ı ihtiyari işaretlediği yere baktığında ise gözünde bir şey parlardı.
O yaşlarda pek aklım basmadığından medeni durumunu bilmiyorum ama yanında yabancı bir sima gördüğümü anımsayamıyorum, yalnız yaşardı.
Fakat bir kaç kez, penceresindeki çiçekleri suladıktan sonra bir şarkı açıp tellendirdiği sigarasıyla, gözlerini silip burnu çekişini görmüştüm akşam ezanı vakti , bir de yine aynı vaziyette bir sabah okula giderken...
Belli ki içine dert olan anıları vardı.
Buraya dek biraz olsun, havsalada zatına dair bir portre çizilmiştir sanıyorum, böyle biriydi işte…
İsminini yazmayacağım zira hem önemi yok hem de mizacına zıt müennes bir isimdiı; Karakediye Rengin ismi koymuş gibi zıt bir isim yani.
Hayattaysa Allah selamet versin ,değilse rahmet etsin.
Ama başka bir isim koydum ben ona, cuk oturan /aklimda bu İsmiyle müsemma..!
Çünkü hafızama çivilediğim merhametsiz yanına yoldaş bir de başka yanı vardı...Çocuk aklıyla tanımlayamadığım ama ortadan ikiye ayrılmış mıknatısın asla bir araya gelemeyişi gibi beni iten yoğun, menfi ve kuvvetli bir yanı...
Allah var; dedim ya eli yüzü temizdi; en nihayetinde her şeyi güzel yaratan Allah onu da yaratmıştı.
Sureti, -has cevherden anlamayanın- gözlerini kamaştırıyor bile olabilirdi.
Hani uzun tırnakları beton duvara sürtünce çıkan o sinir bükücü ses tesiriyle; bol şekerli çayı karıştıran kaşığın bardağa içerden vura vura zulmettiği gibi;
orta kulakta patlayan muttasıl ve cingilli sesini, beyinde çınlatarak konuşmaya başlayana dek tatlı bile sayılabilirdi
Allah affetsin, dul idiyse bunun muhakkak bir payesi olmalıydı...
Kıl testere gibi isleyen, tiz sesinin aksine, konuşurken bir de bas perdeden kontralto bir kibir çarpıyordu nefesiyle insanın yüzüne.
Ki antrparantez, kibir ne kadar ince ünlü harflerle yazılsa da, kabalığın ünlü özelliklerindenmiş, bunu da büyüdükçe anladım.
Hakkını yiyemem; konuşurken satır başlarına teğelleye teğelleye “Övünmekten haz etmem” derdi.
Haz etmezdi...
“Yok ben tokum, gelmeyeyim” deyip, ikinci teklifte başına geçince sofra bezinin yamasına dek yiyenler gibi, istemeye istemeye övünürdü yani.
Daima doğal(a özdeş) samimi bir tonlamada konuşur, anlatırdı meramını. Abi’li, abla’lı, eyvallah’lı aksesuarla modifiyeli cümleler sarfederdi. Ama bir şey vardı onda, tuhaftı.
Mütevazi tabirinin üzerinde duramadan kayıp gidişinin kibrin pürüzsüzlüğünden olduğunu o yaşlarda sezmiştim; sadece büyüdükçe daha iyi tarif edebildim.
"Baylar ve Bayanlar! bu elimde görmüş olduğunuz bardak; dünyanın en şahane tutuşuyla tutulmuş olup;
en zarif parmakları arasında, arz-ı endam ettiğinden, içine koyulan her şeyi ölümsüzlük iksirine dönüştürebilr!Ve dünyada sadece elimdekinden başka da emsali yoktur!" diyerek;
"esasında keramet ellerimde" diyen -şuur altı göndermesiyle-; alelâde optikli bir çay bardağını bile, yeryüzünde sadece bir tanecik, sihirli bir Çek kristaliymiş gibi kendinden emince anlatabilme kabiliyeti de vardı örneğin, ve bu takdire şayandı...
Yani şayandı da, işte kibir de o esnada hep parmak izlerine biriktiğinden bardağın şeffaflığını azaltıyordu/bunu göremiyordu.
Gerçi burada bir dip not geçeyim; o” billurluğun manasını “görmüş olsa belki bilirdi, kalbin teslim alındığı gibi kalması gerektiğini ve her ne kadar büyük punto ve kalın fontlarla “Dikkat/Kırılır” yazmasa da kalplerin camlardan daha hızlı kırılabildiğini ...
Ya da kendisi kırıldıkça, bildiklerini unutup, türüne cinsine bakmadan kırmayı öğrenmişti ! (üç nokta)
…
Ha bir de; bir hüzün ateşi yanardı gözünde, böyle hangi açıdan baksan renk değiştiren bir biçimde…
O da kuvvetle muhtemel meslek hastalığı gibi, kapali bunyede sürekli aynı bed duyguları solumaktan tezahür etmişti gözlerinde.
Hüzün dediğime de bakmayın, etimolojik kökenine inersek ucu sonbahara da dokunur lakin, ben hüznün yüze mahzun bir güzellik katışından değil, ciğere çöküp yüzü karartan parti-küllü yapısından söz ediyorum...Yani kendi küllerinde boğulmuştu...
Mâazallah, göçmüşse şayet ya sigaradan ya bundan göçmüştür.
Bunu düşününce de insanız, üzülmüyor değilim, kibri yerine merhameti olsaymis belki de iyi kadındı diyorum.
"Vallahi Mevlam herkesin yardımcısı olsun" deyip hülâsa ederek torbanın ağzını düğümlüyorum.
Çünkü biliyorum sadece ben tanımadım, her yerde var onun gibileri; herkesin mutlaka hayatının bir bölümünde tanımış olduğu yahut olacağı...
Yani maskelerin ardında gizlenenler, yani kalbini örtenler, yani özünü sahiden nildiren olmadıkça kendini altın zannedenler...
Tıpkı altın gibi yaldır yaldır parlayan bir şamdan içinde, yan yana yanan iki mum gibi,
kibir ve bunun farkedilmeyen huzursuzluğunun verdiği hüznün eş zamanlı yaktığı bir çift göz...
Düşünsenize, bir insanın Bundan bihaber bir ömür geçirip, dünyaya bu gözlerle baktığını...
İşte bu sebepten adını “Tombak Şamdan” koydum .
Yani görünürde altın gibi parlak, ama sahte ve kendi ateşini de kendi içinde tutan…
…
Onu yetişkin bir idrakle anladığımdan beridir, aslında bana yaptığının iyilik olduğunu yıllara sâri biçimde kavramış oldum.
Çocuk yaşta aklıma kazdığı suret/siret tezati tekamül yolunda azık olmuş meğer, sonra anladım.
Evet her şey zıttı ile kaimmiş.
Yani sana minnettarım Tombak Şamdan Abla,
Ruhunun karanlığıyla kalbimi aydınlattın...
Umarım başka hafızalarda güzel kaldığın bir hayat sürmüşsündür.
Göçtüysen de kaldiysan da, Allah in merhameti seninle olsun.
YORUMLAR
seviyorsunuz son kertede gizem ve Allah demeyi ve profilinizde de elbet
ve lakin iyi bir okuyucu olarak ben ve hem de dediğiniz " o mahalle ve sokaktan gelen "
ve benim gözümde siz dediğiniz
"tombak şamdan "
zira ne hikaye geride ve nede gerçeğiniz
velhasılı hikaye...
eyvallah.
Dengî Naz
Defalarca okumama rağmen mesajınızı doğru anlayabildiğimden emin olamadım.
Hikayenin gerçek olmadığından mi bahsediyorsunuz?
Şayet evet'se nasıl emin olduğunuzu haklı olarak merak ederim.
Oykudeki Şahıs gerçek, koyduğum isim de okurun dikkatini çekmek icin özellikle tercih edildi. Nihayetinde isim yazmak istesem yazabilirdim de, fakat hikaye şahıs üzerine değil bir genel kanaatin yorumudur, dikkatli okunursa görülüyor.
Daha teferruat isterseniz mesaj atıp merak ettiklerinizi sorabilirsiniz.
Teşekkürler
Dengî Naz
Beğenileriniz ve bunu yazıyla da bildirmeniz benim için çok değerli; lafta değil sahiden.
Size ve şahsınızda yorum yapan herkese tekrar teşekkür ediyorum.
Sevgiler
Deng‐i Naz
Ben de sevdim bu yazıyı, sıcacık, sevgi dolu, anaç bi dili var. "O anlatsın, ben de dinlim" dedim. Sesiniz de hiç yabancı gelmiyor bu arada bana, eskilerden tanıdık bi sima konuşuyor karşımda sandım yazınızı okurken. Ama tabi asıl konuşmamız gereken konu bu değil, yazınız ve içeriği...Betimlemeleriyle, tasvirleriyle samimi, alçakgönüllü ve bilgece bir dil hakimiyeti, bazı kelimeleri ilk sefer duyuyorum ama konu içeriğine uymuş, yazım diline yakışmış.
Güzel ve anlamlı bir yazıydı, tebrik ederim Sizi.
Dengî Naz
Yorumunuz için teşekkür ederim çok değerli benim için.
Çok mutlu oldum.
Sevgiler
Deng‐î Naz
Dengî Naz
Yorumunuz için teşekkür ederim çok değerli benim için.
Çok mutlu oldum.
Sevgiler
Deng‐î Naz
Dengî Naz
Yorumunuz için teşekkür ederim çok değerli benim için.
Çok mutlu oldum.
Sevgiler
Deng‐î Naz
Kurgu mu, gerçek mi bilmiyorum... Ama öyle güzel betimlemişsiniz ki karakteri; çok iyi tanıdığım birinden bahsediliyor gibi hissettim. Bir de dikkatimi çeken; tüm olumsuz yönlerine rağmen ona tarafsız bir açıdan bakabilmeniz, acımasızlığa kaçan taraflarının bile arkasında yaşadığı olumsuzlukların var olabileceğine yaptığınız vurgu... Bu insani yaklaşım; çok itici gelebilecek bir karaktere bile okuyucu olarak hoşgörülü bir açıdan bakmamızı sağlıyor.
Çok güzel, keyifli bir yazı okudum sayenizde. Emeğinize sağlık :)
Dengî Naz
Değerli yorumunuz için teşekkür ediyorum.
Evrt, gerçek bir kişiyi ve şahsında hayatımızda hemen her mecrada rast gelebileceğimiz benzer kişileri kaleme almaya çalıştım.
Ve evet yazıda da belirttiğim gibi insani hasletleri muhafaza edip tekamül yolunda önümüze cikan emsalleri işaret tabelası bilmeli , zira böyle büyür insan.
Sevgiyle kalın
Deng‐î Naz
Şimdi ben bu yazı hakkında nacizhane dikkatimi çeken iki husustan bahsetmek istiyorum.
Birincisi, kelimelerdeki ü, ö, ş gibi harfler u, o, s şeklinde yazıldığı için (telefon klavyesi olduğu için olabilir tabi) okurken anlamı zayıflatıyor.
İkincisi ve elbetteki daha önemli kısmı, bize öyle bir tarif verdiniz ki o kadını bizzat görmüş, yaşamış kadar olduk. Bu konuda tebrik ederim.
Ezcümle yazıyı çok beğendim. bana geçti.
Saygılar.
bayduygusal tarafından 28.8.2024 18:32:39 zamanında düzenlenmiştir.
Dengî Naz
Değerli yorumunuz ve yapıcı eleştiriniz için çok teşekkür ediyorum.
Klavye azizliğine dair durum için derhal düzeltme yapacağım .
Ağırlıkla şiire alışkın bir kalemden döküldü.Okuyana duyguyu aksettirebildimse maksat hasıl olmuştur, mutlu olurum bundan.
Çok teşekkür ediyorum tekrar
Saygılar
Deng‐i Naz
Tebrik ederim. Çok iyi bir anlatı dili, hani kelimelerle zeytinyağı gibi akan. Anlatıdaki tipte veya ona yakın kişiler esasında herkesin etrafında az ya da çok sayıda var. Ama doğrusu insanları böyle ustalıkla tanımak ve tanımlamak bu kişilerle aranızdaki ilişkiyi Rotalayabiliyor. Şayet tanımsyı erkenden yapabilmişseniz zarar görmeme imkanını iz vwrdır ama aksi halde ciddi zararlar görebilirsiniz. Böyle insanlar iyi taktisyen de olurlar. Birebir yüzleşme yerine birilerini kullanarak zarar vermeyi tercih ederler. Elbet benim burada böyle insanalrın davranış şekillerini ölçme ya da değerlendirme diyeyim, o kişinin yaşadıklarıdır. Davranışın kökeni ile toplumsal norm ve baskılara ne kadar maruz kaldığıdır. Tabi bu konu daha çok sosyo psikolojinin konusu, burda ahkam kesemem ama kendi gözlem ve okumalarımdan kısaca çıkarımlarımlar bunlar. Dikkatimi çeken husus gözlemleme yeteneğiniz. Keyifle okudum, devamını dilerim.
Dengî Naz
Değerli yorumunuz ve arketip üzerine yaptığınız kiymetli analiziniz için teşekkür ederim.
Ahkam değil, kulağa küpe edilesi görsel tecrübelerinizin samimi bir paylaşımı olarak görüyorum.
Tekrar teşekkürler
Sevgiyle kalın
Deng-î Naz