- 253 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
GÖRÜNMEZ MUM
Bir çay, iki poğaça istedim kantin görevlisinden. Sanki bir kafedeydim de öylesine siparişte bulunmuştum. Aynen öyle bir ifade vardı sesimde; hastane havasına zerre yer vermeyen içinde, bu soğuk yerde bana sıcacık bir köşe olmaya kararlı…
Ses de bir yer hâline gelebilir kimi zaman. Bir alan açar insana… Üşüten şeylere karşı bir koza örer. Ben de bu özelliğinden sonuna dek yararlanmaya kararlıydım sesimin.
Az sonra yukarı çıkacaktım. ‘Yataklı servis’ dedikleri; daha da soğuk, asık yüzlü bir yere… Refakatçi kimliğimi giyinip hasta kimliğindeki yengeme meyve suyu ve gazetesini götürecektim. Şeftalili olanından alacaktım, en sevdiği…
Akşam kızı gelecekti. Onunla dönüşümlü olarak kalıyorduk. Gündüz işte olduğundan geceleri refakatçi oluyordu. Ona kalsa işi bırakacaktı neredeyse… İki abisi bütün gün işteydi zaten, biri başka şehirdeydi üstelik. “Ne yapabilirim” diye dert yanarken ona öyle bir baktım ki gözlerini kaçırmak zorunda kaldı kuzenim. “Asla bu konuyu açmayacaksın bir daha!” dedim. “Gündüz paşa paşa işine gideceksin. Akşamları gelir, sabaha kadar doya doya özlem giderirsin annenle.”
Dışarıda güzel bir hava vardı. Hastane sınırlarında kalmayı zorlaştıran bir çağrı gibiydi çıkış kapısının penceresindeki o güler yüzlü görüntü. Aynen sesim gibi o da tamamen soyutlanmıştı sanki hastalık denen şeyden. Banklarda oturan, dolaşan, sohbet eden insanlar, yerlerde gezinen güvercinler; biraz soluklanmak, kısa süreli de olsa bir mola vermek için uğranan günlük güneşlik o parklara döndermişti bahçeyi.
‘Yengemi de çıkarabilseydim keşke’ diye düşündüm. Serum bağlanmıştı yengeme, o yüzden şu an için bu isteğimi gerçekleştiremezdim. Yine de birkaç dakika boş bulduğum bir yere ilişir, çay poğaça keyfi yapabilirdim. Az önce kahvaltısını yaptırmıştım. Televizyonda sevdiği diziyi de açmış, “az sonra geliyorum” demiştim. Kapıdan tam çıkarken birden arkama dönmüş, adımlarımın yönüne karar vermek için bir işaret göndermesini beklemiştim yengemin. Yüzünde gördüklerim doğrultusunda her an geri dönebilirdim odaya… Ya da umduğum gibi olursa derin bir nefes alır, yoluma devam ederdim.
Yengem gayet mutlu, TV’deki diziye dalmış, beni çoktan unutmuştu bile. Vicdanımı sızlatacak bir enkaz bırakmamıştım arkamda yani… Dümdüz gidebilirdim.
İşte şimdi bu düşünceyle, içim biraz olsun sızlasa da -ama bir yandan da aslında sızlaması için bir neden olmadığını bilmenin ferahlığıyla- kendime bir yer arıyordum.
Orta yaşlarda bir adamla kadının oturduğu banka ilişti gözüm. Oturan olursa diye, yayılmamışlardı banka. Sol yandaki bir kişilik boşluğu itinayla korumuş, sıcacık bir selam göndermişlerdi böylece oraya oturacak kişiye. Bu kutsal bir emanet gibi korunan yere yavaş yavaş yaklaştım, “Oturabilir miyim?” dedim. “Tabii, buyrun.” dedi kadın. Adam da gülümseyerek biraz daha yana çekildi.
Çayımı yudumlayıp poğaçamdan ısırıklar alırken yanımdaki çiftin kelimeleri çalınıyordu kulağıma. Dinlemek gibi bir niyetim yoktu aslında… Ama kulaklarımda henüz bir sorun olmadığından bu yakın mesafede duymamam mümkün değildi… Bu yüzden de ne kadar istemesem de hiç tanımadığım iki insanın mahremine giriyordum böylece. Neyse ki gizlenmesi gereken nitelikte şeyler söylemiyorlardı. Hatta ‘ulu orta söyleyebilselerdi keşke’ diye bile düşündüm… Sözlerini herkes duysa, kelimelerin nasıl şefkate aracılık eden şifrelere dönüştüğüne tanık olsaydı…
Evli bir çift miydiler yoksa yakın akraba… ya da arkadaş mı, çözemesem de emin olduğum bir şey vardı: Birbirlerinin kalplerinde çok özel bir yerlerinin olduğu…
“Ben uğrarım onlara, merak etme!” dedi adam. “Alışverişlerini yapar, hatta dışarı çıkarırım isterlerse. Ne zamandır ikisi de eve kapanıp kaldı. Şöyle arabayla bir Ankara turu attırıp göl kenarında bir yere götürürüm. Turan Amca balık tutar belki eskisi gibi.”
Yaşlı bir çiftten söz ediyordu galiba. Kadının dünyasında önemli bir konumları olan… Adamın sesindeki yatıştıran, sevecen ifadeden çıkarmıştım bunu.
“Alışverişe gittiğinde fazla bir şey alma sakın!” dedi kadın. “Yanlış anlayıp incinmesinler.”
Sesi adamın aksine hep endişeliydi. Yatıştıran değil, yatıştırılmayı bekleyen… En azından banka oturduğumdan itibaren böyleydi bu… Belki başka başka ifadelerle de çınlayabiliyordu o ses, kimbilir; ben kötü zamanına rastlamıştım.
Ama şundan emindim ki; onun da sıcaklıkta aşağı kalmıyordu kalbi yanındakinden. İncinmelerinden korktuğu o yaşlı insanlara duyduğu şefkatin aynısını görmüştüm yüzünde az önce çünkü: Yanlarına oturmak için izin istediğimde gülümseyip “buyrun” derken…
Yengem sabırsızlıkla gazetesini bekliyor olmalıydı. Son lokmalarımı da aceleyle ısırıp apar topar kalktım. Bu birkaç dakikalık molada güzel yüreklerinden dökülen sözcüklerle içimi ısıtan iki iyi insana baktım sonra; o soğuk yüzlü binadan içeri girdikten sonra uzun uzun yetecek kadar bir sıcağı cömertçe armağan eden bana… İyi günler diledim.
Bir saniye bile boşa geçirmek istemediğimden koşar adım hastanenin kapısına yöneldim. Bir an önce yetiştirmeliydim yengeme; yüzümde, ellerimde, herhangi bir parçamda hâlâ var olan o sıcağı; henüz kaybolmadan. En çok ona lâzımdı çünkü. Hastane soğuğundan da beter üşüten bir yerden gelmişti. Onu hasta edip buralara getiren… Alkolik bir adamın karanlığında kaybolmadan çocuklarını yetiştirmiş, görünmez bir mumu hep var edebilmişti evinin bir yerinde. Gerçek bir aydınlığın yerini tutmasa da yine de karanlığa boğmaktan iyiydi tazecik ruhları. Terzilik yapmış, üç çocuğunu ordan kazandığı parayla okutmuştu… İzin vermemişti sürekli boşalan o şişelerin evin merkezine kurulmasına… Onlara tutmamıştı ışığını.
Ne kadar yorulsa da hiç gocunmamıştı o koyu karanlıkta bir gıdım aydınlığı var etmek için koşturup durmaktan. O küçücük, ışıklı bölgede ailesini var etmişti en çok da. Oraya karanlığın sızmasına asla izin vermemişti.
YORUMLAR
Ben de çok beğendim, hem yalın bir dil, hem akıcı, hem de betimlemeler çok iyi...Hikãyeyi öyle aksatmadan, boğmadan, öyle yerinde düzgün ve güzel anlatmışsınız ki; birebir sizinle aynı ortamdaymışız gibi içine dahil oluyoruz ve o havayı soluyoruz beraber.
Bu yazıyı gözden kaçırsaydım çok üzülürdüm.
Teşekkürler...
Mavilikler
Aslında sanırım 'yenge' karakterinin büyük ölçüde amcamın hanımı, benim yengemi yansıtıyor olması öyküyü böyle yaşamın içinden, gerçek bir hikayeye dönüştürdü. Yengem büyük ölçüde öyküdeki karakter gibiydi. Amcamın alkol sorunu vardı. Alkolik bir insanın bulunduğu bir evi çekip çevirmek, aileyi ayakta tutmak çok kolay değil. Yengem tüm zorluklara rağmen her zaman dimdik durdu, o evi yuva haline getirmek için çırpınıp durdu hep.. Birkaç sene önce vefat etti maalesef. Nur içinde yatsın.
Güzel yorumunuz için çok teşekkürler...
Gule
Yazıda yaşanmışlık var, çarpıcı bir gerçeklik var, öyle olunca da hissediyorsun bir okur olarak ama bu sizin ustalığınızdan kaynaklı.
Ben de çok memnun oldum, teşekkür ediyorum.