- 146 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
NANE– LİMON
NANE–LMON
İlk kez görüyordum şehri, yüksek binalar rengarenk arabalar, farklı farklı insanlar. Okul Servisinin camına iyice yapıştım hayret ve merakla etrafı izliyordum, cam nefesimden buğulanıyor, elimle silip tekrar yapışıyordum cama. Aynı odayı paylaştığım iki kardeşimde benimle birlikte geliyorlardı. Galiba biz hep aynı yılın çocuklarıydık. Mehmet bana gösteriyor arabaları ben ona, derken Ömer tren görmüş hani şu televizyonda gördüğümüz trenlerden o taraftaki cama koşuştuk, gözden kayboluncaya kadar izledik onu. Dışarda ne kadar çok insan varmış birbirine benzemeyen, benim o güne kadar hayatımda gördüğüm tanıdığım sadece dört kişi vardı. Tabi kardeşlerimi saymazsak.
Üç, dört yaşlarım nasıl geçti çok hatırlamıyorum , o günlerden aklımda kalan siyah uzun saçlı bir kadın. Uzun saçları bazen tenimi gıdıklar bazense gözüme girerdi. O uzun saçlardan hiç hoşlanmadığımı çok iyi biliyorum. Aklımın tam olarak yettiği yaşlarda, Esma abla vardı. Beyaz tenli tombul bir kadındı. Elini ikide bir döşüne kor “Ay siz benim yüreğime indireceksiniz” devamlı böyle derdi. Gece oda bizimle kalırdı uzun beyaz gecelikle koridorda dolaşırdı, geceleri hayalete mi dönüşüyor acaba diye düşünürdüm korkardım. Yorganın içine iyice pusardım. Herkes ona Esma anne derdi , ben anne diyemedim, neden bilmem içimden gelmemişti. On dört kardeşimin hepsi de anne derdi bizi gerçekten sever miydi bilmiyorum bazen çok iyi olurdu, arada bize çikolata alırdı, kızardı ama dövmezdi. Çok yaramazlık yapanı kavga çıkaranı depoya kilitlerim derdi. Orası karanlık ve soğuktu hepimiz de oradan korkardık. Orada bir canavarın yaşadığını düşünürdük. Yaşça bizden daha büyük olanlar depoya girdiklerini orada canavarı gördüklerini hatta, gece o canavarın koridorlarda dolaştığını söylerlerdi, o yüzden aşağıya inemezdik. Acıktığımda veya susadığımda mutfağa inip su alamazdım. Ne zaman ki yemek zamanı gelirse ancak o zaman su içebilirdim. Büyük abiler sofrada artan ekmekleri ceplerine koyar götürür odalarında yerlerdi. Bir defasında bende cebime iki dilim ekmek koydum gece acıkınca yemek için, ama saklamayı becerememiş ürkek hallerim endişeli bakışlarınla hemen kendimi ele vermiştim Esma abla hemen anladı “ Dur bakıyım sende bir hal var” dedi ne yapacağımı bilemedim kekeleyerek “ Ben bir şey almadım dedim ama bu arada elimle cebimi sıkıyordum. Esma abla hemen ceplerimi aradı ekmekleri buldu aldı. Dedi ki. “ odalara ekmek yiyecek çıkarmak yasak kaç kez söyleyeceğim , sonra onun kokusuna karıncalar doluyor” dedi. Diğer abilere baktım onlar bana sus işareti yaptılar, bende beni dövmelerinden korktum sustum. Küçüklüğüm hep korkularla geçti desem yalan olmaz. Masada tıka basa karnımı doyursam da illaki gene acıkırdım ne kadar çok yersem o kadar çok acıkırdım. Aç kalmak ta bir korkuydu benim için. Bize denilen “Karnınızı iyice doyurun sonra açlıktan ölürsünüz” bende aç kalırsam hemen öleceğim sanırdım.
Birde temizlikçimiz Hülya hanım vardı. Televizyondaki ler gibi giyinirdi süslü, pullu, topuklu ayakkabı ve yüzüne ne bulursa sürerdi. Bildiğim bütün renkleri taşırdı yüzünde. Topuklu ayakkabılarla temizlik yapardı sonra ayakkabılar ayaklarını acıtır mıydı bilmiyorum, geri ayakkabıları bir köşeye fırlatıp çıplak ayaklarla paspas yapmaya devam ederdi. Şarkıcı olmayı çok istemiş ama olamamış, banyo ve tuvalet temizliğine girdiği zaman fırçanın sopasını eline alır bağıra bağıra orada şarkı söylerdi, biz de kapıdan gizlice bakar gülerdik. Bizi fark edince o kovalar biz kaçardık komik biri idi. Bir de arada sırada gördüğümüz müdürümüz vardı , müdür deyince gözümüm önüne gelen şey sarkık gıdığıydı. Konuşurken gıdığının etleri sallanırdı, sağa sola döndüğünde gıdısındaki o etlerde o tarafa bu tarafa sallanarak dönerdi. Dikkatimi çeker sürekli oraya bakardım. Sevimli gelirdi, düşünceli olduğu zaman gıdığını kendine doğru çekerdi o zamanda o gıdık üç kat olurdu. Öfkeli bir insandı ama yine de bizi severdi. Bu yüzlerden başka yüzü aklıma getiremiyorum.
****
Servisteki abla çocuklar yerinize oturun dese de, onu hiç duymamış gibi servisin içinde dört dönüyorduk o camdan bu cama koşup duruyor resimli binaları, bisikletli kişileri, koşuşturan insanları seyretmeye devam ediyorduk. Derken servisteki abla haydi inin okula geldik dedi. Elimizden tutup tek tek indirdi . Kocaman bir bahçe kapısından içeri girdik . İki tane büyük okul vardı, servisteki abla elimizden tuttu, okulun birinden içeri girdik.
Merdivenlerden çıkınca karşımızda uzun ince bir koridor çıktı yürüdük, koridorun sonuna gelince bir sınıfa girdik burası bizim sınıfımızmış. Servisteki abla burada durup bekleyin öğretmeniniz gelecek, sakın dışarıya çıkmayın dedi. Okul bitince gene ben gelip alacağım beni bekleyin anlaştık mı? tamam mı ? uslu durun ve kavga etmeyin dedi. Tamam dedik. O abla gitti.
Ben zaten sessiz uslu bir çocuktum, Esma abla kavga ettiğiniz zaman gerçek anneniz üzülür yanınıza gelmez derdi. Uslu çocuk olursak hiç ağlamazsak gerçek annemiz gözümüze gözükürmüş. Rüyamızda gelip bizi severmiş öyle derdi. Ben bunada çok inanmıştım.
Ondan olsa gerek hep uslu çocuk oldum. Ahmet çok yaramazdı durduk yere kavga çıkarırdı, elime basardı, çimtik atardı, ben yine de hiç ağlamazdım susardım. Bir defasında Belediye Başkanı gelmişti bana da araba hediye etmişti. Ahmet o arabamı kırdığında bile ağlamadım. Annem üzülmesin bana görünsün, rüyama gelsin diye bekledim. Annemi melek olarak hayal ederdim. Yatarken pencereyi açık bırakırdım camdan annemin uçarak geleceğini düşünürdüm. Bir gün Esma abla hepimizi topladı banyoya götürdü özenle yıkadı. Banyo yaptırırken “Yarın bayram elinizi yüzünüzü kirletmeyin tertemiz olun” dedi. Bayram nedir niye bayram olur merak ediyordum Esma ablama sordum, Esma ablam çocuklar bol bol şeker yer, hediyeler alınır ve büyüklerin elleri öpülür dedi. Bayramı heyecanla beklemeye başladım, içimi kendiliğinden oluşan tarifsiz bir sevinç sardı. Neyin sevinciydi bilmiyorum. Merakla yarını bekledim. Bizi sabah her zamanki saatten daha erken kaldırdılar, yemek odasına indik tabaklarımızda sadece peynir ve domatesli sandviçler yoktu. Yumurta, reçel, zeytin de vardı. Sevinerek kahvaltımızı yaptık . Esma ablam elimizi ağzımızı iyice yıkamamızı söyledi. Sonra bize yeni kıyafetler giydirdi. Büyük salona götürüp “burada bekleyin, sizin için gelecekler” dedi. Çok bekledik acıktık ama elimiz ağzımız kirlenir diye hiçbir şey yemiyorduk, sadece öyle merakla bekliyorduk.
Kim gelecekti, kendimce hayal kurarak bekledim. Büyük kapıdan hiç görmediğim annemin gelişini hayal ettim. Öğlen sonu koridorda tak tuk diye sesler geldi ses gittikçe yaklaştı bu topuklu bir ayakkabının sesiydi. İlk aklımıza temizlikçi Hülya hanım geldi ama gelen o değildi. İki erkek bir bayan ellerinde hediye paketleri ile geldiler. Hepimize hediyeler verdiler. Karşımıza oturup bizleri seyrettiler, adımızı sordular neyi severiz, neyi sevmeyiz hangi yemeği hangi oyunu oynamayı severiz gibi sorular sordular. Sürekli aralarında fısıldaşıp konuştular. Sonra da Fatma kardeşimizi yanlarına çağırdılar, elinden tutup salondan çıktılar. Fatma’yı bir daha hiç görmedik. Fatma’nın gitmesine çok üzülmüştüm kıvırcık sarı saçları masmavi gözleriyle yurttaki en çok sevimli çocuktu. Arada sırada onunla evcilik oynardık, oda benim gibi sessiz sakin biriydi ondan sonra tamamen yalnız kalmıştım. Fatma’nın gittiği gibi bazen arada böyle kardeşlerimiz ortadan kaybolurdu. Nereye gittiğini sorduğumuzda da Esma ablam “Uslu duran ağlamayan temiz çocukları, aileleri gelip götürür” demişti. Ben de hep uslu bir çocuk olmuştum ama benim ailem nedense hiç gelmedi. Yine de her bayram bekledim, belki benim ailem de gelir beni götürür diye hep bekledim.
Sayımız git gide azalıyordu. Bir sabah Esma abla değil de, bir başkası uyandırdı bizi. “Artık size ben bakacağım, Esma hanım hasta” dedi. “Benim adım Narin ister abla deyin ister anne” dedi. Ben yine abla demeyi seçmiştim. Anne diyemedim. Bana göre anne bize okudukları hikaye kitaplarındaki gibi olmalıydı, ve her hikayede çocukların annesi olurdu. Onları koruyan onları seven , oyunlar oynayan anneler (Bir annesiz yazılan kitap belki de benim hikayemdi.) Kendimi o hikayedeki çocukların yerine koyardım gözlerimi kapatır o hikayenin içinde yaşardım. Anne o hikayedeki gibi olmalıydı, Esma ablada Narin ablada onlar gibi değildi. Ne onlardan öncekilere nede sonrakilere anne diyemedim. Tâki onla karşılaşana kadar
. ***
Okula gelmeden bir gün önce de Narin ablamız bizi topladı banyoya götürdü. Saçlarımızı tırnaklarımızı kestiler. Hülya hanımın o tırnak kesmesi yok mu o çok canımı yakardı. Derin keserdi ki kısa zamanda uzamasın diye. Tırnağımızın kıpkırmızı etleri çıkardı o etler çok sızlardı, ama yine de ağlamazdım, beni annem seyrediyor diye düşünürdüm. Bana görünecek diye hâlâ bekliyordum. Okul için hazır olmuştuk. Okula gidip okuyup büyük adam olacakmışız, çalışkan uslu öğrenci olursak annemiz bizlerle gurur duyarmış. Sabah yine erken kalktık hepimiz aynı renkteki formalarımızı giyindik. Sırtımıza çantalarımızı taktık içinde defter, boya, kalem, silgi gibi her şeyimiz vardı. Narin abla eşyalarınızı kaybetmeyin ve kimseye vermeyin diye sıkı sıkı tembih etti.
Şehri görünce heyecanlandık, merakla etrafı izleyerek okula geldik. Okulda tüm çocuklar aynı bizim gibi giyinmişti kim fakir kim zengin belli değildi ta ki beslenme saati gelinceye kadar. Yanımda oturan Azra beslenme çantasını açtığında mis gibi börek kokusu geldi burnuma ,muz, çilek gibi meyveler getirmişti. Benim tabi gözüm kaldı, bana da ikram etti birlikte yedik, ben de ona sandviçimden verecektim açtığımda domates le peynir ekmeği ıslatmış hiç güzel görünmüyordu. Utanarak ikram ettim almadı, yine de bana teşekkür etti.
Bizim sınıfımız 1 /A idi Öğretmenimizin ismi de Zeliha idi, öğretmenimiz başı kapalı bir hanımdı. Onu öyle görünce şaşırmıştım hikaye kitaplarında öğretmenlerin başları açık annelerinse kapalı olurdu. O zaman hem anne hem öğretmen demek ki dedim. Öğretmeniz güler yüzlü, ve güzel di gözleri bize bakarken sevgiyle bakıyordu, ilk gördüğümde sevdim içim ısındı .
****
Harfleri öğrenmeye başladık, teneffüs olunca çocuklar bahçeye koşuyor oyunlar, oynarken de sık sık kavga ediyorlardı. Ben oynamaktan çekiniyordum hem oyun bilmiyor hem de *ya ben de kavgaya karışırsam*diye hep bir kenarda dururdum . Gürültülü seslerden yüksek konuşmalardan bağrışmalardan oldum olası korkardım. Zaten Müdürümüz çok sıkı tembih etmişti kavga etmeyin diye. Bir kaç gün okula gelip gittik . O günse çok yağmur yağdı teneffüse çıktık yılın ilk yağmuruydu, okul bahçesinin giderleri tıkalı olduğu için olanca yağmur, okulun bahçesine dolmuştu. Suyun içinde yürüyor gibiydik. Zıplıyorduk zıpladıkça yağmur suları her yerimize sıçrıyordu. Tekrar yağmur başladı, çocukların çoğu içeri girdi, ben ve bir kaç çocuk su da oynamaya devam ettik. Sırılsıklam olmuştum ders zili çaldı geri sınıfımıza girdiğimde
Öğretmenim “Ne yaptın oğlum hasta olursun, eve gider gitmez üzerindeki tüm ıslak elbiseleri çıkarıp kuru giysileri giyiyorsun, hemen bir nane limon kaynattırıp içiyorsun anlaştık mı” dedi. Biraz düşündüm ne demek istediğini anlamamıştım. Parmağımı kaldırıp sordum öğretmenim “Nane limon nedir? Çocukların hepsi bana güldüler çok utandım. Başımı yere eğdim gözlerimi kapattım ağlamamak için kendimi zorlasam da bir kaç damla gözyaşı süzüldü yanağımdan, içimden “Anne özür dilerim ben her zaman ağlayan çocuk değilim ne olur beni affet” diye dua ediyordum. Çocukların gülmeleri bitmek bilmiyordu gözlerimi sıkı sıkı kapattım ilk kez kahkaha sesleri kulaklarıma ne kadar itici gelmişti. Oysa gülmeyi güzel bir şey olarak bilirdim, insanları mutlu eden hareket derdim. Ama yerinde yapılmazsa gülmenin de can yaktığını öğrenmiş oldum. Nihayet o çirkin kahkaların sonu geldikten sonra gözlerimi açtım, öğretmenime baktım o da bana bakıyordu. Neşeli gözlerinde hüzün vardı. O hüzünlü gözleriyle uzun uzun baktı, bana söylemek istedikleri çok şey var gibiydi, susuyor ama gözleri her şeyi söylüyordu...
Sonra hepimizi toparlayıp dersimize devam edelim dedi. Çıkış zili çaldı dağıldık. Yetiştirme yurduna geldiğimde temizlikçimiz Hülya hanım yine şarkılar söyleyerek yerleri siliyordu. Yanına yaklaştım dedim ki “Öğretmenimiz eve gidince nane limon kaynattırıp iç dedi, sen bana kaynatır mısın” dedim.
Hülya hanım elini beline koydu dikildi “Öylemi bak şekerim bir kere burası ev değil yurt, ayrıca bende senin annen değilim, okuldaki çocukların hepsinin annesi var, öğretmenin der tabii sana kim yapacak da kim içirecek” dedi.
Demek ki nane limon tek annelerin yaptığı bir şey diye düşündüm, daha çok merak etmeye başladım. Hem üzgün hem çok bitkindim, odama gittim ıslak üstümü değiştirdim okul kıyafetlerimi kalorifer peteğinin üzerine serip kuruttum. Ödevimi yaptım çok üşüyordum ısınmak için yatağıma yattım öylece uyumuşum. Sabah uyandığımda yemek yemeden yattığım aklıma geldi. Evet evet aç yatmıştım öldüm mü acaba diye düşündüm. Aynaya baktım aynıydım melek olmamıştım kanatlarım yoktu. Ben ölmemişim dedim çok sevindim bir kerecik aç yatmakla ölünmüyormuş demek ki. Servisimiz gelince binip okula geldik. Sınıfıma girip sırama oturdum, biraz sonra öğretmenimiz geldi sınıfa girer girmez hemen bana baktı. Gülümseyerek yanıma geldi, çantasından küçük bir termos çıkardı “Al oğlum sana nane, limon kaynattım, nane limon biraz acıdır, içine bal da katarak tatlandırdım, bunu iç midene çok iyi gelir bağışıklığın güçlenir” dedi. Başımı okşadı eli alnıma değdi “Yavrum sen çok ateşlisin” dedi. Yanaklarıma falan dokundu “Senin dinlenmen, ilaç alman gerek” dedi sonra “Çocuklar bir sayfa “e, la” yazıyorsunuz tamam mı ben on dakikaya kadar geliyorum” dedi sınıftan çıktı. Meğerse bana ilaç almak için eczaneye gitmiş. Bir süre sonra elinde şurup şişeleriyle geldi. Bana iki ayrı şuruptan içirdi ateşin birazdan düşer dedi. Ben o zaman onu annem olduğunu düşündüm herhalde annem öğretmen kılığında yanıma gelmişti. Altı yaşına kadar bana bakan ilgilenen pek çok abla oldu ama, hiç biri Zeliha öğretmenim gibi değildi. Kimse onun gibi güzel bakmamıştı bana, hem de nane, limonu anneler kaynattığına göre benim annem kesin o idi. Tamda hikaye kitaplarındaki anneler gibiydi...
Bundan sonra bütün hayallerimi hep Zeliha öğretmen doldurdu onu annem olarak hayal ettim hep annem olarak düşündüm. Okuldan çıktıktan sonra yurda geldiğimde hep onu düşünüyordum. Termostaki nane limonu içtim o termosu baş ucuma koydum, yatarken onu yanıma alıp sarıldım yattım. Zeliha öğretmenim beni daha çok sevsin diye derslerime çok çalışıyordum. Okulu çok sevmiştim ve hep okulda kalmak istiyordum.
Benim kaldığım Yetiştirme Yurdu şehir merkezine uzaktı çevresinde tek tük evler vardı.. Camdan o evleri seyretmek benim tek eğlencemdi. Akşam ışık yanınca evin içindekiler görünürdü evlerin birinde tek çocuk vardı. Sürekli annesinin babasının kucağında otururdu, o çocuk kalkar dans gibi şeyler yapardı annesi ile babası alkışlayarak onu izlerlerdi. Onlar perdeleri çekince bende yatağıma yatardım. Beni o günlerde mutlu eden başkada bir şey hatırlamıyorum. Diğer çocuklar eğlenmesini bilirdi, benimse içimdeki boşluk gün geçtikçe büyümüş kocaman bir oyuk olmuştu. Ufak tefek sevinçlerimi de o oyuk yutuyor bana bir şey kalmıyordu. Yurdun bahçesinde demirden kaydırak vardı güneş çıkınca sıcacık ateş gibi ,güneş batınca buz gibi olurdu, bir tane de salıncağımız vardı ona binmek için kavga ederlerdik. Bizden büyük abiler bize hiç fırsat vermezlerdi onlar sallanır eğlenirlerdi biz küçüklerde hep onları seyrederdik.
Teneffüs te benim hiç oyun oynamayışım Zeliha öğretmenimizin dikkatini çekmişti.
-Neden oyun oynamıyorsun? dediğinde
-Ben oyun bilmiyorum arkadaşlarımda bilmediğim için aralarına almıyorlar dedim.
Öğretmenim elimden tuttu, arkadaşlarımın yanına götürdü.
-Hep birlikte yakar top oynayalım çocuklar, iki gurup oluşturalım, Mustafa benden olsun diye devam etti. O gün yakar top oynadık. Başka bir gün mendil kapmaca , başka bir gün köşe kapmaca, yerden yüksek gibi oyunları oynadık. Hepsini öğretmişti öğretmenim, her gün biraz daha Zeliha öğretmen benim annem diye beynimde yer ediniyordum. Tüm öğrencilerden önce okuma yazmayı öğrenmiştim ben başarılı oldukça öğretmenim beni daha çok seviyordu. Yumuşacık şefkatli elleriyle başımı okşaması yanağıma dokunması beni çok mutlu ediyordu.
Benim başarılı oluşum öğretmenimin beni sevmesi diğer çocukları kıskandırmış olmalı ki hiç yoktan sebeplerle bana laf atarlar kalemimi kırarlar, silgimi saklarlar hep kavga çıkarmak isterlerdi. Ne kadar kavgadan uzak kalmak istesem de bir defasında mecburen kavgaya karıştım. Hiç bir arkadaşıma vurmadım onlar hep bana vurdu burnum kanadı. Burnumun kanaması burnuma vurduklarından değildi, öfkeden sinirden üzüntüden kanamıştı. Öğretmenim bana “Neden kendini savunmadın en azından kaçıp uzaklaşsaydın neden seni dövmelerine izin verdin” dedi.
Tabi ben her zamanki gibi sustum, diyemedim *Anneler kavga eden çocukları sevmezmiş* diyemedim.
Öğretmenim devam etti “Gerektiği yerde kavga etmeyi de kendini savunmayı da bilmelisin öğrenmelisin dedi. Bak güzel oğlum insanı olgunlaştıran vücudu dayanıklı kılan acılardır. Sen aslında dayanıklı çok güçlü bir çocuksun, ama sanki kendine güvenin yok gibi, kendine güven kendinin farkına varmalısın güvenmek zorundasın, diğer çocukların güvendiği birileri olabilir senin... dedi durakladı yine derin derin baktı gözlerime senin arkanda hiç kimsen yok diyecekti ama diyememişti, ve “Sen kendine inan, özelikle korkularının üstüne git hiç bir şeyden korkma düşersin kalkarsın , yaralanırsın iyileşirsin, bunlar olmazsa içindeki seni bulamazsın, kendini hep ezik hisseder ve ezilirsin, kendine güven ” Dedi...
Öğretmenim çok haklıydı. Ben büyüdükçe İçimde var olan korkularda büyüyor beni geriletiyordu. O gün ben ilk defa okuldan yurda istekli olarak gittim. Hemen çantamı odama koyup doğruca hiç kimseye haber vermeden, tek başıma çok korktuğum depoya indim. Karanlık ve pis kokuyordu soğuktu...hâlâ korkuyordum ama korkularımı yenmem gerekiyordu. İçim titreyerek yavaş yavaş yürüdüm, hem geniş hem uzun ucu görünmeyen bir koridor, koridora açılan bir sürü eski kırık dökük kapılar, neyse biraz daha ilerleyince sesler duymaya başladım geri geri çekildim, geri anneee diye bağırarak koşmaya başladım çıkışa geldiğimde, Zeliha öğretmenimin sözü geldi aklıma, annem yoktu, gelip beni kurtaracak kimsem yoktu her durumda ben beni kurtarmalıydım. Geri döndüm kendimden emin adımlarla sesin geldiği yöne doğru gittim gittiğimde hiçbir şey yoktu, görünmüyordu, başka yerden bir ses daha geldi o sese doğru koştum gördüğüm bir fareydi. Odanın birinin kapısı kendiliğinden açılıp kapandı her açılıp kapanmasında da gıcırt diye ses çıkarıyordu, odanın içinde de hiç duymadığım sesler geliyordu. Şapur şupur gibi şraakk gibi, ne olabilirdi hem merak ediyor hemde korkuyordum. Canavarın orada olabileceğini düşündüm, nasıl bir şeydi acaba, hikaye kitaplarında ki gibi yedi başlı dev mi, veya ejderha yılan mı?
Gerçekten bu sefer çok korkuyordum ama yine de gidip kapının aralığından baktım hiçbir şey göremedim , pencerenin camı kırılmış, kırık cama bir naylon germişler oda yerinden çıkmış, rüzgardan içeri dışarı hareket ettikçe değişik hışırtılı sesler çıkarıyor. Başka da hiçbir şey yoktu, her tarafa baktım canavarı görememiştim demek ki biz yıllarca bu depodan boşuna korkmuşuz boşuna susuz ve aç kalmışım. En büyük korkumla yüzleşmiştim. Büyüyordum kendine güvenerek kendine inanarak büyüyordum.
***
Dört sene Zeliha öğretmenin öğrencisi oldum. Zeliha öğretmen her fırsatta bana akıllar veriyor örnek hikayeler anlatıyor, kendi başıma bir birey olduğumu söylüyor beni hayata hazırlıyordu. Tıpkı çocuklarına hayatı öğreten anneler gibi. Veda vakti yaklaşıyordu biliyordum ama dayanıklı olmak yada öyle görünmeye çalışıyordum. Zeliha öğretmenimden ayrılmayı hiç istemiyordum. Diğer çocuklar gibi mezun olacağım diye sevinemedim. Artık okulun son günleri idi.
Benim ne içimde ne de yüzümde hiç bir sevinç ibaresi yoktu. Daha on yaşındayım ve beni seven ilgilenen tek kişi olarak bildiğim annemdir diye hayal ettiğim öğretmenimden ayrılacaktım. Hiç ağlamazken o gün çok ağladım, arkadaşlarım beni avutamadı, öğretmenim geldi niye ağlıyorsun diye sorular sordu sebepler aradı, ben kendimi kilitlemiş onlara hiç cevap vermiyor sürekli ağlıyordum. Tüm yılların acı suskunluğun birikimi yağmur gibi akıyordu gözlerimden. İçimdeki üzüntüyü kederi nasıl anlatabilirdim öğretmenime ne diyebilirdim, ben senden ayrılmak istemiyorum ben seni anne diye biliyordum... diyemezdim, o yüzden sürekli ağladım. Sonunda öğretmenim beni aldı rehber öğretmenimize götürdü orada benle konuşmaya çalıştılar, hiçbirine cevap vermeden sustum. En sonunda Zeliha öğretmenim “Sen anlatmazsan biz çözüm bulamayız anlat konuş be oğlum” diye öfkelendi o zaman daha çok kahroldum. Dedim ki “sen de benim annem değilmissin” öğretmenim “Çocuğum ne demek istiyorsun ne oldu” ben yine “Sen de benim annem değilmissin ! anneler çocuklarına kızmaz, anneler çocuklarının neden üzüldüğünü hisseder anlar, ama sen bilemedin, sen de benim annem değil missin” Diyerek odadan çıktım okulun dışına yola doğru koştum. Arkamdan hemen öğretmenim de fırladı bana yetişti tuttu kolumdan yanına çekti, küçük bir park vardı oraya götürdü.
Oturduk orada uzun uzun konuştuk o zaman hayallerimi anlattım neden daha önce hiç ağlamadığımı neden pencereyi açık bıraktığımı, her bayram o büyük salonda annemi beklerken, hep tek başıma odama çıktığımı anlattım bu sefer ağlayan ben değildim öğretmenimdi. O güzel gözleri kıpkırmızı olmuştu. Onu ağlattığım içinde ayrıca üzülmüştüm. İçimden geldi sarıldım oda bana sıkı sıkı sarıldı. Dedi ki “ Bak yavrum anladım ki hep bir arayış içindesin önce bunu sonlandıralım olur mu. Ben senin öğretmeninim annen değilim beni anneyin yerine koyman beni çok sevindirdi, keşke senin gibi akıllı bir çocuğum olsaydı, benim oğlum olmanı çok isterdim ama ne yazık ki değilsin. Belki senin annen benden çok daha iyi birisidir. Gel seninle Kaldığın yurda gidelim asıl annen kim öğrenelim ne dersin” dedi. Hemen atladım “Tamam öğretmenim hemen gidelim belki annemi buluruz “dedim. Arabasına bindik doğru kaldığım yetiştirme yurduna gittik. Müdür yoktu odasının kapısı kilitli idi, Narin hanım da ben sonradan geldim, Esma hanım biliyor olması gerek dedi. Öğretmenim Narin hanımdan Esma hanımın numarasını aldı. Esma hanımla konuştu görüşmek istediğini söyledi . Esma hanım adresini verdi, hemen oraya gittik.
Şehrin ücra köşesinde tepedeki gecekonduda oturuyordu. Öğretmenim elimden tuttu yokuşa doğru dar taşlı yoldan tırmandık. Dört, beş ev vardı hepsinde çatıları tenekeden yapılmıştı, tavuklar, kediler de vardı orada. Onlara bakarak giderken ayağım takılıp düştüm öğretmenim hemen kaldırdı beni , bir yerin acıdı mı diye sordu elim acımıştı ama söylemedim “ iyiyim öğretmenim dedim tekrar yürümeye devam ettik. Öğretmenime göstermeden elime baktım ki avucumun içi yüzülmüş kanıyordu. Cebimdeki mendili avucuna alıp sıkıca sıktım elimi de cebime soktum. Esma hanımın evine geldiğimizde bizi kapıda karşıladı, beni görünce sarıldı öptü. İçeri davet etti ikramlık için bir şeyler hazırlamış hemen önümüze getirdi, “Buyurun hem yiyelim hem konuşalım” dedi. Ben elimi cebimden çıkarmak istemedim çok ısrar edince sol elimle uzandım, hemen Esma hanım, “Aşk olsun Mustafa sana böylemi öğrettim, sol elle yemek yenmez unuttuk mu, ilk sağ elimizi kullanıyorduk hani” dedi. Öyle deyince çaresiz sağ elimi cebimden çıkardım ki elim tüm kan içinde kalmış. Öğretmenimde Esma hanımda korkarak paniklediler “ne yaptın sen , eline ne oldu, gibi sözlerle elimi tuttular. Öğretmenim “ düştüğünde mi oldu, neden söylemedin oğlum” deyince , öğretmenimin, belki beni geri götürürsünüz annemi bulmaktan vazgeçersiniz diye söylemedim” dedim
Öğretmenim “ Ah yavrum hiç olur mu, sen tavuklara bakarken düştün gözün yolda değil etrafında idi değil mi? Başımı yere eğdim haklısın öğretmenim dedim. Öğretmenim “ Yara derinse doktora götüreyim” dedi .Esma hanım “Yok, yok kan durmuş zaten doktorluk bir şey yok” dedi. Hemen krem, ilaç getirdi elimi bir güzel sardı. Ben “ Öğretmenim elim acımıyor annemin nerede olduğunu sorabilirsiniz “ dedim. Ve beklediğim konuşma başlamıştı
Öğretmenim “Esma hanım biz Mustafa’nın ailesini arıyoruz kimlerdir, neden Mustafa yetiştirme yurdunda büyüdü? bu soruların cevaplarını arıyoruz. Yurda gittik Müdür bey yoktu ondan izinsizde görevli dosyaları bize göstermedi. Bizde de biraz sabırsısız galiba o yüzden sana geldik” dedi.
Esma hanım “ Vah yavrum ben nebiliyorumki tek bildiğim o büyük depremden senin sağ olarak kurtulman dışında” öğretmenim hemen “ Yani Mustafa ailesini depremde mi kaybetti”? diye sordu. Esma hanım “O depremden çok az kurtulan oldu Mustafa’nın aileside göçük altında kalmış, iki gün sonra gürültüler patırtılar kesilince Mustafa’nın sesi duyulmuş, kazmışlar ulaşmışlar ama tek Mustafa’yı sağ çıkarmışlar , Mustafa’nın annesi ile babası onu ortalarına almış sarıp sarmalamışlar Mustafa o sebepten hiç yara almamış, maalesef ki Annesi ile babası düşen beton parçaları yüzünden ölmüşler cansız bedenleri bulunmuş. Mustafa bir iki gün hastanede kaldıktan sonra bize haber ettiler gidip aldık, Mustafa o zaman daha üç haftalıktı. Anne adı Baba adını hatırlayamayacağım ama kayıtlarda vardır. Asıl memleketi adresi kütüğü hakkında bilgi var mı bende bilmiyorum” dedi.
Ben tamamen yıkılmıştım keşke hiç öğrenmese idim en azından umutlarım vardı. Belki bir gün ailemi bulurum annemi görürüm umudu. Artık o umutta tamamen uçup gitmişti... Öğretmenim de çok üzüldü oda belki diyerek gelmişti. İkimizde hayal kırıklıkları içinde hiç. Konuşmadan dakikalarca durduk. Yüzüm nasıl bir ifadeye bürünmüştü ki Esma hanım “Öğretmen hanım keşke çocuğun yanında konuşmasaydık “dedi. Öğretmenim “ Yok Mustafa kendi kulakları ile duyması iyi oldu. Evet Mustafa çok üzgünüm oğlum maalesef ki acı gerçeği öğrendik. Senin annen çok özel birisiymiş ki senin gibi akıllı bir evlat dünyaya getirmiş ve kırkı dahi çıkmadan şehit olmuş. Şimdi anladın mı sana neden güçlü ol dediğimi kendine güven dediğimi? Bak sana söz veriyorum Mustafa, seni ziyarete geleceğim hatta akrabalarına ulaşmaya çalışacağım, belkide yalnız gelmem onlardan biriyle gelirim kim bilir. Bu kadar oldu ya daha peşini bırakmam dedi. Benim kafamda hala annemle babamın ölmüş olması vardı öğretmenimi duymuyordum, İçimdeki çöküntüleri asıl içimde olan depremi dile getirmeye kelime bulamamış her zamanki gibi susmaya gücüm yetmişti.
Derken öğretmenim “ Mustafa oğlum iyimisin ? Diye sordu. Hafifçe başımı salladım. “Haydi oğlum gel okula gidelim, söz verdim seni ziyarete geleceğim, bulacağım seni” gibi sözler ediyor Esma hanıma teşekkür ediyor, kısık seslerle bir şeyler daha konuştular ama ben onları hiç duymuyordum zaten, öğretmenimin seside çok uzaktan gaipten gelir gibiydi. Sadece bana uzanan eli gördüm alışkanlık herhalde tuttum öğretmenimin peşi sıra çıkıp gittim.. .
Arabaya bindik okula gelene kadar hiç konuşmadım çok üzgündüm ne düşüneceğimi ne konuşacağımı hiç bilmiyordum. Öğretmenimde benim kadar üzülmüştü arada gözlerini siliyordu belli ki bana göstermeden ağlamıştı. Tekrar okula geldik servisim gelmiş beni bekliyorlardı, öğretmenimle vedalaştım sarıldım hiç bırakmak istemiyordum, öğretmenimde bana sıkı sıkı sarıldı. Her zamanki zarafeti inceliği ile “ Ee Mustafa bey benim başarılı akıllı zeki öğrencim diyerek Takdir belgemle karnemi uzattı. Bende teşekkür ettim servise doğru yöneldim öğretmenim arkamdan “Geleceğim Mustafa mutlaka geleceğim” dedi. Servise bindim camdan bakarken benim gözlerim ona “ne olur gel beni unutma öğretmenim” diyordu. Oda bana bakarken gözleri “söz verdiğim gibi geleceğim “diyordu...
. ***
Yurda geldim tabi artık eski çocuk değildim yeri geldiğinde hakkımı savunuyor, yeri geldiğinde kavga da ediyordum, dayakta yediğim oldu ama eskisi gibi korkmadan hayat mücadelemi vermeye başlamıştım. Yine bir bayram günü temiz yeni kıyafetlerimizi giyindik ellerimizi yüzlerimizi temizledik büyük salonda bekliyorduk ve yine ayak sesleri geldi, benim artık beklentim yoktu annem babam ölmüştü, akrabalarım olsaydı şimdiye kadar gelir beni bulurlardı. Aslında yüreğimin köşesinde beklediğim biri vardı, ama oda mecbur değildi belkide beni unutmuş yeni öğrencilerine annelik ediyordur diye ümitlenmek istemiyor, hayal kırıklığı yaşamayım diye aklıma bile getirmiyordum. Orada sadece arkadaşlarım için bulunuyordum, ellerini öpmek şekerimi belki verilerse hediyemi almak için oradaydım. Beş yaşındayken geçirdiğim bayram sabahı geldi aklıma Fatma’yı düşündüm nerede, mutlumu acaba diye yine kendi düş alemime dalıp gitmiştim. Birden “Mustafa” diye seslenen oldu, ses tanıdıktı o sesi ne kadar özlemiştim yüreğim çarpmaya başladı, doğruldum baktım ki öğretmenim. O güzel gözleriyle bakan öğretmenim vardı karşımda, koştum sarıldım. Öğretmenim “Sana söz vermiştim geleceğim demiştim bak sözümü tuttum geldim işte” dedi. Yanlarına gerisine baktım, içimden öğretmenim yalnız gelmeyecekti dedim bir akrabamı ailemden birini görmeyi umuyordum. Hiç kimse yoktu. Gözlerimle arayışım öğretmenimin gözünden kaçmadı “Mustafa sana söz vermiştim ailenden birini bulacağım diye ama maalesef kimseyi bulamadım yavrum, çok üzgünüm ama pes etmiş değilim, birlikte arayacağız” dedi. Elini uzattı gel benimle bundan sonra benimle yaşamak ister misin” dedi. Sevincimden ne diyeceğimi bilemedim öylece gülerek yüzüne baktım, elimi uzattım, elimden tuttu salondan diğer kardeşlerimin ellerinden tutup gittikleri gibi ben de bir annenin elinden tutup gittim salondan. Bu sefer başım önde üzgün elime tutuşturulan bir oyuncakla odama dönmedim, bir meleğin elinden tutup gittim.
Müdürümüze gittik beni sahiplenmek istediğini büyütüp okutmak istediğini söyledi.. Müdürümüz okuldan zaten Zeliha öğretmenimi tanıyordu, bazı kağıtlara karşılıklı imzalar attılar. Hadi oğlum gidelim dedi. Ben “Odamdan bir kaç şey alabilir miyim” dedim “Yok oğlum hepsi kalsın senden sonraki çocuklar kullansın, oyuncaklarınla oynasın. Hem o günleri de unut, yeni bir hayata başlıyorsun” dedi.
Ben de “ öğretmenim benim çok önem verdiğim bir şey var onu almak istiyorum” dedim “Peki hadi git bakalım” dedi.
Koşarak odama çıktım yanımda götüreceğim tek bir şey vardı oda termos tu, aldım indim aşağıya. Zeliha öğretmenimin bana ilk nane limon kaynatıp getirdiği küçük termosu görünce tekrar duygulandı gözleri doldu. Dedim ki “ o günleri hiç unutmayalım öğretmenim büyüsekte unutmayalım” dedim. Öğretmenim de “Artık öğretmenim yok bundan sonra ister abla, ister anne, sen kendini nasıl mutlu hissedersen öyle hitap et dedi. İçimden gelerek yüreğimden koparak söyledim *Anne..Anne*.
******
İKİNCİ BÖLÜM
Çok sevdiğim Zeliha öğretmenim artık benim annemdi ve bu durum benim için hiç hayal etmediğim bir hayatı yaşamama sebep oldu. Artık onun sayesinde bir eve kendi odama kısaca bir aileye sahiptim. Zeliha öğretmenim, annelik görevlerini son derece sorumlulukla yerine getiriyor ve benim ihtiyaçlarıma özen gösteriyordu. Ben çok şanslıydım, hayatım boyunca ona minnettar olacağım. Artık bir annem olduğu için kendimi daha güvende ve sevgi dolu hissediyordum.
Zeliha annem her gittiği ortama beni de götürüyor ve beni oğlum diye tanıtıyordu. Beni her türlü toplulukla tanıştırarak sosyal ilişkilerimin artmasına yardımcı olmaya çalışıyordu. Bu sayede çeşitli insanlarla iletişim kurmayı öğrendim, farklı ortamlarda rahatlıkla adapte olabiliyordum. Her zaman her yerde annemin yanımda olduğunu hissetmek benim benlik saygımın ve özgüvenimin oluşmasına da katkı sağlıyordu. Çocuk yaşlarda beni gelecekteki sosyal ilişkilerime daha iyi hazırlıyordu. Bana diyordu ki “benim çevrem bir gün senin çevren olacak benden sonrada hiç yalnız kalmayacaksın” diyordu
Zaman su gibi akıp geçerken, Zeliha annem beni en iyi okullara ve dershanelere gönderiyor hep destekliyordu. Bu sayede, kendime güvenen ve başarılı bir genç olma yolunda emin adımlarla ilerliyordum. Annemin bu fedakarlığı sayesinde, eğitimimde önemli adımlar atabiliyor ve potansiyelimi tam anlamıyla kullanabiliyordum. Her yeni gün, yeni bilgiler öğrendiğim ve yeteneklerimin geliştiği bir dönemdi. Yazmaya başlamıştım sosyal sorumluluk yazılarım okul gazetelerinde en baş sayfalarda bazen yerel gazetelerde, hatta dergilerde makalelerim yer alıyordu. Annemin bana olan güveni ve destekleri, motivasyonumu yüksek tutmama yardımcı oluyordu. Bu sayede, zorluklarla karşılaşsam dahi pes etmeden mücadele edebiliyor ve hedeflerime doğru emin adımlarla ilerliyordum.
Annemin bana sunduğu imkanlar, geleceğime olan inancımı daha da pekiştiriyordu. Kendi yeteneklerime güvenmeye başladıkça, kendimi daha da motive hissediyordum. Annem sayesinde edindiğim disiplin ve çalışma alışkanlıkları, beni başarılı bir öğrenci olmaya, aynı zamanda da yazar olmaya yönlendiriyordu. Annemin destekleri ve fedakarlıkları benim için çok önemliydi ve bunun farkında olarak, ona minnettarlığımı her zaman hissediyordum.
***
Zeliha annem, benim üzerime çok fazla düşmesi, tam bir yetişkin olunca içimde ezilmişlik duygusu yarattı. O kadar iyi niyetle ve özveriyle bana bakarken, ben onun için hiç bir şey yapamıyor hep alan taraf oluyordum ben onun iyilikleri karşısında kendimi ezilmiş hissediyordum. Bu durum bana çelişkili bir his yaşattı. İşte bu nedenle şimdi düşündüğümde, belki de bu durumu Zeliha annemin gerçekte annem olmayışı olabilirdi. Anne ile çocuk ilişkisi, doğal olarak yoğun bir sevgi ve bağlılık içerir. Bir anne, çocuğunu en iyi şekilde anlar, destekler ve korur. Nasıl oluyordu da Zeliha öğretmenim benim gerçek annem olmadığı halde beni anlamakta, desteklemekte ve sevmekte bir anne kadar başarılıydı. Ben karmaşık duyguların üstesinden gelmeye çalışırken, onda hiç bir sorun yoktu çok rahattı ben yanında olduğum için çok mutluydu. Sık sık “ Seni karşıma çıkaran Allah’a binlerce kere şükürler olsun” diye dua ediyordu.
Her gün, kalktığımda mutfakta masada hazır bir tost olurdu. Bu tost, soğumadan önce özenle muhafaza edilmiş beni bekliyordu. Birde radyoda kısık sesle çalan Ayla Dikmen den Anlamazdın şarkısı, ona ıslık çalarak eşlik eden çaydanlığın buharı...Huzur davet eden sıcacık bir ortam. Annem, her sabah rutinini hiç aksatmazdı ve her zaman aynı özenle hazırlardı. “Artık kocaman adam oldum lütfen erken kalkıp zahmet çekme emekliliğin tadını çıkar, ben kendi kahvaltımı kendim hazırlarım desem de, “Sen aç gidersen benim içim rahat etmez oğlum ben böyle mutlu oluyorum” diyordu. Bazen kendimi tam bir asalak yaratık gibi hissediyordum.
Zeliha annem boş oturmayı sevmeyen hep hareket halinde biriydi, ya derneklere gider insanlara yardımcı olmak için bir şeyler yapar yada elinde bir şeyler örürdü . Son zamanlarda okuldan geldiğimde onu hep yatıyor olarak bulmaya başladım. Hastamasın yoksa diye sorduğumda “İyiyim biraz yorgun düştüm herhalde yaşlanıyorum artık” deyip geçiştiriyordu. Ondaki bu halsizlik normal değildi onu bitkin görmeye hiç alışık değildim. Gerçekten yaşlanıyor muydu.
Yine bir sabah mutfağa girdiğimde ne çay yapılmıştı nede masa hazırlanmıştı. Zeliha annem genellikle hiç aksatmazdı, bu durum beni şaşırttı. Merak ederek odasına gittim ve onu çok halsiz buldum. Zeliha anneme ne olduğunu sorduğumda “Biraz rahatsızım zamanla toparlanırım hadi sen okuluna git beni merak etme” dedi. İçimden onu öyle bırakıp gitmek gelmedi ona yardımcı olmalıydım benden başka onunda kimsesi yoktu ki. Zeliha anneme için bir şey yapmak ona yardım etme fırsatı geçmişti elime . Hemen taksi çağırdım. Annem karşı çıktıysa da onu hastaneye götürmekte kararlıydım. Yolda kendi doktor arkadaşı Ferit beye götürmemi istedi. Hastaneye gelip Ferit beyi buldum “Annem çok bitkin yorgun hasta galiba özellikle size haber vermemi istedi” dedim Doktor “ Bilmiyor musun annen böbrek hastası “ dedi ve “ Her iki böbreği de sağlıklı çalışmıyor artık iflas etmiş durumda. İki , güne bir gelip diyalize bağlıyoruz , en son geldiğinde artık hastaneye yatmasını söyledim durumu gittikçe ağırlaştığını anlattım ama yatarak tedavi etmeye ikna edemedim “dedi.
Hayretle dinledim doktoru , o benim her şeyimi bilip takip ederken ben nasıl oldu da onun bu kadar hasta olduğunu hissetmemiştim. Doktor, annem için ilaç ,diyaliz bir yere kadar artık nakil şart, gerçi onu bile kaldıracağından artık emin değilim deyince, “ Peki niye bu güne kadar neden durdunuz neden nakil yapmadınız” diye çıkıştım. Oda “Kolay mı öyle hemen böbrek bulmak “ dedi. Tüm bu duyduklarıma çok üzüldüm ve kendimi suçlu hissettim. Anladığım kadarıyla annem, bana hiç bir şey hissettirmeden kendi kendine bu hastalıkla mücadele ediyormuş. Bu durum beni daha da derinden üzdü. Onun yanında olmak ve destek olmak için elimden geleni yapmam gerekliydi.
Beni gerçek annem gibi seven bu kadına, bende bir evlat gibi olmalıydım ve böbreğimi vermeye karar verdim. Bir insanın hayatında aldığı en değerli hediye sağlığıdır. O bana bir çok hediye alıp sevindirmişti şimdi sıra bendeydi , bende ona hayat hediye edecektim.
Hemen doktora benim böbreğimi alın lütfen dedim . Doktor “Ancak, uygun olmayabilir hem bakalım annen buna razı olacak mı? Dedi
Bende “Bakın doktor bey beni gerçek evlat gibi seven bir kadın var. Aramızdaki bağ biyolojik olmayabilir biz sevgi ve şefkatle bağlıyız, bana bakmış büyütmüş hep arkamda durmuş bir öğretmenim var karşımda. Ben de öğretmenime minnet borcumu ödemek için elimden geleni yapmak istiyorum lütfen böbreğimi alın ve onu yaşatın hatta, böbreği benden aldığınızı anneme de söylemeyin dedim. Doktor “Ancak böbrek bağışı ciddi bir karardır ve dikkatli bir şekilde düşünülmesi gereken bir süreçtir.
Böbrek bağışı için bir dizi testten geçmek gerekir Bu testler, donörün genel sağlık durumu, böbreğin uygunluğunu yani herhangi bir tıbbi sorunun bulunmaması ve böbreklerin normal şekilde çalışıyor olması, bir böbrek bağışı için önemli kriterlerdir. Ve ciddi bir cerrahi işlemdir, iyileşme süreci zaman alabilir. Yani oldukça zorlu günler var buna hazırmısın “dedi.
Hazırım hepsine hazırım dedim. Hemen işlemlere başladık. Beni de hastaneye yatırdılar testler yaptılar. Doktor Ferit bey kan uyumunuz var, sanırım nakil yapabiliriz. Bir hafta seni de burada ağırlayacağız gözetim altında olmalısın daha testler bitmedi. Bu durumu Zeliha hanıma nasıl açıklayacak sın? Diye sordu. Bende “öğle saatinde günlük kıyafetlerimi giyer ziyarete giderim. Bir saat gibi yanında kalır geri yatağıma dönerim” dedim. Doktor kabul etti “ Gel gidip annene müjdeyi verelim” dedi.
Annemin yanına geldiğimizde annem hiç kıpırdamadan yatıyordu. “ Anne!!!Anne!!! Diye silkeledim, yavaşça gözlerini açtı. Çok şükür dedim ömrümden ömür gitmişti. O nu kaybedersem ne yaparım nasıl yaşarım o yaşamalıydı, yaşaması için de ne gerekiyorsa yapacaktım.
Anneme böbrek bulundu diye müjdeyi verdik ama annem pek sevinmedi “Ben çok yoruldum, hiç bir şeyi kaldıracak durumda değilim” dedi. Ben “Yok anne öyle pes etmek yok hem Zeliha Öğretmene yakışır mı pes etmek” dedim. Annem “gücüm yok oğlum tükendiğimi hissediyorum” dedi. Hemen doktora döndüm Ferit bey ne olur bir haftayı beklemeyin hemen bugün olmazsa yarın yapın nakil ameliyatını “dedim. Doktor Ferit beyin yüzü endişeli bir şekil aldı. “Zeliha hanımı yormayalım dışarda konuşalım” dedi. Doktor bey bana “ bak evlat anneni kurtarmak istiyorsun biliyorum ama annem masadan kalkamayabilir bunu da göz önünde bulundur ona göre karar ver” dedi. Bende “Onun bir gün bile yaşayacağını bilsem yine de bu ameliyata razıyım “dedim
“ Öyleyse git dinlen uyu bende kurulu toplayıp ameliyat için konuşayım büyük ihtimalle yarın yaparız bu ameliyatı” dedi.
Odama gittim Allah’a yalvardım onu bana bağışlaması için dua ettim. Uyumaya çalıştım , bir kaç günün uykusuzluğu stresi o testten bu testte o filmden bu filime koşuşturmak yormuş beni uyuyup gitmişim. Kulağıma okunan sabah ezanı geldi, gözlerimi açtığımda hastanedeydim korku dolu stresli bir gün daha başlıyor Allah yardımcımız olsun dedim.
Annemin yanına gitmek istedim hemşire ilaçlarını alınca uykuya daldığını sonra gelip görmemi söyledi. Doktor Ferit bey geldi, yarım saate kadar ameliyata alırız bir şey yedip içme diye tembih etti. Abdestimi aldım bana verdikleri ameliyat gömleğini giyindim beklemeye başladım. iki kişi ellerinde tekerlekli sandalye ile geldiler. Bindim ameliyathaneye doğru gittik. Buz gibiydi perdeler arasında üç beş gurup doktor, her gurum ayrı bir masada, hastanın başında ameliyat ediyorlardı. Serumu koluma taktılar birde iğne yaptılar, biliyordum ki o iğneden sonra derin bir uykuya dalacaktım. Allah’a dua ederek uyumak istiyordum uyandığımda annemin sağlıklı bir şekilde bana gülümsediğini görmeyi hayal ederek uyumuşum.
Böğrümde derin bir acıyla uyandım dilimde hala dua vardı kendime geldiğimde annem annem nasıl dedim. Hemşire şimdilik iyi ama tam iyi olup olmadığını süreç belirleyecek dedi.
Hala üşüyordum titremeye başladım hemşire Doktor Ferit beyi çağırdı, Doktor bir iğne yaptı birazdan ağrıların hafifler , kendini bırakma aslan parçası dedi gitti.
Ben tekrar uykuya dalmışım uyandığımdan ağrılarım gerçekten hafiflemişti. Ayağa kalkmaya çalıştım ama dönemedim, Hemşireden yardım istedim annene götür beni onu uzaktan olsun göreyim dedim. Hemşire hemen ayaklanma dikişlerini zorlama her şeyin bir zamanı var deyip gitti.
Akşam üzeri doktorumuz Ferit bey geldi, nasıl olduğumu sordu, kendimi fazla zorlamadan dolaşabileceğimi söyledi. Hemen annemi sordum. “Annen senin gibi değil, onun iyileşme süreci oldukça zaman alır, biz doneri 6 da 4 lük uyumlu bulduk ama bakalım onun vücudu kabul edip hemen uyum sağlayacak mı, sana durumunun kritik olduğunu söylemiştim, istersen gidip görebilirsin ama onu çok yormamak şartıyla” dedi.
Doktor çıktıktan sonra hemşire yardımıyla hastane kıyafetlerimi çıkarıp, eşofmanımı giyindim annemin odasına gittim. Hiç bir değişiklik yoktu sanki daha da ağırlaşmıştı “. Annem nasılsın” dediğimde sadece gözlerini çok az açıp hafifçe başını sallamıştı. Elini tuttum elimi sıkamadı bile. Sevdiği insan karşında insanın aciz çaresiz kalması ne kadar zor bir durummuş. Onun çektiği acıları çekmeye razıyken, istese canımı bile verecekken hiç bir şey yapamamak ne kadar ağırdı. Ben iyileşmiş taburcu olmuştum. Oysaki hastaneden annemle beraber çıkacağımı düşünmüştüm onu hastanede bırakıp tek başıma gitmek oldukça acı vermişti gözüm arkaya baka baka eve geldim.
Okuluma gidiyordum ama kendimi derslere vermek ne mümkün, bu şekilde koskoca 10 gün geçti aradan, her gün hastaneye gidiyor Annemi uzaktan seyrediyor geldiğimi bilsin diye elini öpüyor sesimi duyurmaya çalışıyordum. Kimi zaman tepki veriyor kimi zaman hiç oralı olmuyordu. Bir sabah okulda ikinci derse yeni girmiştik hocamız gelen bir haberle şaşkına döndü bana Mustafa seni idareden istiyorlar dedi. Kötü bir şey vardı aklıma getirmek istemediğim şey başıma gelmişti Annemin durumunun çok ağır olduğu söylediler. Hemen fırladım hastaneye vardığımda Ferit beyle burun buruna geldim önünde durup konuşmaya çalışsa da iterek doğru odaya girdim. Yerinde yoktu. Annem annem nerede nereye götürdünüz onu diye bağırdım. Ferit bey “onu kaybettik oğlum başın sağ olsun” dedi. Nasıl olur dedim o yaşayacaktı bir tane sağlam böbrekle yaşar demiştiniz diye bağırmaya devam ettim. Doktor onun vücudunun çok yıprandığını üstelik şekerinin de nüksettiğini ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını ama kurtaramadıklarını söyledi.
***
Bir anne için, çocuklarının ona olan sevgisi paha biçilmezdir. Anneler, fedakarlıkla dolu bir sevgiyle çocuklarını büyütür ve onları her zaman korur. Ancak bazen talihsiz olaylar yaşanır ve bu koruyucu, sevgi dolu varlık hayatta kalamaz. Kendi deneyimlerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki, annemi kurtaramamış olmak benim için tarifsiz bir acıya sebep oldu.
O acı olayı hatırladığımda, hala bedenimi sarıp sarmalayan o acıyı şimdi yaşanmış gibi hissediyordum. Nefes almak zordu ve kalbim ağırlıklarla doluydu. Annemi cansız bir şekilde görünce, içimi kemiren bir boşluk hissettim. İçimdeki çaresizlik hissi, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar büyüktü.
Annem, bana her zaman güvenli ve sevgi dolu bir yuva sağlamıştı. Benim için hayatın anlamıydı. Onun yokluğunda, hayatımın nasıl devam edeceğini düşünmek bile zordu. Normale dönmek imkansız gibi görünüyordu.
Bir annenin kaybı, tarif olarak güneşte ,ayazda seni koruyacak bir çatının olmaması gibiydi. O sıcak sarılmalardan, güven veren bakan gözlere ve sonsuz sevgi dolu bir kalbe sahip olmaktan mahrum kalmak, hayata olan inancımı sarsmıştı. Annem her zaman benim için bir kaya gibi dururdu, şimdi ise o kayaya dayanabileceğim bir nokta kalmamıştı. Hani derler ya kimse gerçekten bir annenin sevgisinin ve varlığının yerini alamaz. Zeliha öğretmenim gerçek öz annenin yerini almıştı, belkide bir çok öz annelerden bile daha iyi anne olmuştu.
Her ölüm, insana hayatın ne kadar kısa olduğunu hatırlatır. Annemin kaybı, yaşamın geçici olduğunu ve her an değişebileceğini bana bir kere daha gösterdi.
Zeliha anneme olan vefa borcumu ödeyememiştim, onun arzusu beni mesleğimin başında görmekti. Bunun için gayret etmeliydim. Her sabah okula giderken mutfağa girdiğimde küsmüs sesi çıkmayan bir radyo, buharıyla ıslık çalmayan bir çaydanlık, bomboş bir masa, gördüğümde nefesim kesiliyor yüreğim eziliyordu. Çocukluğumda hiç ağlamazken şimdi her gün ağlıyordum. Derslerime odaklanamıyor okula gitmeyi bile hiç istemiyordum. Okul müdürümle aklıma gelen çözümü konuştum, benim kararıma onay vermişti. Bu acı süreci asker olarak atlatacaktım okulumu 6 aylığına dondurup hem vatan borcumu ödeyecek hemde biraz evden çevremden uzaklaşacaktım. Emniyet müdürlüğüne gidip başvurumu yaptım zaten hazır askerdim hemen muayene çağırdılar, filim ultrason derken beni baştan aşağı inceliyorlardı ultrason masasında belimdeki dikişi sordu Böbreğimi nakil için verdim dedim.
Doktor tekrardan baktı “Evlat emin misin böbreklerin ikisi de duruyor hatta sağlıklı çalışıyor” dedi. Tabiri caizse beynimden vurulmuşa döndüm masadan apar topar kalktım üzerim yarı çıplak Doktor Ferit beye koştum. Hastaneye girer girmez Doktor Ferit Beyyyy!! Doktor Ferit Beyyyy!! Diye bağırarak odasına koştum. Sesime güvenlik görevlileri geldi beni durdurdular halen bağırmaya devam ediyordum. Ferit bey odasından çıktı bırakın genci gelsin dedi. Odasına girince “Nasıl yaparsın ! nasıl bize oyun oynarsın! annemin ölmesine nasıl göz yumarsın! neden ? neden? Diye olanca gücümle bağırıyor ortalığı yıkıyordum. Dedi ki “Oğlum Zeliha hanım senin annen benimde çok yakın dostumdu, onu kaybetmeyi hiç ister miydim. Anneyin durumu çok ağırdı iyileşemeyeceğini biliyordu, o zor anlarında bile annen bizim planımızı hissetmişti, önce inkâr ettim tabi ama senin elinin üstündeki flaster bandının izlerini görmüş ve olayı anlamış. Bana yemin ettirdi. Dedi ki “ Ferit bey biliyorum az bir ömrüm kaldı belkide o masadan hiç kalkamayacağım Mustafa’nın çektiği acıya bile değmeyecek, ben bittim ama onun önünde uzun pırıl pırıl bir hayat var onun ömründen 5,yılını bırak 1 yılını bile çalmaya hakkım yok. Mustafa benim için bir şeyler yapmak istiyor biliyorum ama hangi anne buna razı gelir, bende bir anneyim asla müsaadem iznim yoktur” dedi. Bende “ oğlunu ikna etmek çok zor biliyorum kabul etmeyecek “dedim oda “O öyle sansın dedi derisine çizip bir dikiş atın buna bile gönlüm razı değil ama, Mustafa’m öyle huzur bulacaksa varsın bana böbreğini verdini sansın” dedi.
Bak evlat annen o halsiz haliyle yalvardı göz yaşı döktü nasıl hayır diyeydim bende peki dedim söz verdim” dedi. Ve “Senin ameliyatından sonra annen 10 gün yaşadı gerçekte anneni ameliyata alsaydık belkide o gün kaybedecektik. Asla kendini suçlu hissetme sen gördüğüm en mükemmel evlatsın sen bunu ispatladın o bıçağın altına yattın, biz şahidiz ama Takdiri ilahiyi de unutmamak gerek evlat” dedi.
***
Takdiri ilahi evet her ne kadar çaba sarfetsekte Allah’ın biçtiği ömrü bir gün daha uzatamıyoruz.
O bana gerçek bir anne ben de ona gerçek bir evlat olmuştum. Ferit beyin konuşmalarından sonra durulmuş elim kolum yanıma düşmüş kalmıştım.
Biliyorum ki, hayat her zaman pembe ve rahat bir yolculuk değildir. Herkesin hayatında kendi acıları vardır ve bu acılar bizi şekillendirir. Annemin kaybı, beni biraz kırık yapabilir, ancak aynı zamanda içimde bir güç de uyandırdı. O güç, annemin hatırasını onurlandırmak ve yaşamımda her gün daha iyi bir versiyonu olmak için kullandım.
Sonuç olarak, annemin kaybı benim için tarifsiz bir acıya neden oldu. Bedenimde hissettiğim bu acı, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar büyük. Annemin hala burada olmasını dilerdim, ancak onun sevgisi ve değerleri her zaman kalbimde olacak. Bu acıyla yaşamayı öğreniyorum ve annemin hatıralarını sonsuza dek yaşatmaya çalışıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.