- 243 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
BİR ŞEYLER EKSİK
"Ne ilgisi var ki bununla? Bir çocuğumuzun olması neden kaybolmuş hissetmesine neden olsun ki?! Şebnem onu ne kadar sevdiğimizi bilmiyor mu?”
Anlamıyordu. Zaten bir parçası çoktan kaybolmuştu bile Şebnem’in. Babası bir daha dönmemek üzere çekip gittiğinde… Babası olan Şebnem’i yitirmişti. Geniş geniş gülümseyen, tastamam bir çocuk olan, şımaran, mızmızlık eden, çocuklukla arsızlık arasındaki sınırı çok zorlamaya başladığında ‘babana söylerim’ ikazıyla sıkı sıkı basması sağlanan yere… Bu sayede durup kendini hatırlayan yeniden, tüm eksik gedikleriyle… Usul usul bir şekle şemâle kavuşturmaya başlayan zihninde; sislere bürünmüş, gelecekteki Şebnem’i…
Şimdi o sınırı aşmaya başladığında kimse ikaz etmiyordu onu… İstediği kadar ileri gidebilirdi. Her adımda bir parça daha çalardı o ufukta belirmeye başlayan şekilden; başkalarından onu ayıran sınır çizgisini bir parça daha belirsizleştirir, -böylece onu durduracak bir şey kalmadığından- gönlünce aşardı duvarı… Çocukluktan arsızlığa atlardı.
“Babasının başka birinden çocuğu var zaten.” dedi Berrin. “Başka bir yuvası… Kahvaltı sofrası…”
“Kahvaltı sofrası mı? O da nereden çıktı şimdi?”
Şimdi nasıl anlatsındı ki kahvaltının bir çocuğun kalbindeki yerini? Aile denen kavramın bir resmi çizilse en çok bir kahvaltı sofrasıyla anlatılırdı herhalde. En çok güne yeni başlayan o yüzlerde parıldardı aile. Bir çocuk en çok o dakikalarda yalnızlığından sıyrılır, bu koca evrende küçücük bir nokta gibi hissetmezdi.
“Şimdi başka bir sofrada kahvaltı yapıyor.” demişti bir gün Şebnem babası için. “Başka birine ‘kızım’ diyor. Saçını okşuyor onun.”
“Kardeşinin yani… Gözleri sana benzeyen şu minik, tatlı kız…”
“Babama çekmişiz.”
“Evet, baban… Babanız yani… İkinizin babası…”
“Ama kahvaltıyı onunla yapıyor, ona bir şeyler anlatıyor, ihtiyacı olduğunda onun yardımına koşuyor. Babalık yaptığı O yani…”
“Sen onlara gittiğinde o sofrada sen de oturmuyor musun? Baban sana hayatınla ilgili bir şeyler sormuyor mu? Gülümsemiyor, şaka yapmıyor mu? İlgilenmiyor mu seninle?”
“Bütün bunları yapıyor yapmasına… Ama yine de bir şeyler eksik… O ne kadar yakın davranırsa davransın yine de bu evdeki babam gibi değil… Başka birinin babası, ben de komşunun kızıymışım gibi…”
İşte bunu yapmaktan korkuyordu şimdi. Kızını kendi biricik kızı olmaktan çıkarıp komşunun kızı gibi hissettirmekten… Eğer bu evde başka bir çocuk daha olursa bu ev de yuvası olmaktan çıkacak, misafirliğe geldiği komşu evine dönecekti.
Engin’e anlatmalıydı bunu.
“Tam tersine, çok iyi olur bir çocuğumuzun olması.” dedi Engin onu çıt çıkarmadan, sabırla dinledikten sonra.
“Düşünsene, bir kardeşi olacak.”
“Anlatamadım herhalde. Bir kardeşi var zaten. Bu yüzden kendini dışlanmış, yabancı hissediyor ya bu kadar, babasının evinde… Ve şimdi sen aynı şeyi benim yapmamı bekliyorsun.”
Sesindeki suçlama tonunu fark etmemesini umuyordu… Çünkü aksi halde bu konuşma hiçbir yere varamayacak demekti.
“Aynı şey olmayacak ki!” dedi Engin, Berrin’e derin bir oh çektirerek. Duymamıştı suçlamayı demek ki! Ya da diğer ihtimal gerçekleşmiş, Engin Enginliğini yapmıştı yine: Suçlamayı duysa da üzerinde durmamış, kızmak yerine anlamayı seçmişti.
“Sen babası gibi başka bir evde olmayacaksın ki! Evet, başka bir çocuk sana ‘anne’ diyecek. Hatta onun saçlarını okşayacak, yemeğini yedireceksin. Ama bu Şebnem’e annelik etmeni engellemeyecek. Çünkü sen tüm bunları yaparken O da yanımızda olacak. Sana ‘anne’ diyecek, okulda neler yaptığını anlatacak. Hatta şımarıklık edecek, sınıfındaki bir kız hakkında çirkin şeyler söyleyecek mesela. Ona dokunman, yanlışlarını düzeltmen için bir fırsat sunacak sana yani, deneyecek seni… Sınırlarını anlamaya çalışacak.”
Berrin hiçbir şey demeden, uzun uzun baktı sevdiği adama. Sanki çok yakından bakmış da göremez olmuş, daha iyi görmek için biraz geriye çekilmiş gibi… Sonra birden “Sen çok iyi bir babasın.” dedi.
“‘Baba adayı’ demek istedin herhalde. Hatta ‘aday adayı’ da diyebiliriz.” O sevimli gamze belirmişti yine sol yanağında. O mahçup gülüşün bir uzantısı olarak… Söylemekte tereddüt ettiği bir şey söyleyecekse ortaya çıkan hemen… Şirinliğiyle karşıdakini savunmasız bırakan…
Berrin kulak kesilmişti sevdiği adama. Dünyanın en anlayışlı eşine yani…
“Daha seni yeniden anne olmaya ikna edemedim çünkü.” diye tamamladı sözünü Engin.
“Yeniden anne olmam konusunu konuşuruz sonra.” dedi Berrin. “Yalnız şunu söyleyeyim, önceki noktadan çok daha yakınım bu fikre. Ama konumuz o değil şimdi… Söylemek istediğim şu: Ben yeni doğacak bir çocuktan söz etmiyorum ‘iyi babasın’ derken. Zaten var olan bir çocuktan… kızımızdan söz ediyorum.”
sla]
YORUMLAR
Ben gökyüzü olsaydım, ellerimi aşağıya salar, bütün insanları döverdim. Üzgünken döverdim, mutluyken döverdim, sıkılınca döverdim, gülerken döverdim; dövmemek için bir neden aramazdım. Güneşin bütün bu olan bitene kızmasına aldırmadan devam ederdim. Oysa yeryüzüyle bir anlaşmamız vardı. Sadece ama sadece çocuklara dokunmayacaktım. Peki ya onlar büyüdüğünde? Elbette büyüdüklerinde kirlenenler bundan kaçamayacaktı. Ne kadar duygu biriktirilmiş dünyada, hepsini silip yitirmeye gücüm yetmediği için tanrıya küsmüşt
Mavilikler
Beğenmenize sevindim. Teşekkürler...