Portakal Nergisi / SON BÖLÜM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
... ta ki bahçeye inip saksıyı inceleyene kadar. Toprak ne çok ıslak ne de çok kuruydu. Komşu Anne, dengeli bir sulama yapıyordu.
Günler böylece geçip giderken bir sabah pişirdiği sütlü kahveleri birlikte içmek niyetiyle aşağıya indiren Rukiyye Hanım, Komşu Anneyi söğüt ağacının altında oturup, karşıdaki boş araziyi yumuşak bakışlarla süzerken buldu. Yoncalı’ya büyük bir iş merkezi yapılacağı uzun zamandır mahalle sakinlerinin dilindeydi. Nihayet iş makineleri gelmiş, kuvvetli bir gürültüyle çalışmaya başlamışlardı. Bahçe kapısının yanında duran eski bir sehpayı Komşu Annenin önüne doğru çekip, kahve tepsisini üzerine koyan Rukiyye Hanım ’’Ee’’ dedi. ’’Komşu Anne, otobüs durağı da artık görünmeyecek. Gece gündüz burada beklemene gerek kalmayacak.’’ Başını çevirmeden duyulur duyulmaz bir sesle ’’Otobüs durağı mı?’’ diye sordu Komşu Anne. Gözlerini tam karşıya, küçük bir çocuğunki gibi umut ve hevesle dikerek ’’Biliyorum, yakında gelecek’’ diyerek mırıldandı. Bunları söylerken kafasını kurcalayan birtakım meselelerle cebelleşir gibi bir hali vardı. Bazı günler geçmişe takılıp kalan yaşlı kadını anlayışla karşılasa da o an konuyu değiştirmek için sabırsızlanan Rukiyye Hanım fincanı sehpanın üzerinden alıp Komşu Annenin ellerine tutuştururken o tatlı sesiyle ’’Hadi, iç de soğumasın’’ dedi. Bakışlarını karşıdaki araziden ayırmadan tıpkı rahmetli babasından gördüğü gibi dibe çöken telvenin süte iyice karışması için fincanı hafifçe çevirip sallayarak bir dikişte içen Komşu Anne ’’Ellerine sağlık’’ demeyi de ihmal etmedi.
Abdülkerim Bey alışkanlığı üzere Nergisin elinden sütlü kahvesini içmeden işe gitmezdi. Kahveden aldığı keyifle ağzının tadı yerine gelir bazı zaman ’’Kız çocuğu olsun, milyarlarca borcum olsun’’ bazı zaman da ’’insanın bir kızı olsun da isterse taştan olsun’’ diyerek biricik kızını onore ederdi. Abdülkerim Beyin bu sevecen yaklaşımları Nergisle, yengesinin arasında yoğun bir açıklık oluşturuyordu. Yengesi, Nergisin gözlerinden fışkıran mutluluktan nefret eder, içten içe hasetlenirdi. Zaten onun kalbindeki iyiliği, bir meşale gibi ışıldayan güzelliği, merhameti, yetenekleri, zekası yüzünden değil miydi evde sürekli hır gür çıkarmaları? Günden güne eşi Binali’yi doldurmaları? Ağabey ve kardeşin arasını iyiden iyiye açmaları? Kayınpeder ve kayınvalidesinin vefatından sonra on yedi yaşında bir genç kızı kendisine rakip görerek evin hakimiyetini ona kaptırmaktan korkup, onu evde istemediğini açıkça belli etmeleri?
Ama kocası, ah.. O, Binali yok muydu? Kız kardeşini bırakmazdı ki! Hem nereye gönderecekti? Akıllı kızdı Nergis. Hukuk Fakültesini de oturduğu şehirde kazanmıştı. Yıllarca birlikte yaşamaya devam edeceklerdi. Nergisle göz göze geldikçe cinleri tepesine çıkıyordu. Hele bir de avukat olursa havasından geçilmezdi. Madem ki evden gönderemeyecekti, o halde okumasını engelleyebilirdi. Allem etti kallem etti öğrencilerin olaylara karıştığını, yanlış yollara girdiğini söyleye söyleye Binali’nin aklına girdi. İkinci çocuğun doğması da işlerini kolaylaştırmış evde hükümranlığını ilan etmişti. Artık yan gelip yatıyor, emirler yağdırıp bütün ev işlerini Nergise yaptırıyordu. Nergis yeğenlerini çok seviyor, onlara bakmaktan gocunmuyordu. Her şeyleriyle bizzat ilgileniyor yemek pişirip yediriyor, banyo yaptırıyor, ders çalıştırıyor, hatta ikinci çocuk Aral’ın okulunda veli toplantılarına katılıyordu.
Bir gün Aral, öğretmenin öğrettiği şarkıyı yüksek sesle söyleyip el çırparak ritm tutarken, kanepede uyuyan annesini uyandırmıştı. Uykusu bölünen kadın, sinirlenerek oğlunu feci şekilde tartaklayıp dövmüştü. Nergis, araya girip ağız üstü yere çakılan yeğenini kaldırmaya çalışırken ağabeyi Binali çat kapı gelmişti. Oğlunu kanlar içinde gören babası, Nergise bir tokat atıp ’’Demek yengenin söyledikleri doğruydu, ne istedin şuncacık çocuktan? Senin gibi kardeş olmaz olsun!’’ diye çıkışmıştı. Halasına düşkün olan Oğuz, gördüklerini anlatmaya çalışmak istese de annesinin kolunu cimcikleyip uyarı vermesiyle sözünü tamamlayamayıp susa kalmıştı. Böylelikle zaten her fırsatta Nergisi şikayet edip çocuklara eziyet ettiğini söyleyerek kocasını dolduran kadının ekmeğine yağ sürülmüş oldu. İçten içe bilenen ağabeyi büyük bir öfkeyle bağırarak ’’Boğaz dokuz boğum, sekizini yut, birini konuş.’’ dese de Nergise tek bir söz hakkı tanımadı.
Yengesini kötülemek istemeyen genç kız kendini bir türlü aklayamadı. Büyük bir iftiraya uğramışken gıkını bile çıkarmadan ağabeyinin yanından, öz be öz babasının evinden ayrıldı. ’’Erkek çocuk köprü altında da yatar, kız çocuk öyle mi? Dünyanın bin bir türlü hali var’’ diyerek rahmetli babasının vakti zamanında kendisine bıraktığı Yoncalı’daki eve taşıdı odasındaki tüm eşyaları. Babasını hatırlayıp gözleri dolduğunda bir an için zaman da durdu. Ardından her şey kaldığı yerden devam etti.
Yüzünü, Rukiyye Hanıma döndü. Boş fincanı sehpanın üzerine bırakırken ’’Allah rahmet eylesin, babam da çok severdi sütlü kahveyi’’ dedi. Hafifçe yutkundu. Sanki ağzındaki sözcükler yok olmuştu birden. Yerinden kalktı, hiçbir yeşerme belirtisi göstermeyen saksının başına geçti, dudaklarını büktü. Ama geçmişin acıları ne kadar büyük olursa olsun, gelecek için küçücük bir umut yeşertmek niyetindeydi. Sonra parmağıyla karşıdaki arsayı işaret etti. ’’Babam’’ dedi.’’ Bu evi bana, orayı ağabeyime bırakmıştı.’’
Rukiyye Hanım, iç sıkıntısıyla Komşu Annenin işaret ettiği yöne baktığında o an mesaide olması gereken eşini ağzı kulaklarında eve doğru yürürken gördü. Bahçeye varır varmaz gülücükler saçıp ’’ Amca oldum, heytt! Yaşasın!.. Rukiyye, haydi hazırlan da bir an evvel gidelim’’ diyerek eşine sarılan Erol Beyin keyfi yerindeydi. Komşu Annenin hüznü de bu güzel haberle az da olsa dağılmış yerini şaşkın bir gülümsemeye bırakmıştı. ’’Demek doğdu ha! Gurban olduğum Allah. Ne büyüksün sen! diyerek onlarla bu mutluluğu paylaştı. Rukiyye Hanım ve Erol Bey o gün fazla vakit kaybetmeden uzun zamandır tüp bebek tedavisi gören çiftin şehir dışındaki evlerine gitmişlerdi. Erol Beyin kullandığı yıllık izin biter bitmez ise Yoncalı’ya geri döndüklerinde Komşu Annenin bir süre önce fenalaştığını, mahalleli tarafından hastaneye kaldırıldığını öğrendiler.
Çantasındaki yedek anahtarı yoklayan Rukiyye Hanım doğruca Komşu Annenin evine gitti. Birkaç parça temiz çamaşır koymak için uygun bir poşet ararken gördükleri karşısında birden afalladı. Üzerinde ’’Nergis Tohumu’’ yazan paket hiç açılmamış halde öylece duruyordu. Paketi açtı, içinden bir avuç tohum aldı. Aşağı indiğinde duvar dibindeki saksının içine tohumları ekerek can suyunu verdi. Çamaşır torbasını da alıp bir taksiye binerek hastaneye doğru yol aldı. Aceleyle merdivenlerden çıkarken yaşlı kadının yalnızlığını, kimsesizliğini düşünüyor, görkemli elemler büyütüyordu.
Komşu Annenin kaldığı odayı bulduğunda önce kapı aralığından içeri baktı. Koğuşta altı tane yatak vardı, Komşu Anne cam kenarındaki yatakta uzanmıştı. Sol omzuna doğru düşen boynunu hafifçe kaldırdı, gözleri nemliydi. Solgun yüzünü ayakucunda oturan seyrek beyaz saçlı, geniş omuzlu bir adama çevirerek ’’Devam et, Hasan’’ dedi. Rukiyye Hanım içeriye girmekte bir an tereddüt etti. Komşu Annenin mahalleli haricinde bir ziyaretçisi olabileceğini tahmin etmemişti. Hasan, burnunun ucuna kadar düşen gözlüğünün kalın sapını hafifçe yukarı kaldırdı. Elinde tuttuğu kağıda doğru eğilip kaldığı yerden okumaya devam etti.
’’Sonra ne oldu dersin Hasan? İhanete uğrayan ben oldum. Hem de karım tarafından. Başından beri hatalı davrandım. İdealist bir genç kızın okumasını engelledim. Yetmezmiş gibi evden kovdum. Yıllarca arayıp sormadım ya! Şimdi nasıl pişmanım. Siz düğün hazırlığı içindeyken ansızın çıktım geldim. Nasıl sevinmişti, garibim. Yengesi telini duvağını takacak, ona ablalık yapacak, abisi dağ gibi arkasında duracak, dualarla dünya evine uğurlayacak sandı. Nereden bilsindi böbrek için yanaştığımı? Bir an olsun düşünmedi Hasan. Anlıyor musun? Bir an olsun bıçak altına yatmak için düşünmedi. ’’Yeter ki uysun’’ dedi. Ameliyattan sonra bir türlü iyileşemedi. Annen benim yüzümden kardeşimi karaladı, yarım insan ilan etti. Mutluluğunuzu başlamadan bitirdim . Affedin beni. Yüzüm yoktu, Nergisin karşısına çıkmaya ,ona verdiğim sözleri tutmaya yüzüm yoktu. Aşağılık herifin tekiyim. Çok utanıyorum. Bu mektup elinize geçtiğinde ben, artık ...
Bir öksürük nöbeti, mektubu okuyan sesi kesti. Yaşlı kadının hıçkıra hıçkıra ağlayası geldi, tuttu kendini .Bu duraksamayı fırsat bilen Rukiyye Hanım kapıdan içeri girdi. Hasan, boğazını temizleyerek ’’Hakkınızı helal edin. İmza, Binali’’ şeklinde mektubun sonunu getirdi. Rukiyye Hanım birkaç adım attı. Bir zamanlar birbirlerine duydukları bağlılığın o güçlü hatırasını halen taşıyan iki eski sevdalıya selam vererek, Komşu Anneye sarıldı. Ve sonrası orağın biçtiği saplar gibi peş peşe dökülüp geçen zamana yayıldı.
Güneş bulutların arasından kendini gösterdiğinde Yoncalı’da tatlı bir telaş vardı. İki işçi, üzerinde ’’Nergis İş Merkezi’’ yazan tabelayı yerine monte etmekle meşguldü. Açılış töreninin yapıldığı gün Komşu Anne başta olmak üzere; sağ tarafında yeğenleri Oğuz ve Aral, sol tarafında Rukiyye ve Erol çifti, arkasında ise bütün mahalleli objektiflere poz veriyordu. Komşu anne iki kolunu birbirine kavuşturmuş tohumları ekmeyi unuttuğu saksıyı tutuyordu. Turuncu çiçekleriyle portakal nergisleri adeta hayata umutla gülümserken, kalabalık arasından tatlı bir rüyadan uyanıyormuşçasına başını hafifçe kaldırıp, yakasız gömleğini biraz aralayarak ’’ Kalan ömrünü benimle geçirmeye var mısın?’’ Diyen Hasanın sesi duyuldu.
EbRuAsya//
YORUMLAR
Rû //
güzel geçsin akşamınız
selamlar
Rû //
hoş geldiniz sayfama
çok teşekkür ediyorum görüş ve değerlendirmeniz için
sağ olasınız
selamlar
Bir novella'nın sonuna gelindi demek tebrikler mutlu son iyidir. saygılar sunarım
Rû //
evet kıyamadım komşu anneye. gençliği zorluklarla geçmiş bir kadının ömrünün son demlerinde de olsa bir tutumluk hakkı olsun istedim sevdiğinin ellerinde.
teşekkür ederim
selamlar