- 127 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Türkan
Günlerdir kendim ile verdiğim savaşın sonuna gelmiştim. İnce askılı geceliği üzerime geçirip, bütün gece bir yastığı başımın altına koymuş, diğer yastığıma da sımsıkı sarılıp uyumuştum.
Ben otuz sekiz yaşına yeni basmış, halk deyimi ile" altın bileziği kolunda" bir kadınım.
İnsanın kusurlu kusursuz her şeyine kader deyip suçlanmayan Allah’ı düşündüm. . Beynimden dolup dolaşan sözcüklerin başka kişilerinin beynine, yer edinmesi çokta kolay bir iş değildi.
Her kadın hikayesinde olduğu gibi yalnızlaştıkça çareyi kendi kendime sarılmak da buluyorum.
Bir an önce bu düşten uyanıp birilerinin hiç etmiş, şu hayatıma; bir düzen vermem gerekiyordu. Çölleşmiş duygularıma ufak ufak değişikliler lazım… ve duygularımı yeşil bir bahçeye çevirebilirim de; içine edebilirim de.
Hiç kimse geride. kalının, nasıl ve ne şekil ayak da. duracağını sorgulanmasını bir kenara bıraktım. suçluluk duygusu bu kadar yoğun iken kendini, ?yeni bir kalbe kabul ettiriyor ise; hiç ettiği o kadınında, kendini öyle birini hayatına kabul ettireceğini düşünür.
Maalesef ki adam elinin altına da bulunan zor lokmayı kendisi dokunmaz iken. Başka bir erkeğe yedirmesi biraz abes olur.
Elinde bir beylik tabancanın olduğunu varsayıp hedef alınacak şeyler kendiliğinden gelip sıralanır. Bana göre onun bu dünyada hakkına düşen tek bir kuruşunu nasıl harcayacağı konusunda kararını verememiş olmasıydı.
Kendimi bir odaya kapamak bu yaşananlara bir çözüm mü? Bir düşününce "hayır doğru değil?"bir an önce kanatılan kalbimin iyileşmesi gerek..
Bir kadın erkek arasında ki ayrılık aşamasında ki! O sürecin nasıl sonuçlandığına dair bilimsel olarak da çok üzerinde incelemeler yapılmış
Ve söyle bir durum ortaya çıkmış. Genelde insani duygular kuş sürüsü gibidir birlikte çoğalır ve istediği yere sürüklenirmiş…
Özellikle gün ışığına üşengeç olmamın üzerinden yaklaşık üç ay, dört gün geçmişti. Son durumumu şöyle izah edebilirim. Hayallerim günlerdir; dışarı atılmamış çöplerden daha kötü kokuyordu. "Belki de insan her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla." Stefan Zweig
Bugünün verdiği berbat hisse rağmen gözlerimin onunla tanışıklığını tam sekiz yıl geriye götürebilirim.
İzmir den bir tıp semineri için İstanbul’a gelmiştim. Sırtımda ince bir bluz eteğimin boyu diz üstü, ayağımda ise her an koptu kopacak, yazlık bir terlik bulunmaktaydı.
Toplantıyı organize eden kadın bizi şehrin en kalabalık bölgesinde bir otel odasına yerleştirdi. Bugünü dinlenerek ve şehri gezerek geçireceğimizi söyleyerek kadın gitti.
Yeni bir şehre gelmişim içim de bir kıprayış var. Ve bir an önce bu şehri tanıyan birini bulup kendimi dışarı atmalıyım.
Ablam Selma dan yürüttüğüm birkaç parça elbisemi deneyip, tekrar valizime bıraktım. Çünkü yol boyunca terlemiş bedenimi su ve sabuna kavuşturmalıyım.
Yıkanmam giyinmem yarım saati geçmedi. Ha! Bu arada ben tek asansöre binmeye korkuyorum. Ve bir başıma onca katlı otelin merdivenlerini öpe öpe aşağı inmeyi başardım.
İstanbul’un en güzel yerlerini araştırmasını, buraya gelmeden önce yapmıştım. Sokak da yoğun bir trafik akışını, görünce bir durup bekledim.
Sonra kalabalığın yoğunlaştığı bir otobüs durağına gözüm ilişti. İnsanların otobüsün içinde tek yumruk olduğunu bile bile gelen ilk otobüse kendimi attım…
Sultan Ahmet’e gelmiş göğe yükselen her tarihi cami ve yerlere göz atarken terliğim ile bütünleşen, tutkal bozuntusu birbirinde ayrılmıştı. terliğimi elime alıp bir banka oturmaktan başka çarem yoktu.
Birini arayım "bana terlik getirin" deme şansım sıfır idi; az ilerimde gençten bir adam simit satışı yapıyordu. Bir yandan benim kopmuş, terliğe ettiğim isyanları izliyordu.
Adam daha fazla, simit satmayı bırakıp yanıma gelip "siz benim yerime simitçi olun bende, size gidip güzel bir terlik alıp geleyim " dedi.
Terliksiz şuradan; şuraya gidemeyeceğime göre. Simitçinin teklifine, hiç de hayır diyemezdim.
Simit tezgahının arkasına geçip tabureye oturdum. İlk müşterim bir anne ve iki çocuktu. Kadın bütün simitleri yoklamak isteyince,benim tepem attı ona " simitlerin sizin el temasınızdan geçmesinin tehlikeli olduğunu ." deyince kadın simitleri bırakıp diklenerek çocuklarını alıp uzaklaştı.
Simit tezgahına yakın bir yerden aniden bir kalabalık oluştu ."su verin "diyen biri cümleyi işitince. hali ile tezgahta duran sulardan bir tanesini alıp kalabalığın bulunduğu yere koştum.
Adamın solunum güçlüğü çektiğini görünce "bırakın adamı çok yerinden oynatmayın" dedim. Ben doktorum deyince herkes biraz daha rahatlamış sağa sola saldıkları adamı bırakıp geri çekildiler.
Çevremde biriken adamlara ambulansı aramalarını söylemem ile ambulansın sirenlerini duyuldu.
Yerde yatan adamın sağlık kontrolleri sonrası görevliler alıp gittiler.
Yine ben simit tezgahında ki işimin başına geçtim. Ayağım da ki tek terlikle simit satan adamı tam tamına bir saat beklememe değmişti.
.Çok istememe rağmen bugüne kadar bir kırmızı terliğimin olmayışı geldi aklıma "her şeyin bir ilki vardı".
Bütün, insanlar, yutmuş, olan, evlerin ışıkları tek tek yanıyordu. gezimin en keyifli kısmı benim işim ve simitçinin işi görülmesiydi. . Ayağımda kırmızı terliklerimin, çıkardığı takır tukur seslerle, durağa kadar yürüyordum ki! birinin "Türkan Hanım" diye bana seslendiğini fark ettim.
İsim benzerliği evet, beni bu şehirde kim tanıyıp seslene bilir ki! adımlarımı daha bir hızlandırmış. Bir an önce, otel odama gidip dinlemeye çekilecektim.
Ben yürüyorum peşin sıra birinin geldiğini hissediyorum,oltanın iğnesine takılmış balık gibiyim. Korkuyor, dönüp o kişi ile yüzleşemiyordum . "yahu siz kimsiniz "diye…
Sanırım otelinin merdivenlerine bir iki adım kalmıştı. Birden sağ kolumdan bir acı hissettim. Yüzüme düşen saçlarımı ellerimle arkaya atıp bir hışımla ona döndüm. Bizim orada dedikleri gibi "Allah seni bildiği yapsın hemi "dedim…
Bu gün ki gibi aklımda yüz ifadesi; yaaa! çok şirindi. Yüzü kulaklarına kadar pembemsi bir renk almıştı.
Onun burada. olduğunu bilmediğimin açıklamasını yaparken o ise biraz konuştuklarımı alakasız muhabbette bağlamış gibi, yapıyordu. Beraber otele giriş yaptığımızı, gören diğer arkadaşlar "olumlu olmuş bunlar karışlaşması "şakasını yapıp gülüştüler...