- 110 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kıyametin ilk alameti kimdir?
Aleyhissalatuvesselam Efendimiz kıyametin ilk alametidir. Çünkü o ahirzaman peygamberidir. Kendisiyle kıyamet arasındaki yakınlığa mübarek parmaklarıyla işaret buyurmuştur: "Ben, size, kıyamet şu iki parmak kadar yakınlaşmış olduğu bir zamanda peygamber gönderildim." Mübarek Zâtı öyle olduğu gibi mübarek ümmeti de öyledir. Mübarek ümmeti öyle olduğu gibi mübarek nev’i de böyledir. Evet. İnsanlık da kıyametten önce dünyanın gördüğü son misafirdir. Final bizimle yapılacaktır. Hem biraz da bizden kaynaklanacaktır. Zira mürşidim bir yerde der: "Beşer, bir taraftan arzın şifası için bir ilâç iken, diğer taraftan ölümünü intaç eden bir zehirdir." Demek ibadetimiz kainatın nihayetindeki kemal olduğu gibi isyanımız da felaketinin müessir sebebidir. (Sebep olduğumuz çevresel felaketlere dikkat edenler şu sırrın sırrını hemencecik derkederler.)
Bu hususu bazı inkârcılar lakırdı ediniyorlar arkadaşım. Herşeyin insan için yaratılmış olmasının mümkün olmayacağını, çünkü, varlığının evrenin yaşı karşısında çok az bir vakit kaldığını söylüyorlar. Onlara göre hazırlık dönemi fazlasıyla uzun. Ve insanlığın ömrü övünmek için fazlasıyla kısa. Peh, peh, peh. Lakin ıskaladıkları birşey var: Ehemmiyetin ölçüsü ’hayat sürülen zaman aralığı’ olmak zorunda değildir. Nihayetinde biz müslümanlar dehrîyyûndan değiliz. Zamana tapmıyoruz. Zamanı da maddeyi de halkeden tek bir Allah’a iman ediyoruz. Öyleyse değerlilik kıstası olarak ’varlık süresini’ kabul etmeye mecbur değiliz. Bize göre birşeyin önemi Allah’ın ona verdiği kıymetle ilgilidir. Allah ona ’daha kıymetli’ olduğunu buyurursa bir ân-ı seyyale bütün zamanlardan önemli olabilir. Bir tane birçoğu aşabilir. Nitekim yine kudsî metinlerimizde buyrulmuştur ki: "Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır." Ve yine denilmiştir ki: "Bazen, ağır şerâit altında, düşman karşısında bir saat nöbet bir sene ibâdet hükmüne geçebilir." Öyleyse, şuraya dikkat, ’fonksiyonu maddeye önceleyen bir itikadımız var’ demektir. Evet. Biz, sayıca ne kadar az olursa olsun, insanı dağa-taşa, ota-ağaca, böceğe-sineğe önceleriz. Çünkü onun Rabbin katındaki fonksiyonunu önceleriz. Fonksiyonunu yerine getirdikçe de giderek eşsizleşir. Getirmezse, ne yazık ki, ’herhangi’leşmiş olur.
Biraz da insanın kainatın merkezinde olmasıdır bizi böyle cesaretle konuşturan. Ne yönüyle? Maddesi yönüyle değil. Coğrafyası yönüyle değil. Bilmek yönüyle. Kulluk yönüyle. Hatta hayal yönüyle... Öyle ya, anlamanın merkezinde insan vardır, bunu kâfirler bile kabul eder. Eteğimizdeki şu çeşit incilerin âlemlerde dengi yoktur. İşte bu! Merkeziyetimizi ’varoluşun başından sonuna herşeyin maddeten merkezinde olmayışımızla’ gözden düşürmek isteyenlere ’merkeziyetin bu şeklinin zorunluluk olmadığını’ ifade ederek karşı koyarız. Biz, Cenab-ı Hakkın mahlukatı yaratmaktaki amacının merkezindeyiz, yoksa maddesinin merkezinde sayılmayabiliriz. (Dünya da coğrafî olarak evrenin merkezinde olmak zorunda değildir.)
Yaratmanın manevî merkezinde olansa yalnız Allah’tır. Herşey Ondan gelir ve Ona döner. Müslümanlar, hâşâ, kendilerini böyle bir yere koymuyor. Müslümanlar kendilerini meyvenin ağacı için oluşturduğu amaç/anlam merkeziyeti gibi bir ölçüyle değerlendiriyorlar. (İnsanlık içinde de insaniyet-i kübra olan İslamiyeti böyle değerlendiriyorlar.) Herşey nihayetinde Necip Fazıl merhumun mısralarına bağlanıyor: "Son Peygamber, son Peygamber! İlk olunca sona geldi. Nur, fezayı tutan çember, Ondan gelip Ona geldi." Süreç tamamlanırken sahneye çıkmamız boşuna değil yani. Aksine süreçler böyle tamamlanırlar zaten. Halkalığın şanında bu vardır. Bu bir sırr-ı kavuşmadır. Başlangıçla son bir olur. Ancak böyle ’son’ olur.
Elbette kainatın bizden başka amaçları da var. Bir kere Rabbü’l-Âlemîn’in nazarında ifade ettiği anlamlar var. Ona aynalığı var. Onu zikredişi var. Ona ibadeti var. Biz, bu şiirin en güzel mısrası olmakla, asla şiiri kendiliğimize hasrettirmedik. Fakat "Şiirin akışı bizi haber veriyor!" dedik. Bunu da Subhaniyet sahibi Şairinin varlığına bir delil saydık. Çünkü o da böyle saydı: "Rabbiniz ki, size yeri bir döşek, göğü bir tavan yaptı. Gökten bir su indirdi. O suyla size ürünlerden rızık çıkardı. Bütün bunları bile bile kimseyi Allah’a denk tutmayın." Âmenna. Şiirin tamamı, evrenin başından sonuna, Onu övüyor, Onu anlatıyor, Onu tesbih ediyor. Hakettiği senayı Ustası olarak önce O seyrediyor, işitiyor, takdir ediyor. Şu manaya değil milyonlar sene, milyarlar sene de olsa yetmez, çünkü sonsuzu sonsuza anlatmaya kelimeler yetmez. O anlamda, evet, biz yokken evren elbette âtıl kalmadı arkadaşım. Kainat fonksiyonunu yine görüyordu. Vazifesi olan ibadetleri yapıyordu. Melekler dönüyordu. Semekler yüzüyordu. Yalnız çorbanın son tuzu eksikti. Gelişimizle kıvamı tamam oldu. Gidişimizle de görevi tamam olacak...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.