- 144 Okunma
- 1 Yorum
- 4 Beğeni
İnsan
Susturucusunu takan sessiz çığlıklarımızı gizlemeye çalışırken, seyir halindeyken parcalanip büyük kazalara sebep oluyor duygularimiz. Dudaklarimizi alistirabiliriz belki ya devamli hata veren ruh halimiz ve gozlerimiz. Bizden çalındıkça zamanımız, sevdigimiz halimiz ve saf duygularimiz... Bunlari eğitebilir miyiz? Kırılmaya ve tekrar takılıp parçalanmaya hazırlanan oyuncaklar değiliz. İçimizden geldiği gibi, bir çoğumuzun unuttugu çocuksulugumuz. Çocukken ağaçları, çiçekleri, kuşları, yağmur sonrasi çamurlari fark edip coşan insan, büyüdükçe yerine koydugu sanki et ve kemikten ibaret. Büyüdükçe kırıla, döküle metrelerce yüksekten yere çakılmış gibi beynimiz patliyor ve o saklı kalmasi ve bizimle büyümesi gereken bahar bahceleri kanla, gözyaşımızla akıp uzaklaşıyor. Çevremizde gezinen hayaletlerin dipsiz bir çuvaldan cikartip saldığı kötülük nefeslerimizden, gözlerinizden girip hücrelerimize sinen bir korku gibi. Hırs, intikam, postitlenmiş notlar gibi her yanimiza yapışmış halde. Egonun kalpleri hançerleyip kafamızda tek boynuzlu şeytanı yaratma hali bu olsa gerek. Ben bilirim, en çok ben... Oysa zavallığın dem vurmuş hali, hırs ve egonun vıcık vıcık çürümüş kan kokusu. Öldüğünde bir günde kokan ve çürüyen insanın korkunç hali oyle garip bir ahmaklık ki... Nereye yetişmek icin koşuyoruz? Oysa saatin kollari bizden daha cok kararlı bizi öldürmeye. Rengarenk gözünüzü çizen çocuklar ne ara bombaların üzerine isimler ve nefretle yazıp kan kusturuyor cocuklara? Büyürken bizi değiştiren, nefrete iten ne? Psikoloji,felsefe ve tarihinin irdelemesi gereken bu olmalı. Hangi gizli el, hangi vahşi, insani en karanlık yanina cekiyor?