- 119 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEHADETİNİN 29. YILINDA BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN YOLBAŞÇISI: DR. SADIK AHMET VE DAVASI
M. NİHAT MALKOÇ
Batı Trakya’daki Türk varlığı, aradığı huzuru bir türlü bulamamıştır.
Şair Ahmet Kutsi Tecer’in "Orda bir köy var, uzakta,/O köy bizim köyümüzdür/Gezmesek de, tozmasak da/O köy bizim köyümüzdür." şiirini her okuduğumda hep duygulanırım. Bazen de şiirdeki "köy" kelimesinin yerine "Gümülcine" ismini koyarım. Bu sefer de hüznümün harareti gözlerimi yaşartır. Bugün sınırlarımız dışında kalsa da, Gümülcine kültürüyle, medeniyetiyle, örf ve adetleriyle yüzyılı aşkın bir zamandan beri bizim olmaya devam etmektedir.
Gümülcine ve onun yanı başındaki İskeçe, İstanbul’dan çok daha evvel Türk-İslâm yurdu olma şerefine nail olmuştur. Türk-İslâm kültürüne ait unsurlarla tezyin edilen ve Türk kokan Eski Cami ve İstanbul’un kadim sokaklarından farksız olan Gümülcine sokakları bunun canlı şahididir. Şehrin muhtelif yerlerinde elif gibi dik duran çınarlar Osmanlı yadigârıdır. Tanıdık görüntülerin ve lezzetlerin sizleri karşılayacağı Türk Çarşısı, 1885 yılında II. Abdülhamid’in fermanıyla inşa edilen Tarihî Saat Kulesi, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde görev alan bir kumandan olan Gazi Evrenos Bey’in ismini taşıyan ve Osmanlı Türk mimarisinin ilk örneklerinden biri olan Gazi Evrenos Bey İmareti, 1608 yılında inşa edilen ve ilk dönem Osmanlı mimarisine uygun olarak tasarlanan Eski Cami; tipik bir Türk şehri görünümünde olan Gümülcine’deki Türk-İslâm eserlerinin başında gelmektedir.
Gönül coğrafyamızın önemli mekânlarından biri olan ve 550 sene boyunca Osmanlı idaresinde kalan Batı Trakya, bugün ne yazık ki sınırlarımızın haricinde kalmaktadır. Meriç Nehri ile Türkiye’den ayrılan Batı Trakya, günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde yer almaktadır. Batı Trakya deyip de geçmemek lâzım. Zira bu kadim topraklar İstanbul’dan daha önce fethedilmiştir. Bu güzel şehir, kaybettiğimiz Balkan Savaşları sonrasında önce Bulgaristan’a, ardından da Lozan Antlaşması’yla Yunanistan’a bırakılmıştır. Öte yandan Balkan Savaşlarından sonra Anadolu’ya büyük göç hareketleri olmuş ve Balkanlarda Türk azınlığı meselesi ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türkler azınlık konumuna düşmüştür. Bu da birçok ciddi sorunun başlangıcını teşkil etmiştir.
Batı Trakya Türk azınlığının tüm hakları uluslararası antlaşmalarla garanti altına alınmış olsa da, azınlıklar aleyhine gerçekleştirilen çeşitli uygulamalar hâlâ can sıkmaktadır. Batı Trakya’da yaşayan Türklerin hukukî statüsü milletlerarası antlaşmalarla tespit edilmiş ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile nihaî şeklini almıştır. Bu çerçevede Lozan Antlaşması’na bununla ilgili 40. madde konulmuştur. Bu maddenin içeriği şöyledir: "Müslüman olmayan azınlıklara ilintili olan Türk yurttaşları hukuk bakımından ve fiilen öteki Türk yurttaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin tıpkısından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak üzere, her türlü yardım, dinî ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinî ayinlerini serbestçe yapma bakımından eşit bir hakka sahip bulunacaklardır."
Antlaşmada açık ve net olan mevcut hüküm bundan ibaretken ve Yunanistan Lozan Antlaşması hükümlerinin altına imza atmışken, uygulama noktasında bir türlü istenen sonuçlar alınamamıştır. Batı Trakya’daki Türk varlığını ve onun değerlerini kabul etmek yerine, daima bunları inkâr etmeyi seçen Yunan tarafı, kangrene dönüşen sorunların yegâne kaynağı olmuştur. Antlaşmalarla kayıt altına alınan haklar ve ödevler unutulmuştur. Lozan Antlaşması’ndaki "karşılıklık" ilkesi Yunanistan tarafından görmezlikten gelinmiştir. Türkiye bu ilkeye sadık kaldığı için Türkiye’de yaşayan Rumlar herhangi bir sıkıntı yaşamamış, Yunanistan’daki (Batı Trakya’daki) Türkler ise sıkıntılardan bir türlü kurtulamamıştır.
Batı Trakya’da Türklere yönelik Yunan baskıları her dönem artarak devam etmiştir.
Tarihten bugüne kadar Yunanlıların Batı Trakya’daki Türklere uyguladığı baskı politikasının esas gayesi, öncelikle onları doğdukları ve doydukları ata topraklarından göçe zorlamak, bunu sağlayamazlarsa da, onların birbiriyle kenetlenmesini temin eden dinî ve millî değerlerini ortadan kaldırarak Yunan değerleriyle asimile etmektir. Çünkü Yunanistan, Batı Trakya’da Türk varlığına hiçbir zaman tahammül edememiştir, bundan sonra da edemeyecektir. Bugüne kadar yapılan zulüm ve haksızlıkların altında bu tahammülsüzlük yatmaktadır. Onların yegâne amacı Batı Trakya’yı olabildiğince Türklerden arındırmaktır.
Yunanistan’ın Batı Trakya’daki Türklere yönelik baskı ve yıldırma politikaları çerçevesinde "Türk" adıyla başlayan bütün kurumlar kapatılmış, bu isimle açılacak kurumlara asla müsaade edilmemiştir. 1928’de kurulan Gümülcine Türk Gençler Birliği’nin, 1936’da kurulan Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği’nin ve İskeçe Türk Birliği’nin kapatılması bunun acı örnekleridir. Bu arada Yunanlılar eğitim konusunda da hep kendi isteklerini dayatmışlardır. Batı Trakya Türklerinin kendi dillerinde eğitim yapmasına engel olmuşlardır.
Batı Trakya Türklerinin en büyük sorunlarından biri de kendi dinî liderlerini ve müftülerini seçememesidir. Oysa Atina Antlaşması’na göre Türk azınlığın kendi dinî liderlerini tayin etme hakkı vardır. Fakat AB üyesi olduğu hâlde, hak ve hukuk tanımayan, uluslararası kuruluşların antlaşmalarını görmezden gelen Yunanistan bildiğini okumaktadır.
Bugün, başta Rodopi ilinin merkezi olan Gümülcine olmak üzere, Batı Trakya’da yaşayan Türk soydaşlarımızın sayısı 150 binin üzerindedir. Bu rakam çok daha fazla olabilirdi ama Yunanistan’ın baskı ve inkâr politikaları nüfusun artışına da engel olmuştur. Bunun yanında Batı Trakya’daki Türklerin topraklarının sudan sebeplerle ve cebren kamulaştırılması sorunu ve Türk kökenli çocuklarının eğitiminin önündeki engeller hâlâ aşılabilmiş değildir. Bu coğrafyanın kadim sahibi olan Türkler, kimlikleri olmasına rağmen "Türk" ismini maalesef uzun yıllardan beri kullanamamaktadır. Yine kendi kültür ve inançlarını özgürce yaşamalarına müsaade edilmemektedir. Türkçe yazılmış gazete, dergi ve kitaplar sakıncalı görülmektedir. Aynı şehirde yaşamalarına rağmen Yunanlılardan farklı uygulamalara (ayrımcılıklara) tabi tutulmaktadırlar. Bu aslında bir sorundan öte, bir bıktırma taktiğidir. Yunanlılar bunu temcit pilavı misali soydaşlarımızın önüne ısıtıp ısıtıp koymaktadır.
Batı Trakya’nın gözbebeği Gümülcine, Osmanlı’nın izlerini muhafaza etmektedir.
Bundan birkaç yıl evvel bir ERASMUS projesi olan "Duvarsız Okullar Projesi" kapsamında Yunanistan’a, Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesine bir haftalık unutulmaz bir gezi yapmıştık. Akşam saatlerinde otobüsle Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesine hareket etmiştik. İpsala Sınır Kapısı’ndaki pasaport kontrollerinden sonra Batı Trakya topraklarına ayak basmıştık. İstanbul-Gümülcine arasında gerçekleşen 4-5 saatlik keyifli bir yolculuktan sonra Türk soydaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı Gümülcine’ye varmıştık. İçimizde büyük bir coşku ve heyecan vardı. Çünkü 550 sene boyunca Osmanlı’ya yurt olan topraklardaydık.
İlk gün Yunanistan’ın sakin yerlerinden birisi olan Maronya kasabasına gitmiştik. Maronya Antik Tiyatrosu’nu gezmiştik. Ertesi gün de Gümülcine’den bir saat uzaklıktaki, Türkiye sınırına oldukça yakın olan, Keşan ve Enez’in görülebildiği Evros Nehri Deltası’na hareket etmiştik. Ardından da Ege Denizi’ne nazır güzel bir şehir olan Dedeağaç’a(Yunanların deyimiyle Aleksandropolis) varmıştık. Gümülcine’ye döndüğümüzde bu şehrin iki büyük tarihî camiinden biri olan Yeni Cami’de kalabalık bir cemaatle cuma namazımızı eda etmiştik.
Bugün Türklerin yoğunlukta olduğu Rodopi ilinin merkezi olan Gümülcine’de yedi tane tarihî cami var. Bu camilerin en önemlileri tarihî Eski Cami ve Yeni Cami. Gümülcine’nin merkezinde bulunuyorlar. Yeni Cami’nin bitişiğindeki Saat Kulesi II. Abdülhamit zamanında Abdülkadir Kemal Paşa tarafından 1885 yılında yapılmıştır.
Türklerin kökenlerini unutturmak isteyen Yunanlılar, asimilasyon politikası uyguluyorlar. Türkleri özlerinden koparıp Yunan kültürüyle yoğurmak istiyorlar. Yunanlar Türklerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerden Gümülcine’ye Komotini, İskeçe’ye Santi, Dedeağaç’a Aleksandropolis, Sofulu’ya Soufli diyorlar. Türk isimlerini asla kullanmıyorlar.
Besim amcayla İskeçe yolunda mâziye uzanmak...
Gezimizin ilerleyen günlerinde Gümülcine’deki şirin bir Türk lokantasında arkadaşımla yemek yerken İskeçe’ye gitme kararı aldık. Nereden ve nasıl gideceğimizi sesli olarak düşünürken yanımızda oturan ve konuşmalarımızı dinleyen yaşlı bir amca, temiz Türkçesiyle "Ben sizi İskeçe’ye götürebilirim" dedi. İskeçe, Gümülcine’ye nerden baksan 50 km uzakta. Her ne kadar "Hayır. Gerek yok. Biz gideriz" desek de, sonradan adının "Besim" olduğunu öğrendiğimiz yaşlı amca bizi İskeçe’ye götürmekte kararlı olduğunu gösterdi. Bu ilgi ve ısrar karşısında şaşırdık doğrusu. Bir o kadar da mutlu olduk. Beş dakika sonra arabasıyla, yemek yediğimiz lokantanın önüne geldi. Arabaya biner binmez yola koyulduk.
Batı Trakya’da soyadı yok. Aile büyüklerinin adıyla anılıyorlar. Besim amcamızın soyunda "Ali" isimli biri olduğu için o, "Besim Ali" ismini kullanıyor. Türk kökenli olduğu için Türkleri çok seviyor. Kırk sene Türkiye’nin Atina Büyükelçiliği’nde ve Gümülcine Başkonsolosluğu’nda çalışmış. 18 sene evvel de sevgili eşini kaybetmiş. "Ben İskeçeliyim. Kızlarımla Gümülcine’de yaşıyorum. Sizin vesilenizle İskeçe’yi de görmüş olurum" diyor. Yol boyunca derin muhabbetlere dalıyoruz kendisiyle. Engin tarih bilgisi bizi şaşırtıyor.
Besim amca 77 yaşında; ama hayat dolu bir insan. Hayatını dolu dolu yaşamış. Türkiye’yi ve birçok Avrupa ülkesini görmüş. Yaşını hiç göstermiyor. İskeçe’ye giderken yol üzerinde onlarca Türk köyünden geçiyoruz. Besim amca, etrafından geçtiğimiz her köyü bize tanıtıyor. İskeçe yolu üzerindeki köy adlarını tek tek not alıyorum. "Müsellim, Susurköy, Narlıköy, Kozlardere, Yassıköy, Yalımlı, Bekirli, Sünnetçi, Karacanlar, Yelkenciler, Dinkler, Höyükköy, Gökçeler, Sakarya, Koyun, Misvaklı, Meşe, Nuhçalı, Ortakış, Bayatlı, Kargılı Sarıca, Hasköy" adlı köylerden geçiyoruz. Köylerin hepsinde de cami var. Yanından geçtiğimiz bu yerleşim yerleri tipik Anadolu köylerini hatırlatıyor bize. İskeçe’ye vardığımızda güzel bir şehirle karşılaşıyoruz. Şehri hakim bir noktadan gören bir tepeye çıkıp bir kafede Besim amcanın bize ısmarladığı geleneksel içecek olan "frabbe"lerimizi içiyoruz. İskeçe’nin doyumsuz manzarası adeta usta bir ressamın elinden çıkmış bir tabloyu andırıyor. Besim amcanın bu hakim tepede küçük ve şirin bir evi var. İnşaatı henüz bitmemiş bu evin bahçesinde soluklanıyoruz. İki üç katlı ahşap evleriyle ve mütevazı cami ve minareleriyle İskeçe, bu noktadan da çok güzel görünüyor. Frabbelerimizi yudumladıktan sonra Besim amcanın taksisiyle şehir turu atıyoruz. İskeçe’yle vedalaştıktan sonra farklı bir yoldan Gümülcine’ye dönüyoruz. Aynı yoldan dönmeyişimizin sebebi, daha farklı yerleri görebilmek... Besim amca böyle de bir kıyak yapıyor bizlere. Batı Trakya Gümülcine’siyle, İskeçe’siyle ve Dedeağaç’ıyla alabildiğine düz bir ova görünümünde. Akıllara durgunluk verecek kadar verimli boş arazı var buralarda. Gözün gördüğü her yer tarla. Kimisi ekilmiş, kimisi ekilmemiş. Yunanistan’ın bu bereketli toprakları nedense verimli kullanılmıyor.
Gümülcine’nin köyleri ve köylüleri Anadolu köy(lü)lerinden hiç de farklı değil.
İskeçe gezisinin manevî lezzetiyle adeta sarhoş olmuştuk. Tatlı bir yorgunluğun ardından Gümülcine’ye vardıktan sonra, daha önce tanıştığımız Salih isimli Gümülcineli bir arkadaş bizi, saat geç olsa da, daha evvel planladığımız üzere köyüne götürmek istiyor. Biz de bu güzel yürekli soydaşımızın ısrarcı teklifini geri çeviremiyoruz. Salih’in taksisine binip Karacaoğlan Köyü’nün yolunu tutuyoruz. Şehrin 13 km uzağındaki köye vardığımızda şirin bir Anadolu köyüyle karşılaşıyoruz. Köyün camisi, kahvesi, fırını, bakkalı ve köy odası var. Bizi evine davet eden Salih Bey de köyün üç muhtarından birisiymiş. 2-3 metre yüksekliğindeki dış duvarlarla çevrili evin geniş iç avlusuna hayran kalıyoruz. Bu tek katlı evin genişliği ve ince işçiliği bizi şaşırtıyor. Evin bir köşesinde kuzine yanıyor. Daha sonra pastalar ve çay geliyor. Çayımızı yudumlarken muhabbet de iyice koyulaşıyor. Evin hanımı üniversiteyi Trabzon’da, Fatih Eğitim Fakültesi’nde okumuş. Şimdi Kur’an öğretmenliği yapıyor. Belli bir zaman geçtikten sonra evin büyükleri Hüseyin amca ve eşi geliyor. Bizi büyük bir sevgiyle ve muhabbetle kucaklıyorlar. Eskiden çektikleri sıkıntıları anlatıyorlar. İnsan kendini bir başka ülkede gibi hissetmiyor. Bir Anadolu sıcaklığı var burada.
Dr. Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklerinin Yolbaşçısıdır.
Batı Trakya deyince aklımıza öncelikle ve özellikle Dr. Sadık Ahmet gelir. Batı Trakya ile onun adı adeta özdeşleşmiştir. O, baskı ve yıldırmalara sahne olan bu coğrafyadaki Türk azınlığın en büyük hamisi olmuştur. Doktorluk mesleğinden daha çok, Batı Trakya Türklerinin dertleriyle ilgilenmiş, bir ömür boyunca çözüm arayışları peşinde koşmuştur.
Batı Trakya Türklerinin varlık davasını sırtlayan Sadık Ahmet, 7 Ocak 1947 tarihinde Batı Trakya’daki Gümülcine vilâyetinin Küçük Sirkeli köyünde dünyaya gelmişti. İlköğrenimini köyünde yapan Sadık Ahmet, orta ve lise öğrenimini Gümülcine’deki Celâl Bayar Lisesi’nde tamamlamıştı. Tıp tahsilinin ilk yılını (1966-1967) Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde geçirdikten sonra Selânik Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne geçiş yapmıştı. Bu okuldan 1974 senesinde mezun olan Sadık Ahmet, Yunan ordusunda üç yıla yakın piyade olarak askerlik yapmıştı. Yunan ordusu yetkilileri, onun askerde mesleği olan doktorluk görevini yapmasına müsaade etmemiştir. Bu bile onun ciddi bir ayrımcılığa ve tecride tabi tutulduğunu gösterir. Sadık Ahmet, Orta Yunanistan’da bir süre mecburî hizmet yaptıktan sonra 1978 yılında Batı Trakya’ya dönmüştür.Askerlik dönüşünde Gümülcine’de başladığı cerrahlık ihtisasını başarıyla tamamlayarak cerrah olarak vazifesine devam etmiştir.
Siyaseti, önderliğini yaptığı Batı Trakya Türklerinin kangrene dönüşen sorunlarını çözmek için bir vasıta olarak gören Dr. Sadık Ahmet, 8 Nisan 1990’da ikinci kez bağımsız milletvekili seçilmiştir. Mevcut sıkıntıların milletvekilliğinin ötesinde, güçlü bir teşkilâtlanmayla daha hızlı çözümleneceğine inanan Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklerinin haklarını savunmak için 13 Eylül 1991’de "Dostluk, Eşitlik ve Barış Partisi (DEB)’ni kurmuştur. Batı Trakya Türklerinin ilk partisi olma özelliğini taşıyan söz konusu partinin genel başkanlığını yine kendisi yapmıştır. Fakat bu sefer de Yunanistan 1993 genel seçimlerinden önce, seçim yasasında gerçekleştirdiği bilinçli ve sinsi değişiklikle (bağımsızlar da dahil olmak üzere adaylara ülke genelinde %3 oranında oy alma zorunluluğu getirilmesi) azınlıklara bir başka engel koymuştur. Bu, Sadık Ahmet’in milletvekilliğinin engellenmesi için özellikle yapılmış bir değişiklikti.Yunan makamları da bunu inkâr etmemiştir. Sadık Ahmet daha önceki sisteme göre yeterli oyu almış olmasına rağmen, seçimlerdeki yüzde 3 barajı yüzünden parlamentoya girememiştir. Böylece Yunanlılar onun sesini kıstığını zannetmiştir. Fakat hayatını Batı Trakya Türklüğü davasına adayan Sadık Ahmet, hiçbir zaman susmamış, davasının selâmeti için daima yeni arayışlar içerisine girmiştir.
Dr. Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklerinin verdiği onur mücadelesinin simgesidir.
Türk kimliğini her fırsatta gururla ve onurla vurgulayan Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklerinin verdiği onur mücadelesinin simgesidir. Bu coğrafyada yaşanan acılar ve mağduriyetler onu derinden etkilemiştir. Bu durum onun henüz üniversite yıllarında siyasete ilgi duymasına sebep olmuştur. Üniversiteden mezun olduktan sonra siyasete olan ilgisi daha da artmıştır. Bu çerçevede Batı Trakya Türklerinin sorunlarına ilgi duymuş, çözüm için çareler aramaya başlamıştır. Uluslararası kuruluşlara başvurarak derdini onlara iletmiştir.
Batı Trakya Türklerinin rahatını temin için rahatını bozan Dr. Sadık Ahmet, 25 Ocak 1990’da Batı Trakyalı Türk azınlığın haklarını koruduğu ve Türkçe konuştuğu gerekçesiyle mahkemeye çıkarılmıştı. Duruşma öncesinde Gümülcine Mahkemesi önünde toplanan binlerce dava arkadaşına şu kararlı ve anlamlı konuşmayı yapmıştı: “Bu akıllı adamlar içerde bizim ırkımızı inkar etmek istiyorlar! Birisi, akıllının biri kalktı bana çingene dedi! Kendi soylarını takip etsinler. Düne kadar onları Türkler baktılar, onları beslediler, ihanet ettiler bunlar bize! Gelsinler size sorsunlar kim olduğunuzu. Bu tahkime yeri 1923’te bu kadar insan toplamıştı, bir de bana bugün topladı (1990)! (Türk’üz! Türk’üz! Türk’üz!) Bizim ırkımızı inkâr edebilecek adam yok! Siz de burada ispat ettiniz! (Türk’üz! Türk’üz! Türk’üz !)”
Yunanlıların büyük bir korku ve endişeyle her hareketini takip ettikleri Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklük davasına adanmışlığın simgesidir. Sadık Ahmet, Türk-İslâm davasına sadakatin remzidir. Bir ölüp bin dirilmenin işaretidir. Haksızlık karşısında susmamanın ve ölümüne dek direnişin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Coğrafyayı vatan yapmanın ağır bedelidir. "Türk’üz!" demenin yasak olduğu bir zamanda ve mekânda (Batı Trakya’da) her şeyi göze alarak avazı çıktığı kadar "Türk!üz!, Türk’üz, Türk’üz" diye haykırandır.
Batı Trakya Türklerinin çektiği sıkıntıların canlı şahidi olan Sadık Ahmet 1980’li yıllarda Batı Trakya Türklerinin meselelerini dünya kamuoyuna duyurma kararı almıştır. 1985’te Batı Trakya’da bununla ilgili imza kampanyasını başlatmıştır. Büyük gayretlerle sürdürdüğü imza kampanyasında on beş binin üzerinde imza toplamayı başarmıştır. Fakat Yunun makamları onun bu çalışmalarını kendileri açısından tehlikeli bulmuş, 8 Ağustos 1986’da onu tutuklamıştır. Fakat o, bu gibi cezalardan dolayı davasından taviz vermemiş; 25 Eylül 1987’de Selânik’e giderek, Demokrasi İnsan Hakları üyelerine Batı Trakya Türklerinin meselelerini konu alan bir broşür dağıtmıştır. O, bu eyleminden dolayı 1987 yılında, 2,5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Uluslararası kuruluşlar bu anlamsız cezaya itiraz ettikleri için söz konusu cezanın infazı süresiz olarak ertelenmiştir. Bunlarla bağlantılı olarak 18 Haziran 1989 seçimleri öncesinde Dr. Sadık Ahmet’in milletvekilliği adaylığı iptal edilmiştir.
Hayatını kutlu davasına adayan özü sözü bir, örnek bir insandır Sadık Ahmet.
Türklüğe büyük bir aidiyet duygusuyla bağlı olan Dr. Sadık Ahmet, Işık Ahmet Hanım’la evliydi. Levent ile Funda adında iki çocuk babasıydı. Ne yazık ki çocuklarının güzel günlerini görmek kendisine nasip olmamıştır. Zira kendisi öldüğünde kızı Funda 12, oğlu Levent ise 16 yaşındaydı. Eşi Işık Ahmet, Batı Trakya Türkleri davasının her aşamasında, bu davayı adeta omuzlayan eşinin hep yanında ve yakınında olmuştur. Batı Trakya Türklerinin sorunlarını çözmek için adeta mekik dokuyan Sadık Ahmet, en büyük manevî desteği eşinden görmüştür. Kıymetli eşi, onun günlerce eve gelememesine hoşgörüyle tahammül etmiştir. Batı Trakya Türklerinin daha rahat ve huzurlu yaşaması için toplantıdan toplantıya koşan, eşine ve çocuklarına yeterli zaman ayıramayan Sadık Ahmet’in bu yoğun temposuna her kadın tahammül edemezdi. Işık Ahmet bu konuda örnek bir fedakâr eş olmuştur. Onun içindir ki Batı Trakyalı 30 sivil toplum kuruluşunun aldığı ortak bir kararla "yılın annesi" seçilmiştir.
Yunan makamlarının, Batı Trakya Türklüğü davasının öncüsü Dr. Sadık Ahmet’i korkutma ve yıldırma çabaları hiçbir zaman son bulmamıştır. Onlar baskı yaptıkça Sadık Ahmet’in azmi ve gayreti de o ölçüde artmıştır. Sadık Ahmet bu çerçevede 26 Ocak 1990’da Batı Trakya Türklerine “Türk” diye hitap ettiği için tekrar hapis cezasına mahkum edilmiş, ancak iki ay Selanik Dudullu Hapishanesi’nde yattıktan sonra, geri kalan cezası para cezasına çevrilerek serbest bırakılmıştır. Batı Trakya Türklerinin hak ve özgürlük mücadelesinin öncüsü olan Dr. Sadık Ahmet’in hapse girmeden önce söylediği "Sadece Türk olduğum için hapse götürülüyorum. Eğer Türk olmak suçsa, şunu tekrarlıyorum: Türk’üm ve öyle kalacağım." şeklindeki sözleri onun azim ve kararlılığını göstermesi açısından önemlidir.
Hayatını davasına adayan merhum Dr. Sadık Ahmet; tıpkı Doğu Türkistan Türklerinin lideri İsa Yusuf Alptekin gibi, Azerbaycan’ın bağımsızlığının öncüsü Ebulfez Elçibey gibi Türk dünyasının saygın öncülerindendir. Bunlar gibi adanmış değerler az yetişiyor. Onların adını yaşatmak boynumuzun borcudur. Bu minvalde, başta Ankara’da Dışışleri Bakanlığı’nın bulunduğu büyük cadde olmak üzere, Türkiye’de birçok caddeye, sokağa, parka, hastaneye ve eğitim kurumuna Dr. Sadık Ahmet’in adı verilerek güzel bir vefa örneği gösterilmiştir.
Batı Trakya davasının serdengeçtisi Sadık Ahmet şehitler kervanının yolcusuydu. Dr. Sadık Ahmet; 24 Temmuz 1995’te, Batı Trakya’daki azınlığın haklarını koruyan Lozan Barış Antlaşması’nın 72. yıl dönümünde, henüz 48 yaşındayken Gümülcine’ye bağlı Susurköy (Sostis)’de şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Bu, aslında kaza süsü verilmiş bir cinayettir. Zira Sadık Ahmet, otomobiliyle kendi yolunda seyrederken Yunanlı bir kişinin kullandığı traktör kenarda dururken bir anda yola çıkmıştır. Kaza esnasında arabada bulunan Sadık Ahmet’in kızı, oğlu ve eşi de ağır yaralanmıştır. Dr. Sadık Ahmet, Gümülcine yakınlarındaki Kahveci Mezarlığı’nda defnedilmiştir. Temmuz’un 24. günü Batı Trakya Türklerinin hüzün günüdür. 24 Temmuz, Yunan’ın çirkin yüzünü hatırla(t)ma günüdür.
Ölüm mukadderat... Fakat dava uğruna ölmek şereflerin en büyüğü... Türk-İslâm ülküsünü yaşamak ve yaşatmak uğruna ölmek ise aslında ölümsüzlüğün eşiği... Rabbimiz Bakara Suresi’nin 154. ayetinde onlar için "Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz." diyor. Batı Trakya Türklerinin yolbaşçısı Dr. Sadık Ahmet’e, ölümünün 29. sene-i devriyesinde Allah’tan gani gani rahmet diliyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.