Şerefsiz Şeref
ŞEREFSİZ ŞEREF
Tokuştururken kadehleri eskimiş aşkların şerefine, dalga geçer gibi geçmişle “Hadi, nazlanma, anlat artık şu gönül maceralarından. Kimler geldi kimler geçti gönül tezgahından. Anlat dinleyelim. Feyiz alalım aşklarından.” Derken Kemal’e, fondip yaptı kadehini, adı her ne kadar Şeref olsa da şereften yoksun olan Şerefsiz Şeref.
Aslında adı Şerafettin ama herkes kısaltarak Şeref diye hitap eder. Bir kamu kurumunda ön büro elemanı olarak çalışır. İlerlemiş yaşına rağmen hiç evlenmemiş hatta evlenmek için niyet bile etmemiş, gün bulup gün yiyen, bazı ayların sonunu bile getiremeyen zavallı bir adam. Kimi kimsesi de yok yön verip çekip çevirecek. Çok küçük yaşlardayken ailesini bir trafik kazasında kaybetmiş, yurtlarda büyümüş. Devlet bursları ile bir meslek lisesinden mezun olduktan sonra şimdiki işine yine devlet desteği ile yerleştirilmiş. İçinde bir yatak, üç beş parça kıyafet ile birkaç parça basit mutfak eşyasından başka bir şeyi olmayan bir küçük gecekondudan başka bir şeyi de yok. Yemekleri genellikle dışarıda içki sofralarında geçiştirir, evde sadece tavada yumurta, zeytin ekmek tarzında basit atıştırmalıklar yapar. Çalıştığı işyerinde müşterilerin işlerinin daha hızlı yürümesi adına önce dosyaları şöyle bir karıştırır. Sayfaların arasında özellikle bulması için sıkıştırılan küçük paraları bulduğunda o dosyaları içindeki miktarlara göre öne alarak bir an önce işlerinin görülmesini sağlar. Böylece işleri çok acele olanlar daha fazla para sıkıştırmak zorunda kalırdı.
İşte böyle şerefsiz biridir Şeref. Ha bir de Kemal gibi içine kapanık, kimseye karışmayan, kendi dünyasında kendi işiyle meşgul olan birini gördüğünde ise ne yapar eder onu da kendine benzetmeye çalışırdı. Onlara yardımcı olma bahanesiyle her zaman gittiği, içtiği mekanlara götürür, zil zurna sarhoş eder, hesabı da ona yükler, böylece bir günü daha kurtarmış olurdu. Bazen böyle anlarda çok ilginç hikayeler yakalayıp sonrasında şantaj yaparak para sızdırdığı da oluyordu. İşte bu gün de hem anın keyfini çıkarıyor hem de avının zaaflarını bulmaya çalışıyordu Şerefsiz Şeref.
Şeref fondip yapınca Kemal de yaptı aynısından. Rakının genzinde bıraktığı acı tat ile yüzünü buruşturdu. Hemen bir lokma beyaz peynir ardından da bir parça kavun aldı ağzını tatlandırabilmek için. Elinin tersiyle ağzını sildikten sonra Şeref’e baktı. “Hangisini anlatmamı istersin, Şerife’yi mi yoksa Hatice’yi mi?” Dedi. İyice kendinden geçmiş, tamamen içkinin etkisine girmiş, hipnoz olmuş haldeydi Kemal. Seninle buralara daha çok geliriz bu kafayla diye düşündü Şeref. Kemal’ i kendi istediği kıvama getirebilmek için “Bu gün Şerife’yi anlat. Hatice’yi de başka zaman anlatırsın.” Dedi Şeref elini kaldırıp garsondan bir şişe daha isterken.
“Güzel miydi, Şerife kimdi, neciydi, nasıl tanıştınız, sonra ne oldu da ayrıldınız?” Gibi soruları ardı ardına sıraladı Şeref, sonraya kalırsa unutmaktan korkar gibi. Sonrasında da Kemal’in bu sorulardan hangisini aklında tutabileceğini, hangisini unutabileceğini kestirmeye çalıştı.
Garson otuz beşlik bir şişe daha getirip kadehlere koydu, suyunu ekledi Şeref’in çekilebilirsin işaretiyle birlikte de “Şerefsiz, yine bir zavallının sırtından geçiniyor.”diye söylenerek gitti. Akan küçük dereciğin kenarında su içine kurulmuş bir masada, ayaklarını suya sokmuş hem serinlemekte hem de çalan müziğe adeta eşlik etmekte olan suyun şırıltısı ile mest olurken Şeref, Kemal’in Şerife’sini dinleyip anlamaya çalışıyordu.
Kemal içkinin tesiri ile iyice düşmüş çenesini kaplayan keçi sakalını sıvazlayarak anlatmaya başladı Şerife’yi. “Lise yıllarında tanımıştım onu. Aşağı mahallede otururlardı. Babası minübüs işleten kendi halinde bir adamdı. Annesi evlere temizliğe giderdi. Şerife’nin iki ablası bir de erkek kardeşi vardı. Hepsi birbirinden kopuk, birbirini umursamaz bir haldeydiler. Evi adeta otel olarak kullanmaktaydılar. Kimse kimsenin hayatına, kaçta gidip geldiğine, yediğine, içtiğine, giydiğine karışmazdı. Evde kimse olmadığı bir gün Şerife beni eve çağırdı. Müzik ve dansın etkisi ile kendimizden geçip öpüşmeye başladığımız anda kardeşi geldi. Ben çok utandım ama o hiç tınmadı. Kardeşi de hiçbir şey söylemeden gitti. Şerife hep mini etek giyerdi. Üzerine de göbeğini açıkta bırakacak bir gömlek takıştırır, sarışın yüzünde sırıtmayacak makyajı ve kıyafetine uygun rujunu sürer kırıta kırıta yürürdü. O yürürken bütün gözler ritmik salınımlar yapan hafif yuvarlak kalçasında kamp kurardı adeta. Hele onunla birlikte yürümeye kalbi dayanmazdı insanın. Önceleri onu çok sevdiğimi sanmış, bir heves olduğunu çok geç anlamıştım. Kardeşi bile kıskanmazken onu, ben kıskanırdım ama o bunlara takılmazdı. Sabah benimleyken akşam başka biriyle olabiliyordu. Bu ona göre çok normal ama bana tersti.”
Susmuştu Kemal. Bir gazete küpürü çıkarıp Şeref’e uzattı. Aman Allah’ım. Şerife beş yıl önce kaybolmuş kendisinden bir süre hiçbir haber alınamamış, iki yıl sonra da bir ormanlık alanda bir erkekle aynı çukura gömülü cesedi bulunmuş ama faili hala bulunamamış. Şerife’yi ilk defa gazete küpüründe gören Şeref “Çok da güzelmiş be, yazık olmuş bu güzelliğe.” Dedi. Buradan bana bir hikaye çıkmaz diye düşündü Şeref.
Makber’i söyleyen Piyanist İsmail’in yanık sesi yırtıyordu gecenin karanlığını. Kemal bir yudum daha aldı rakıdan. Yine yüzünü buruşturdu. Bir kaşık yoğurt alıp Piyanist İsmail’e eşlik etmeye başladı.
Her yer karanlık
Pür nur o mevki
Mağrib mi yoksa
Makber mi Yarab
Daha fazla devam edemedi. Başladı ağlamaya. Ama ne ağlama böğürüyor adeta. Rast makamının sarhoş gönüllerde duygu seli oluşturmasına alışık ortamda herkes kendi aleminde demlenmeye devam ediyordu.
“Ben öldürdüm, ben öldürdüm. Onu çok sevmiştim. Çok kıskanıyordum, başkalarının kollarında görmeye dayanamıyordum. Benim, sadece benim olmasını istiyordum. Takip ettim. Öldürdüm ikisini de. Bir çukur kazdım, gömdüm. Herkes onları aradı ama bulamadı.” Hıçkırıklarına hakim olamadı Kemal. Ağladı, ağladı…
Bulmuştu aradığını. Kemal acıdan, pişmanlıktan kıvranırken sinsice sırıttı Şeref. Artık bundan sonrasını garantiye alacak bilgiye ulaşmıştı şerefsiz. Hergün değilse bile haftada birkaç gün Kemal’in sayesinde rahat edecekti.
Üç yıl sürdü bu asalak yaşam. Yine birgün Makber şarkısını söyleyen Piyanist İsmail’e eşlik ederken “ Ben öldürdüm. Şerife’yi de, sevgilisini de, Şerefsiz Şerefi’de.” diye ağlamaya başladı Kemal. Ama bu defa yalnızdı. Sessiz ve derinden ağladı. Onu kimseler duymadı.
Daha fazla dayanmadı yüreği, ezildi taşıdığı yükün altında. Üç cinayeti daha fazla saklayamayacağını anladı. Son kadehi de fondip yapıp kaltı masadan. Jandarma karakoluna gidip ben öldürdüm üçünü de diye itiraf etti. Sanki bir dağ kalkmıştı üzerinden.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.