- 220 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Vuslat Girdabı- Hikayeler 1. Bölüm
Dar vadilerden şırıl şırıl akan ve kısa aralıklarla bir birbirine karışan berrak derelerden geçip yokuşu tırmanınca tepedeki çukurluğa kurulmuş küçük bir köyde yaşıyordu. Bazı yerlerinde küçük düzlükler bulunan yamaçların alt kısımlarından birçok göze fışkırıyordu. Kuzey yamaçlarda geniş çam ormanları, güney yamaçlarda seyrek kavaklıklar doğayı örtüyordu.
Köy; kış mevsiminde köpek havlamalarıyla kurt ulumalarının rüzgârın feryadına karıştığı, akan derelerin birçok yerinin buz tuttuğu soğuk, ıssız ve gizemli bir yere döner, uzaktan bakınca sadece soba bacalarından göğe doğru yükselen dumanlar görünürdü. Yaklaştıkça küründüğü için alacalaşmış toprak damlar, kardan insan geçecek kadar açılmış patika yollar, bu yollarda telaşeden o tara bu tarafa koşturan insanlar, bu yollardan çeşmelerin suluklarından su içmesi için götürülen küçük büyükbaş hayvanlar, bütün yükü çekmelerine rağmen önlerine bırakılan sığır ve koyunlardan kalan atık otlarla uğraşan çöplük başlarındaki eşekler, bu eşeklerin etrafında didinen kargalar, saksağanlar ile duvar diplerine çömelmiş küçük kalabalıklar görünürdü.
Bahar ve yaz mevsimlerinde ise derelerin şırıl şırıl aktığı, yaban hayatının rüzgârın ahengine karışıp efkâr dağıttığı, soğuk gözeleriyle insanın damağını kamaştıran, cennetten bir bahçeye dönüşürdü.
Siyah sık sakalı, ortadan biraz uzunca boyu, iri gövdesi, kalın bilekleri, dağın ayazında yanmaktan kızarmış cildi, sert mizacı ona ayrı bir heybet katıyordu. Parmaklarıyla tırnaklarının arasına ilişmiş mantarlar, nasır tutmuş avuçlar, taşlara çarpmaktan siyahlaşmış tırnaklar, yüzünde derinleşmiş çizgiler geçmişin acı izlerini taşıyordu.
***
Kürekle karla kaplı yolu geçebilecek kadar açtı. Tayanın üzerine çıktı. Tayanın üzerinden aşağıya kocaman bir bağ düşürdü. Aşağı inip oradaki orağı sertçe bağa vurdu. Bağı sırtlandı. Dizleri üstüne çökerek yavaş yavaş kalktı. Kardan temizlediği patikadan geçerek onu ahıra kadar taşıdı.
Boş kalan eliyle ahırın sıcaklığından aralıklarından buhar çıkan kapıyı itti. Her tarafında odun direklerle dolu olan ahırda irili ufaklı on civarında sığır, yemliklere zincirlerle bağlanmıştı. Arka tarafında buzağılar için kapatılmış küçük bir koz, kozun yanında da küçük bir kümes bulunuyordu.
Adam sırtındaki kocaman ot bağını girişteki boş alana bıraktı. Soluk soluğa kalmıştı. Nefeslenmek için elindeki orağı bir kenara bırakıp bağın üzerine oturdu. Derin derin nefes aldı. Sonra başını iki elinin arasına alıp gözlerini boşluğa saldı.
Dışarıdan gelen rüzgârın feryadı, ahırdaki sığırların mööö sesleri ile birlikte boşluğa düşen gözlerinin içinden bir film şeridi gibi geçmişi geçiyordu. Gözlerindeki boşluktan ıssız bir vadide kısa saçlı, yüzü güneş yanığıyla dolu, esmer tenli daha on yaşlarında bir çocuk koşmaya başladı.
***
Yıllar öncesiydi. Bir savaş dönemiydi. Düşman askerlerinin yakarak yıkarak gittiği, her tarafta cesetler, yangın sonrası duman çıkan haraba olmuş evler, sağa sola kaçışan küçük büyük baş hayvanlar, cesetleri yiyen köpekler, kargalar, akbabalar. Hayatta kalmak için bu drama sahnesinden geçerek bir meçhule doğru yürüyen çocuklar, yaşlılar ve kadınlardan oluşan kalabalıklar.
Sırtlarında bohçalarıyla aylarca sefalet içinde yürüyen, elbiseleri yamalı, çarıkları yırtık, elleri çatlak, zayıflıktan kaburga kemikleri sayılan bu insanların, kızarmış buğday rengi yüzlerindeki ince deri, güneş yanıklarıyla doluydu.
Bu insanlar Orta Anadolu’da bir köyde durup derme çatma çadırlar kurup burada yaşamaya başladılar.
Ömer Adil bu kalabalıkların içinde aynı kaderi yaşayan çocuklardan sadece biriydi.
***
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.